Hasan Selçuk Turan
Akademisyenler Harari’nin eserlerindeki hatalara dikkat çekti, bu yazıda yer verilecek eleştiri ve değerlendirmeler yaklaşımı ve tarzıyla ilgili olabilir. Bir biliminsanından ziyade Harari, bir tarihçi-filozof olarak odakta olacak. Öncelikle Sapiens’te kaynaklarından alıntı yapmaması nedeniyle yalnızca bir hikâye anlatıcısı “storyteller” olmakla anıldığı için aldığı eleştirilere nazaran Neksus’ta dipnotlarını genişlettiğini görüyoruz. Ancak 21. yüzyılın en çok satan (dünya çapında yaklaşık 50 milyon) olmakla kalmayıp en çok okunan ve tartışılan yazarı da olmayı başaran Yuval Noah Harari, bilgi sorununu ele aldığı yeni kitabı Neksus’ta sürekli ilerleyen bir imaj çizse de birçok noktada kendini tekrarlıyor. Örneğin takipçisi olmaya çok da lüzum olmadan artık birçoğumuz biliyor; Harari, belirsiz ve yumuşak sonuçlara varır ve bu da onun derin sularda yüzmekten kaçındığı anlamına gelir.
2018’de 21. Yüzyıl İçin 21 Ders kitabı öncesi yaptığım röportajda ona bir çeşit “tarihin sonu” anlatımı yapıp yapmadığını sormaya çalışmıştım (Bkz. #tarih 53. Sayı. https://tarihdergi.com/ozel-roportaj-21-yuzyilin-en-populer-tarihcisi-anlatiyor/). Zira, Homo Deus kitabında teknolojinin insan türünü yeniden yapılandırmasıyla homo sapiens türünün ortadan kalkacağını öngörüyordu. Gayem, iki yönlüydü, birincisi elbette Fukuyama’ya bir atıf, ikincisi ise Harari’nin de ismini taşıdığı Nuh peygambere atıftı. Yazar, burada yalnız onun gemisine binenlerin kurtulacağı bir “son” mu tarif ediyordu?
Harari, soruma tarihin sonunu ve insanlığın ortadan kalkmasını öngören çoğu insanın, herkesin öleceği bir nükleer savaş gibi büyük felaketler düşündüğünü, kendisinin ise böyle düşünmeyip insanlığın, kademeli bir değişim sürecinin sonucunda yok olacağına inandığını söyleyerek yanıt vermişti. Bu kaçamak bir yanıt olabilirdi. Sorumun ikinci yüzü belki olmasa da Fukuyama’nın tezine işaret eden yüzü açıktı. Harari, yaklaşık 30 yıl sonra yeniden insanlık tarihi hakkında liberal bir okuma yapmış gibi görünmek istemiyordu.
Dahası kitabında yeni türün ise bilim ve sanat yükünden kurtulacağını ifade ediyordu. Bu öngörü özellikle son iki yıldır ChatGPT ile geniş internet kullanıcısının hizmetine açılan yapay zekâ yavaş yavaş becerilerimizi işgal ederken önemli hale geliyor. Nitekim insanların yapay zekâ destekli sohbet robotlarını en çok ne amaçla kullandığını inceleyen bir Washington Post araştırmasına göre yaratıcı yazarlık ve rol yapma ilk sırada, ev ödevlerine yardım ikinci sırada geliyor (Bkz. Aposto: “İnsanlar yapay zekaya ne soruyor? Cevaplar şaşırtıcı değil” https://aposto.com/s/insanlar-yapay-zekaya-ne-soruyor-cevaplar-sasirtici-degil).
Harari de röportajımızda insan zihninin gerçek potansiyelini tam olarak anlamadan, yeni güçlerimizi insanları değiştirmek için kullanabilmemiz tehlikesine dikkat çekiyordu. Bizlerin, temel ihtiyaçlarına göre değil, esas olarak ekonomik ve insan yeteneklerini politik sistemin acil ihtiyaçlarına göre geliştirmeye yatkın olduğumuzu ileri sürüyordu.
Peki biz okurlar, Harari’nin iyimser ya da kötümser bir yaklaşım sergilediğini söyleyebilir miyiz? Yine kitaplarını okuyanlar arasında onun bu iki kamptan birinde yer aldığını dillendiren epeyce yetkin insan var. Kitabın -teknofobiye ya da teknofiliye kapılmadan yazılmaya çalışılsa da- okuyucu üzerinde estirdiği havanın karamsar olduğunu söylemek mümkün. Ancak Harari, bir biliminsanından çok milenyumun bir gurusu gibi davranıyor.
