Locke’tan Derrida’ya Dil Felsefesi
Michael Losonsky, Çev. Selami Atakan Altınörs, VakıfBank Kültür Yayınları, 2024, 408 s.
Modern dil felsefesi kadar modern mantığın tarihçesi bakımından da temel bir başvuru kaynağı olan bu kitapta, Hobbes, Bacon, Port-Royal Okulu mensupları, Locke, Leibniz, Condillac, Humboldt, Herder, Hamann, Mill, Frege, Russell, Wittgenstein, Carnap, Quine, Chomsky, Austin, Derrida, Davidson gibi filozofların görüşleri karşılaştırmalı biçimde ele alınmakta. Yazar gerekli bağlamlarda, Platon, Aristoteles, Augustinus, Boethius, Abelardus, Anselmus, Ockhamlı William gibi, modern dönem öncesindeki filozofların dil felsefelerini de tartışmaya dâhil etmekte. Kitap bu haliyle sadece dil felsefesi bakımından ayrıntılı bir kaynak olmakla kalmamakta, aynı zamanda özgün tezleriyle ve argümanlarıyla, felsefi bir araştırmanın nasıl sunulması gerektiğine dair bir model de ortaya koymakta.
Her Şey Nasıl Çökebilir? Şimdiki Nesiller İçin Çöküşbilim Elkitabı – 21. Yüzyıl Kitaplığı
Pablo Servigne, Çev. Alara Çakmakçı, İş Bankası Kültür Yayınları, 2024, 224 s.
“Çöküş dediğimiz şey su, gıda, barınma, giyim, enerji vb. temel ihtiyaçların yasalarla denetlenen hizmetlerle nüfusun büyük çoğunluğuna ve makul ücretlerle tedarik edilemeyeceği bir süreçtir.” Toplumun, bildiğimiz haliyle uygarlığın hatta daha kötüsü biyosferin muhtemel çöküşünü Avrupa’da halkın gündemine taşıyan ve ilk kez 2015’te yayımlanan bu kitap son elli yıldır dünya genelinde etkisini artıran politik ekoloji hareketi içinde en çok tartışılan metinlerinden biri haline geldi. Pablo Servigne ve Raphaël Stevens bugünkü nesillerin yaşam süresi içinde gerçekleşmesini olası gördükleri çöküşün (veya çöküşlerin) ardındaki dinamikleri ortaya seriyor ve 2020’de sözlüklere de giren “kolapsoloji” (çöküşbilim) adını verdikleri bu son derece rahatsız edici konuya disiplinlerarası bir giriş sunuyorlar.
Kopernik Astronomisinin Temelleri
Tuba Uymaz, Aktif Yayınları, 2024, 198 s.
Eski zamanlardan beri Güneş, Ay ve diğer gezegenlerin hareketleri, insanlara hep gizemli gelmiştir. O zamanların bilgeleri duyularıyla algıladıkları bu fenomenlerin neden ve nasıl olduklarını açıklamaya çalışmışlardır. II. yüzyılda İskenderiye’de yaşamış olan Yunanlı astronom ve coğrafyacı Claudius Ptolemaios, kendinden öncekiler tarafından yapılan çalışmaları sistemli bir hale getirerek, yüzyıllar boyu varlığını sürdürecek olan Dünya merkezli sistemi kurmuştur. Bu sistem, Dünya’nın evrenin merkezinde ve sabit olduğunu, Güneş ve diğer altı gezegenin ise Dünya’nın etrafında döndüğünü söyler. Kopernik, Ptolemaios’un Dünya merkezli sistemini, tam karşıtı olan Güneş merkezli sistemle değiştirdi. Bu yeni sistemde Güneş merkezde ve Dünya ise Ay ve diğer gezegenler gibi Güneş’in etrafında hareket etmekteydi. Yıllardır hüküm süren Aristoles fiziği ve Ptolemaios sistemi, Kopernik’in Güneş merkezli sistemi ile yıkıldı. Bunun yanı sıra, Güneş merkezli sistem ile birlikte Kopernik, bilimsel düşüncelerin evrene bakış açımızı değiştirebileceğini gösterdi ve insanın evrenin hâkimi olduğu tasarımını yerle bir etti. Kopernik Astronomisinin Temelleri isimli bu eser, Ptolemaios’tan Kopernik’e uzanan tarihsel süreçte İslam astronomlarının Güneş merkezli sistemin doğuşuna yaptıkları muhtemel katkıları tespit ederek bu katkıların Bilim Tarihi açısından önemini ortaya koymaktadır.
