Ana Sayfa Bilim Gündemi ‘Sana anayasa yaptırmayacağız!’

‘Sana anayasa yaptırmayacağız!’

3205

Ender Helvacıoğlu

Modernite kazanımlarının burjuvaziye özgü olmadığını, tersine tarihi boyunca burjuvaziye rağmen kazanıldıklarını günümüzde net olarak görebiliyoruz. Demokratik halk hareketleri, emekçi hareketleri ve sosyalizm pratikleri zayıfladıkça ve geri çekildikçe dünyada ve ülkemizde burjuvazinin gerçek yüzü de ortaya çıkıyor. Modernite kazanımları denilen değerler ve kurumlar ya küpeşteden atılıyor ya da içleri boşaltılarak egemenlerin birer aracına dönüştürülüyor.

“Modernite kazanımları” veya ülkemiz özelinde “cumhuriyetin kazanımları” dediğimiz kurum ve değerlerin, arkasına toplumsal bir güç konulamadığı zaman ne kadar kırılgan olduklarını da görüyoruz. Bu toplumsal güç, günümüz burjuvazisi değildir; ancak emekçi sınıflar olabilir. Bazı burjuva kesimlere güvenilmesi tekrar ve tekrar hüsranla sonuçlanacaktır.

“Modernite” kavramının sadece “modernleşme”, “endüstrileşme”, “teknolojik ilerleme”, kapitalistleşme” olarak tanımlanıp burjuvaziye teslim edilmesi çok yönlü yanılgılara yol açar. Tarihsel olgulara da ters olan bu çarpık kavrayış, aynı zamanda dincilerin ve gericilerin “modernite düşmanlığına” da zemin hazırlar ve haklılık kazandırır.

Modernite, insanlığın ve emekçilerin kendi kaderlerini kendi ellerine alma; sınıflılığa, sömürüye, ezme biçimlerine karşı mücadelenin yarattığı bir kavramdır; egemenlere karşı direnişin kavramıdır. “Burjuva modernitesi” denilen şeyi, ancak “burjuvazi tarafından el konulmuş ve çarpıtılmış modernite” veya “burjuvaziye zorlan kabul ettirilmiş modernite” olarak tanımlayabiliriz. Burjuvazinin, aristokratlara karşı iktidar mücadelesi verdiği küçük bir zaman kesiti (o da sadece Avrupa’da) hariç bir “modernite sınıfı” olarak nitelenmesi yanlış olur.

Bu, yeni bir olgu da değildir, başından beri böyleydi. Amerikan yerlilerinin soykırıma uğratılması, Afrikalıların köleleştirilmesi, dünya çapında sömürgecilik, başta kadın ve çocuk emeği olmak üzere vahşi emek sömürüsü, dünya savaşları, faşizm, Nazizm, faşist darbeler vs. vs. hepsi “modernite süreci” içinde yaşandı ve sorumluları da bu süreçte en ileri gitmiş ülkelerin yönetimleriydi. Madalyonun bir yüzü (karanlık yüzü) böyledir.

Madalyonun aydınlık yüzünde ise ezilen halkların ve emekçi sınıfların feodalizme, sömürgeciliğe, ırkçılığa, köleciliğe, vahşi sömürüye, emperyalizme ve faşizme karşı mücadeleleri var. Parlamento, seçimler, millet egemenliği, kuvvetler ayrılığı, anayasa, hukukun üstünlüğü, hukuk devleti, insan hakları, emekçi hakları, kadın hakları, laiklik, aydınlanma, ulusal kurtuluş, anti-emperyalizm, anti-faşizm, sosyalizm gibi olgular ve kavramlar bu mücadeleler sürecinde ortaya çıkmıştır.

Hangisi modernitedir? Elbette ikincisi. Kafa karışıklığı, madalyonun iki yüzü olarak tanımladığımız, sürecin iki zıt yönünün iç içe geçmesinden, demokratik değer ve kurumların burjuvaziye zorla dayatılırken, burjuvazinin de bunların içlerini boşaltmaya çalışmasından kaynaklanıyor. İdeolojik alanda da böyle bir mücadele sürüyor. Örneğin ABD’li ve Kanadalı maden şirketlerinin kendi ülkelerinde tek bir ağaç bile kesemezken, Türkiye’nin ormanlarını, zeytinliklerini, topraklarını, sularını talan etmeleri olgusu ancak böyle açıklanabilir.

Burjuvazi, karşısında bir direnç görmediği koşullarda, modernite kazanımlarını ya yok saymakta ya da tamamen yok edemese de içlerini boşaltıp giderek kendi araçlarına dönüştürmeye çalışmaktadır. Günümüz egemenleri, modernite kazanımlarını tümden yok edip insanlığı yeniden krallar, imparatorlar, hanedanlar çağına döndüremezler; o kapı artık kapandı. Ama bu kazanımları tarihsel bağlamından koparıp kendi araçlarıymış gibi gösterebilirler ve halkları yanıltabilirler. Eğer halklar uyanık olmazlarsa…

Seçim kurumunu ortadan kaldıramazlar, ama anlamsızlaştırabilirler ve sürekli kendilerinin kazandığı göstermelik bir kurum haline getirebilirler.

Parlamentoyu ortadan kaldıramazlar, ama onu “millet meclisi” olmaktan çıkarıp iktidar uygulamalarının “onay merciine”, hatta bir “iktidar aracına” dönüştürebilirler.

Yargı kurumunu ortadan kaldıramazlar, ama kendi “sopaları” haline çevirebilirler.

Anayasa kurumunu yok edemezler, ama anayasayı devleti denetleyen ve sınırlayan bir toplum sözleşmesi kurumu olmaktan çıkarıp kendi otokrat ve gerici “anayasa”larını oluşturabilirler.

Laikliği resmen ortadan kaldırıp şeriatı getiremezler (özellikle Türkiye’de), ama altını oyup anlamsızlaştırabilirler.

Ulusal sorunları reddedemezler, ama bir “kurtuluş” (demokrasi, özgürlük, eşitlik) sorunu olmaktan çıkarıp emperyalist planların bir unsuru haline getirebilirler.

Bütün bunları tüm dünyada ama belki de en net biçimde Türkiye’de yaşıyoruz. Keskin bir mücadele konusudur bu.

***

Konuyu yavaş yavaş gündeme gelen “yeni anayasa” bağlamında tartışırsak, “AKP anayasa yapamaz” demek yeterli değildir. Eğer direnç gösterilmezse yapabilir. Bizim bildiğimiz, modernite kurumu olarak bir anayasa değil, kendi otokratik, pre-modern, gerici anayasasını yapabilir.

O halde sloganlarımız “Sana anayasa yaptırmayacağız” veya “AKP anayasasına hayır” olmalıdır. Ve yeni bir anayasanın ancak AKP iktidarından kurtuluş sürecinin ürünü olabileceği vurgulanmalıdır.