Kendi tarihinden kaçamaz; insanlığın Rift Vadisi’nden Silikon Vadisi’ne gelişimini kutladığı Sapiens kitabı Barak Obama, Bill Gates ve Mark Zuckerberg gibi süperstarlar tarafından alkışlandığında o da bu tebrikleri vakarla karşıladı. Homo Deus kitabı, marjı genişletmeyince üçlemesinin sonuncusunda çıtır içeriklerin cazibesini aratmayan başlıkla dünya çapında milyonlarca okura “ders” vermeye hazır olduğunu duyurdu.
Harari, nasıl biri?
Harari’nin gerçek kıymeti, bir bileşen olarak içerdiği unsurlarda, sahip olduğu mizaçta (Arapça kelime köküyle karışım, kompozisyon) gizli olabilir.
– 29 yaşındayken, Kudüs İbrani Üniversitesi’nde ortaçağ askeri tarihi konusunda uzmanlaşmış bir öğretim görevlisiydi, ilk akademik çalışmasını Haçlı ordusuna hizmet eden hafif süvariler olan Türkopoller üzerine yapmıştı. Bu başlangıca bir anlamda oryantalist bir düşünüşün yansıması denebilir miydi? Oryantalizm genellikle Batı’nın Doğu kültürlerini “egzotik” ve “adeta gerçek dışı” bir biçimde temsil etmesine dayanır, Türkopoller hem kendi kültürel kimliklerine sahipti (Türk veya Türkmen kökenli) hem de Batı toplumlarıyla kültürel etkileşim içinde bulunan topluluklardı. Bunun onları oldukça egzotik yaptığı söylenebilir. Haçlı Seferleri sırasında Doğu’nun (özellikle Türklerin) ve Batı’nın askeri stratejilerinin birleştirilmesi, Batılıların Doğu’yu anlamlandırma biçimlerini etkileyen bir süreçti ve bu süreç belirli bir oryantalist bakış açısının izlerini taşıyabilirdi.
– Sık sık dile getirdiği üzere Tüfek, Mikrop ve Çelik’in yazarı Jared Diamond’un tarzından esinlenmişti.
– Yahudi kökenine karşı ikna olmuş bir ateist, milliyetçilik karşıtlığının sıkı bir savunucusudur. Vegandır ve hatta endüstriyel gıdalara karşıdır. Budizmin bir kolu olan Vipassana meditasyon fikrinin sıkı sıkıya bağlı bir mürididir. Aynı zamanda “bilgi yayma ve bağış yoluyla toplumsal etki yaratmaya” çalışan Sapienship örgütünün de lideridir. Eşcinsel kimliği nedeniyle pek çok kez dışlanmış, yaşadığı aşkı bir başka ülkede (Güney Kıbrıs’ta) evlilikle taçlandırmak zorunda kalmıştır.
– 2011 yılında, 35 yaşında Sapiens’in daha primitif bir versiyonu ile İsrail’de en çok satanlar listesine girmeyi başarmıştır (Bu kitabı, 2014 yılında Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’nde piyasaya sürüldükten sonra tam anlamıyla patlama yaptı).
Neksus’un sınırları
Sapiens’ten tam 10 yıl sonra Harari, bir geri dönüşün eşiğinde gibi. Neksus kitabı da oldukça ses getirdi.
Yazar, yeni kitabında var olduğu süre boyunca kendisini geniş bir bilgi ağıyla donatan, bilgiyi en önde gelen araç-gereci halinde kullanan insanın tarih içinde nasıl güç kazandığını gösteriyor. Bilginin temel amacını bireyleri birbirine bağlamak olarak tanımlıyor. Kitabının adı da buradan geliyor: Neksus (Latince “bağlantı”).
Kitapta Harari’nin kelimeleri ve bağlamları yine ustaca kullandığını görüyoruz. Örneğin “Silikon Perde” anlatımı: 20. yüzyılda Demir Perde’nin dünya üzerinde rakip güçleri ayırması gibi, 21. yüzyılda da silikon çiplerden ve bilgisayar kodlarından oluşan bir Silikon Perde’nin, yeni rakip güçlerin arasına girebileceğini, insan gruplarını değil, tüm insanları yeni yapay zekâ efendilerinden ayırabileceğini belirtiyor. Bu her ne kadar bir büyük resim okuma çabası gibi gözükse de kitabın genelinde bu kadar objektif kalınmıyor. Birçok yerde Hitler ve Stalin, Trump ve Marksizm, Brezilya ve Çin birbirlerine karılıyor.