Karialılar – Denizcilerden Kent Kuruculara
Kolektif, Yapı Kredi Yayınları, 2024, 512 s.
Karialılar – Denizcilerden Kent Kuruculara, Karia Bölgesi’nin prehistorik çağlara ta-rihlenen en erken yerleşimlerinden Geç Osmanlı Dönemi’ne uzanan arkeolojik ve tarihi geçmişi hakkında bugüne dek yapılmış çalışmaların ve güncel araştırmaların bir özetini içermektedir. Anadolu Yarımadası’nın güneybatı kesiminde yer alan ve Antikçağ ’da Karia olarak bilinen coğrafi bölgenin kuzey sınırını Büyük Menderes Vadisi, doğu sınırını Dalaman Çayı belirler. MÖ 2. binyıla tarihlenen yazılı kaynaklarda birçok kez adı geçen Karialıların, Hitit istilaları karşısında Anadolu halklarını destekledikleri ancak daha sonra Mısırlılar karşısında Hititlerin yanında yer aldıkları görülür. Karialıların adı, tüm Akdeniz’de geçtikleri yerleri talan ederek Geç Tunç Çağı’nın güçlü imparatorluklarının çöküşüne katkıda bulunan efsanevi “Deniz Kavimleri” arasında da anılır. İlerleyen dönemlerde, Homeros Karialıların Yunanlara karşı Troia kentini savunmaya gelen halklar arasında yer aldığından bahsederken “savaşmaya bir kız gibi altınlarla süslü geldiler” sözleriyle Karialıların zenginliğini vurgular.
İnsan Toplumlarında Simgesel Eylem – Dramalar Alanlar ve Metaforlar
Victor Turner, Fol Kitap, 2024, 328 s.
Toplumsal çatışmaların, kaynaşmaların ve dönüşümlerin ardında hangi güçler bulunuyor? İnsan toplumlarının krize girdiği, çözüldüğü ve yeniden şekillendiği dramatik anlar, toplumların evriminin itici gücü olabilir mi? Victor Turner, simgesel antropolojinin kurucu eserlerinden biri hâline gelmiş bu kitabında, simgesel eylemlerin, ritüellerin ve metaforların toplumsal yaşamın merkezinde nasıl durduğunu keşfe çıkıyor. Toplumsal çatışmaların yinelenen kalıplarını ve bunları çözmek için simgesel eylemleri ve “alanların” nasıl kullandığını inceliyor. Afrika kabilelerinden eski Amerikan uygarlıklarına; Meksika’nın bağımsızlık mücadelesinden İngiltere’de bir döneme damgasını vurmuş II. Henry ile Becket arasındaki emsal çatışmaya; Hindistan’daki kast mücadelelerinden 1960’ların karşıkültür hareketlerine; paganlarda, Hıristiyanlarda ve İslam’da hac yolculuklarının anlamına ve önemine kadar uzanan bir çizgide örnekler üzerinden, toplumsal dramaların kolektif deneyimlerin nasıl şekillendirdiğini ortaya koyarak yepyeni bir bakış açısı sunmayı amaçlıyor.
Felsefe: Ahlaktan Metafiziğe: Bilgelik ve Gerçeklikte Maceralar
Michael Picard, Çev. Aslı Candaş, Literatür Hayat, 2024, 176 s.
Felsefeci yazar Michael Picard’ın kaleme aldığı Felsefe – Ahlaktan Metafiziğe: Bilgelik ve Gerçeklikte Maceralar felsefeye hızlı, zihin açıcı ve aydınlatıcı bir giriş yapmak isteyenlere epistemoloji, etik, metafizik ve mantık hakkındaki farklı görüşleri ve bilginin temellerini sorgulamayı sağlayacak birçok içgörü sunuyor. Yazarın mizahi fakat sade dili okurları en derin sorularla tanıştırarak soyut kavramları gündelik yaşamın birçok önemli meselesine bağlıyor. En büyük akılları meşgul etmiş felsefi sorular, fikirlerimizin tutarsızlıklarını ortaya çıkaran bilmeceler, çözülemez mantıksal paradokslar ve bizi inançlarımızın sonuçlarıyla yüzleşmeye zorlayan ahlaki ikilemler bu kitapta düşünce deneyleri, mantık soruları ve egzersizler eşliğinde zengin bir içerik hâlinde yer alıyor. Felsefenin tarihsel gelişimi yanı sıra bilginin ve düşüncenin gidişatını değiştirmiş Doğulu ve Batılı filozofları da tanıtan kitap, ele alınan konular hakkında kendini geliştirmek isteyenler için ayrıntılı bir bibliyografya sunuyor ve felsefeye başlangıç yapmak isteyen yetişkinlerin yanı sıra genç yetişkinler arasında da düşünce ve diyaloğa ilham kaynağı olma iddiası taşıyor.
Bir Ahtapotun Otobiyografisi ve Öteki Öngörü Hikâyeleri
Vinciane Despret, Çev. Şule S. Çiltaş, Kırmızı Kedi, 2024, 152 s.
İnsanlığın kibri çoğu zaman hayvanları çok fazla hafife almasına, kendini üstün, onları değersiz görmesine sebep oldu. Hayvanların dünyasının ve iletişim yeteneklerinin ne kadar gelişkin olduğunu fark edebilmemiz için 21. yüzyılı beklememiz gerekti. Vinciane Despret bu kitabıyla hayvanların dünyasına bambaşka bir pencere açıyor; bilimsel tartışmaların ve yeni yeni gelişen terolengüistik alanının ışığında bizi bambaşka tasavvurlara sürüklüyor. Anlatılar oluşturmakta farklı farklı yöntemleri olan hayvanların sesine kulak vermeye davet ediyor. Örümcekler belki makinelerimizin gürültüsünden rahatsız olduklarını açıkça ifade ediyor. Vombatlar dışkılarıyla ördükleri duvarlarla kendi içinde son derece tutarlı bir kozmoloji yaratıyor. Kısa ömürlü ahtapotlar belki ölümden sonrasını hayal ediyor ve farkında olmadığımız bir yazıyla metinler bırakıyor. Bilimden felsefi düşünceye geçen, insan canlılarla insan olmayan canlılar arasındaki sınırları bulanıklaştıran bir çalışma olmayı hedefliyor.
Yeni Türk Sineması ve Deleuze Felsefesi
Tezcan Kaplan, Kabalcı Yayınevi, 2024, 576 s.