Yazar, ABD ve Çin arasında teknoloji alanında bir “soğuk savaş” yaşandığını, her iki ülkenin müttefiklerine karşı diğerinin teknolojilerine bağımlı olmamaları için baskı yaptığını belirtiyor. Bu durumun, dünyayı dijital bloklara ayırdığını yapay zekâ devriminde çok az ülkenin ön planda olduğunu vurguluyor.
Harari kitap boyunca demokratik değerlerin dijital çağda nasıl korunabileceğine dair önemli sorular ortaya atsa da, bazı açılardan yüzeysel ve pratikten uzak kalıyor.
Yine örneğin, merkezi olmayan bir veri yapısının faydalarını dile getiriyor. Shell ve BP gibi petrol devlerinin petrol çıkardıkları ülkelere vergi ödemeleri gibi, teknoloji devlerinin de veri çıkardıkları ülkelere vergi ödemeleri gerektiği ifadesi ve şirketlere yönelik hesap verebilirlik çağrısı anlamlı iken, yine de bunlar şirketleri çok rahatsız edecek bir arayış gibi görünmüyor. Bu da kendisinin “başta teknoloji sektörü olmak üzere küresel şirketlerin yetenekli bir oyuncusu” olduğu eleştirilerini haklı çıkarıyor. En basitinden bireylerin bu konuda ne tür bir güç kullanabileceği ya da hangi mekanizmaların devreye sokulması gerektiği yeterince belirli değil.
Özgür iradenin tamamen reddi ya da mutlaklaştırılması kişisel sorumluluk ve ahlaki eylemler üzerindeki etkilerini tartışmaktan kaçınıyor.
Bilginin gerçeklikten daha çok güce yol açtığını, bilgeliğe ise nadiren ulaştırabildiğini savlayan Harari, insan ırkının yapay zekâ ile flörtünde makine öğreniminin gerçeği manipüle etme kapasitesi ve sinsi tehlikelerine dikkat çekiyor, birçok yerde otokratik ve/veya totaliter bulduğu rejimleri korkunç olmakla ithaf ediyor.
Kitabının ardından Fransız haftalık dergi L’Express’e yakın zamanda verdiği röportajında insanın ne kadar çok bilgiye sahip olursa o kadar çok bilgi ve bilgelik biriktirdiğini, ancak bilgilerin çoğunluğunun gerçeği aramadığını vurgulayan Harari şöyle diyor: “Popülist vizyon bize gerçek diye bir şeyin olmadığını, önemli olanın güç mücadelesi olduğunu açıklıyor. İnsanlar konuşurken ya da yazarken gerçeği söylemeye bile çalışmıyorlar, sadece daha fazla güç kazanmak için fikirleri manipüle ediyorlar. Bu vizyon sağ popülistlerin yanı sıra radikal sol tarafından da savunulmaktadır. Donald Trump ve Karl Marx bu noktada hemfikir. Bu vizyon son derece antidemokratiktir çünkü medya, bilim, adalet gibi kurumlara olan tüm toplumsal güveni yok eder; bunlar yalnızca güç kazanmaya yönelik bir komplonun araçları olacaktır.” (Bkz. L’Express, internet sitesinde yayınlandığı tarih 10/13/2024, https://www.lexpress.fr/idees-et-debats/yuval-noah-harari-nos-connaissances-sont-mises-au-service-de-mythologies-parfois-delirantes-CKJM42WJ5FCGPKKZM4YN7GBTMY/)
Harari’nin soruları ve tartışmaları, bilginin bağlayıcı gücü kadar, bu gücün kullanımıyla ilgili. Öyleyse son kez ortaya yakıcı bir soru atalım; yurttaşın ya da özel mülkiyetin/egemen sınıfların korunup kollanmasına ve daha iyiye sevkine yönelik bir icat olarak devletin; çeşitli şekillerde kaidesini (kitleleri) izlemesi ve ona yönlendiricilik yapması mı daha kaçınılasıdır, lise çağındaki çocukların dahi internetin ve/veya uyuşturucunun dehlizlerinde kaybolup vahşet içinde yetiştiği, etiğin bir kenarda kaldığı bugünler ve belki de yarınlar mı?