Filmleri, dönemlere göre değişen, ama özünde aynı kalan sosyo-ekonomik kalıplardan çıkardığımızda ne görür ve işitiriz? Bu kalıpların tarihsel sınırlarını belirleyen “yeni”ye dair bitmek bilmeyen enflasyonda perdeden uzaklaştırılan, sinemanın tekil mevcudiyeti değil midir? Eğer bu mevcudiyeti yok sayacaksak, söz gelimi bir roman okumak ile bir film izlemek arasında nasıl bir fark kalır? Deleuze’ü sinema çalışmaları için kıymetli kılan tam da bu farkı düşünebilme hâlidir. Deleuze’le birlikte hem sinemanın farkını hem de bu farktaki farklılaşmayı -imge ve göstergeleri- birlikte ele alabiliriz.” “Deleuze, filmlere ve onlarla birlikte yaşama bakışımızda bir perspektif değişimine işaret eder. Yaşama içkin olan düşünce ile sinemaya içkin olan duyumsama eşzamanlıdır. İkisi aynı anda olup biter. Deleuze’ün canlı imge tasavvurundaki imgeler evreninde oluşan aralık mefhumunun genişletilmiş hâlidir sinematik deneyim: yaşamın bir anlığına epoché olarak perde veya ekranda askıya alınması. Bu yüzeydeki imge ve göstergeler temsil edilmesi için bilince sunulmuş şeyler değildir. Bilincin kendisi onlar arasında süregelen bir şeydir zaten, evrensel akıştan bir kesittir. Tersyüz etme burada devreye girer. İmgeler evreninin bilince açılması değil, bilincin imgeler evrenine açılması söz konusudur. Her film, bu evrene ait bir imge-dünya’dır. Filmlerle bizim aramızda bilinç aracılığıyla doldurulan bir boşluktansa, her yeni filmle birlikte yeniden açılan-çatallanan, bir önceye ve sonraya götüren imge ve gösterge problemleri vardır.
Ruh Üzerine
Aristoteles, Çev.Furkan Akderin, Say Yayınları, 2024, 112 s.
Aristoteles, Antikçağ felsefesinin en önde gelen filozofudur. Benzer düzeyde bir felsefeye İlkçağda sadece Platon’un erişebildiği kabul edilir. Antikçağa damgasını vurmuş olan Aristoteles, pek çoklarına göre tüm çağların en büyük birkaç filozofundan biridir. Bilim ve felsefede onun başarmış olduklarıyla rekabet etme ümidi besleyebilen insan sayısının bir elin parmaklarını geçmediği hemen herkes tarafından kabul edilir. Aristoteles, mantık, doğa bilimleri, metafizik, psikoloji, etik ve siyaset felsefesi gibi pek çok alanda eser vermiştir. “Aristoteles külliyatı” olarak geçen, özgün haliyle Grekçe 1462 sayfadan oluşan eserler bütünü, derslerinin, kendisi ya da öğrencileri tarafından tutulmuş notlarından oluşur. Üç bölüme ayrılmış olan Ruh Üzerine ruhun doğası, farklı ruh türleri ve bunların işlevlerini konu edinmektedir. Aristoteles ilk bölümde ruhu canlı varlıklardaki yaşam ilkesinin tanımı olarak belirler ve ruhun, organizmanın faaliyetleri ve davranışları için sorumlu olduğunu savunur. İkinci bölümde, ruhların türlerini, sağladıkları yaşam türüne göre ayırır. Üçüncü bölümdeyse akılcı ruha odaklanır ve algı, hafıza, hayal gücü ve zekâ gibi farklı yetilerini inceler. Bu yetilerin ayrı ama birbirleriyle bağlantılı olduğunu ve insan düşüncesi ile akıl yürütmesini sağlamak için birlikte çalıştıklarını savunur. Eser boyunca Aristoteles, ruhu incelemenin, canlıların doğasını ve yaşam ilkelerini anlamak için çok önemli olduğunu vurgularken aynı zamanda ruhun ölümsüz olduğunu da ileri sürer.
Türkiye’nin Düzeni – Dün Bugün Yarın
Doğan Avcıoğlu, Tekin Yayınevi, 2024, 792 s.
“Bizi dünyada en kudretli ve ileri devlet olduğumuz geçmiş yüzyıllara kadar götüren bu incelemede belirtmeye çalıştık ki, Türkiye’miz, çoktan kalkınmış, sanayileşmiş bir ülke haline gelebilir ve çağdaş uygarlığın bugün ön saflarında yer alabilirdi.
Böyle bir gelişmeyi emperyalizm engellemiştir. Emperyalizmin kol gezdiği bir ülkede, daha önce mümkün olan kapitalist kalkınma yolu tıkanmıştır. Emperyalizmin pençesinde gerçekleşen birtakım kapitalist gelişmeler, ülkenin kalkınmasına değil, daha çok sömürülmesine yaramıştır. Tarihimiz göstermiş ve ekonomi bilimi de doğrulamıştır ki, emperyalist hegemonyadan kurtulup bağımsız olarak kalkınma yolunu seçebilecek duruma gelmek, kalkınmanın ilk şartıdır. Ekonomik bağımsızlık bir duygusal istek değil, kalkınmanın gereğidir.” Ülkenin yetiştirdiği en önemli aydınlardan biri olan Doğan Avcıoğlu, “Türkiye’nin Düzeni”nde, Osmanlı’nın son döneminden başlayarak, kapitalizmin gelişim dinamiklerini, sömürge tipi kapitalizmi, ülkenin geri kalmışlığının nedenlerini ele alır, çözüm önerilerini anlatır. Ülkenin dününe, bugününe ve yarına ışık tutan bir Avcıoğlu klasiğidir Türkiye’nin Düzeni. İlk baskısının üzerinden yarım yüzyıl geçmesine rağmen analizleri ve önerileri aşılamamıştır. Bu ülkenin emperyalizmin kucağında büyümesi mümkün değildir. Kapitalizme yaslanarak gidebileceği yol da tıkanmıştır. Haliyle bağımsız bir kalkınma yolu tutturmasından başka kurtuluş yolu yoktur. Bağımsız ve tabii eşit ve özgür ülkenin yolu kalkınmadan geçer. Kalkınmanın yolu ise emperyalizmle ve kapitalizmle yolu ayırmaktan… Türkiye’nin Düzeni, Türkiye’ye ışıklı-çağdaş bir yol tarifidir.
Antikomünist Şebeke – Örgütler, Kişiler, Yayınlar (1946 – 1980)
Fatih Yaşlı, Yordam Kitap, 2024, 384 s.
Türkiye’de milliyetçiliğin, sağın ve antikomünizmin tarihine ilişkin kitapları ve biyografi çalışmalarıyla tanıdığımız Fatih Yaşlı, bu kez, Türkiye’de yönetici sınıfın hegemonya krizleriyle dinselleşme arasındaki tarihsel ilişkiye ışık tutuyor. ‘‘1923 paradigması nasıl çöktü, Cumhuriyet neden yıkıldı?’’ sorusundan yola çıkan Yaşlı, Türkiye’de düzenin üç farklı dönemeçte yaşadığı hegemonya krizlerini aşabilmek için devletle Türk sağı arasında bir mutabakat kurulduğunu ve bu mutabakatın da temelini antikomünizmin oluşturduğunu ileri sürüyor. Bu mutabakatın bir ürünü olarak 1946-1980 yılları arasında Türkiye’de kişileriyle, yayınlarıyla ve örgütleriyle antikomünist bir şebekenin ortaya çıktığını savunan Yaşlı, 2000’li yıllardan başlayarak yaşanan tedrici rejim değişikliğini anlamak için bu antikomünist şebekeyi merkeze alan bir tarih okumasına ihtiyacımız olduğuna dikkat çekiyor. Komünizmle Mücadele Dernekleri’nden İlim Yayma Cemiyeti’ne, Büyük Doğu dergisinden Milliyetçiler Derneği’ne, Milli Türk Talebe Birliği’nden Aydınlar Ocağı’na bir şebekenin adım adım inşa edilişini gözler önüne seren çalışma, bu geleneğin AKP’nin kurmaya çalıştığı yeni rejim üzerindeki siyasi ve ideolojik etkisini çarpıcı ve berrak bir şekilde ortaya koyuyor. Antikomünist Şebeke, Türk sağının şeceresini çıkarmaya yönelik kapsamlı bir çalışma olmanın ötesinde, Türkiye tarihini tarihsel maddeci/sınıfsal bir perspektiften okuma çabalarına ufuk açıcı bir katkıda bulunarak, deneyimlemeye devam ettiğimiz şiddetli hegemonya bunalımını anlamaya ve açıklamaya yönelik yeni bir pencere açıyor.
Nazi Şiddetinin Kaynakları – Faşizm İncelemeleri
Enzo Traverso, Çev. Ertuğrul Genç, İletişim Yayınları, 2024, 213 s.
“Yahudi soykırımının fevkaladeliği, pek de ‘öncülü olmayan’ (…) bir olay değil, modern Batı tarihinde daha önce birbirinden ayrı olarak denenmiş geniş hükümranlık ve yok etme yöntemlerinin özgün bir sentezi olmasıdır. Özgün, dolayısıyla da radikal biçimde yeni olan şey sentezdi ve çağdaşlarının pek çoğu için hayal edilemez ve anlaşılamazdı.” Uluslararası toplum ve akademik çevreler, geleneksel olarak Nazizm ideolojisini ve Holokost’u Avrupa tarihinin doğal akışından bir sapma, önceki çağların barbarlığına ve vahşetine bir geri dönüş olarak gören yaygın bakış açısını kabul eder. Enzo Traverso Nazi Şiddetinin Kaynakları’nda keskin ve berrak bir analizle bu yaklaşımı tersyüz ederek milyonlarca insanın ölümüne sebep olan bu korkunç deneyimi, 18. yüzyıldan itibaren Avrupa’da gelişen modern trendlerin ve medenileştirme süreci”nin uzantısı olarak yorumluyor. Yazar siyasi, askerî,
kolonyal, endüstriyel, bilimsel ve felsefi boyutlarıyla Batı modernleşmesinin karmaşık tarihsel hattını mercek altına alarak, bu benzersiz ölüm operasyonuna giden yolu ören fikirleri ve pratikleri inceliyor. Avrupa’nın siyasi ve entelektüel tarihi üzerine derinlemesine çalışmalarıyla tanınan Traverso’dan soykırım tartışmalarına ufuk açıcı bir katkı sunmak amacıyla kaleme alınmış.
Çeviri ve Toplumsal Cinsiyet – Feminizm Çağı’nda Çeviri
Luise Von Flotow, Çev. Alev Kerimoğlu Bulut, Everest Yayınları, 2024, 192 s.
Uzun yıllardır Ottawa Üniversitesi’nde görev yapan çeviri araştırmacısı ve çevirmen Luise von Flotow, 1990’larda çeviriyi sömürgecilik sonrası yaklaşımlarla buluşturan Kanada ekolünün önemli bir temsilcisidir. Bu ekolün öncülü, Fransız feminizminin etkisiyle Kanada’da özellikle 1980’lerde görülen feminist çeviri etkinliğidir.
Feminist çeviri dinamiklerini kavramsal ve tarihsel boyutlarıyla örnekleyen Çeviri ve Toplumsal Cinsiyet: “Feminizm Çağı”nda Çeviri, antik dönemin lirik şairi Sappho’dan feminist aktivist Simone de Beauvoir’a kadar kadın yazınının tarihsel yolculuğuna çeviri penceresinden bakan değerli bir başvuru kaynağıdır. Bunda kitabın derlediği örneklerin çeşitliliği kadar von Flotow’un feminist eleştirel bakışının ve yorumlarının da etkisi büyüktür. Önsözdeki ifadesiyle bu kitap, yazarın “kültürel bir yapılanma olarak toplumsal cinsiyetin feminist açılımlarına ve kültürel bir aktarım olarak çeviriye olan ilgisinin” bir sonucudur. Von Flotow, “Çevirmen, üçüncü dünya ülkelerindeki kadınların sesinin Batı’da duyulmasında tam olarak nasıl bir rol oynar? Nasıl bir çeviri yapmalıdır? Çeviriyi kimin için yapar? Çevirisi yalnızca o kadınların sömürülmesine hizmet etmekle mi kalır, yoksa uluslararası feminist amaçlara anlamlı bir katkı mı sağlar?” sorularını toplumsal cinsiyet ve çeviriye ilgi duyan okur ve araştırmacıların dikkatine sunuyor.