Ana Sayfa Dergi Sayıları 260. Sayı Oyun, oynayanların aynasıdır: Kazkafanın Kitabı

Oyun, oynayanların aynasıdır: Kazkafanın Kitabı

703

Nalân Mahsereci

Bir dostum (tanıyorsunuz, Ender) insanlığın varabileceği en ileri seviyenin birlikte oyun oynama üstüne kurulu bir düzen kurmak olduğuna inandığını söylüyor. Çocukların oynadığı cinsten. Rekabeti içerse de düşmanlığı içermeyen; deneyimleyerek öğrenmeye, gelişirken geliştirmeye, kendimizin, karşımızdakinin, insanın, dünyanın, hayatın ve ilişkilerin bilinmezliklerini, inceliklerini ve sınırlarını, oynayarak anlamamıza varmış bir düzen. Sanatın, edebiyatın, felsefenin ve bilimsel düşüncenin yerini, oyuncu düşünce almış. Oyunla öğreniyorsun, oyunla düşünüyor, oyunla üretiyorsun, oyunla sosyalleşiyor, oyunla etkileşiyor, oyunla kendin ve oyunla herkes oluyorsun. Ütopik. Ütopik olduğu kadar güzel.

Oyun, hayatı ve ilişkileri deneyimlediğimiz ilk sosyal platformumuz. İlk, okulumuz. Oynaya oynaya birlikte oynamaktan keyif aldığımız çocukları (erişkin yaşlarımıza da kalsa) eninde sonunda bulduğumuz. Kapısından birlikte girdiğimiz insanla, beraberce öğrendiğimiz, keşfederken değiştiğimiz, yetişkin insanlar olmaya evrildiğimiz o büyülü dünya. Hayatın çocuk dünyasına çevrilmiş hali. Hayatı deneyimlemenin en keyifli yolu.

Dilimize Nuray Önoğlu tarafından kazandırılan, Yiyun Li’nin eseri Kazkafanın Kitabı, kendilerine has oyunlar icat edip oynayan ilk gençliklerine henüz ayak basmış iki kızın, arkadaşlıklarının ve büyümelerinin romanı. Savaşın gölgesi üzerlerine düşmüş tüm yoksul çocuklar gibi, maruz kaldıkları gerçekler, yetersiz beslenmekten çelimsiz kalmış gövdelerine birkaç beden büyük. Ölüm günlük hayatın doğal bir parçasıymış gibi sızıyor dünyalarına. Fabienne ve Agnes ölümün yakıcı kokusunu zayıf ciğerlerine çekiyorlar. Soluk almaları zorlaşıyor ama çocuksu bir hafiflikle oyun oynamaya, yaşama tutunmaya devam ediyorlar.  Basit ve farklı sorular soruyor; düzenin tornalarının henüz törpüleyemediği özgür akıllarıyla yaratıcı yanıtlar veriyorlar. “Mutluluğu büyütme” oyunu oynuyorlar örneğin; pancar gibi mi büyütülür mutluluk, patates gibi mi; yoksa mutluluk toprağın altına girmemesi gereken bir şey midir; buna benzer şeyler konuşuyorlar. Bazen işin içine tanrıyı da katıyorlar oynarken, “eşit ciddiyetle ama zıt şeyler dileyerek dua etseler -sevgili tanrı, lütfen yarın hava güneşli olsun; sevgili tanrı, lütfen yarın hava bulutlu olsun- tanrı hangi duayı kabul edeceğine nasıl karar verir?”

Fabienne ve Agnes, onları görmeye, umursamaya, sevgilerini göstermeye vakitleri ve mecalleri kalmayan ebeveynlerinin giremediği iki kişilik dünyalarındalar. Fransa’nın bir köyünde. Özellikle Fabienne hepten ihmal edilmiş bir çocuk. Agnes ile birbirlerine sığınmışlar. O dünyanın bütün kararlarını Fabienne alıyor. Başına buyruk ve baskın. Agnes, kendisini ne kadar itip kaksa, aşağılasa da, “Fabienne’in tarafında”. En derin bağı Fabienne ile. Agnes böyle hissediyor. Fabienne usta bir hikâye anlatıcısı; oynarken hikâyeler anlatıyor; hikâyelerinde bütün ölüler hayatta. Gerçekleri hikâyelerinin, hikâyeleri oyunlarının, oyunları gerçeklerinin içine karışıyor.

Günün birinde, bütün dünyaya karşı oyun oynamaya girişecekler. Elbette Fabienne’in planı bu. Dünyanın geri kalanının “onlar olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamalarını” istiyor. Çobanlık yapması gerektiğinden okula gidemeyen Fabienne dikte edecek, yazısı güzel olan Agnes yazacak. Adı Mutlu Çocuklar olan kitap, ölen yakınlarını anlatacak. Kitap Agnes’in imzasıyla çıkacak. Agnes sadece Fabienne’in dediklerine uyacak.

Giriştikleri bu iddialı oyun, ilişkilerinde olduğunu sandıklarından başka dinamikler bulunduğunu fark etmelerine yol açacak mı? Fabienne ve Agnes’in aralarındaki dengeyi, ilişki içinde üstlendikleri rolleri değiştirecek mi? Kitap Anges’e Paris’in, daha sonra da Londra’da özel bir kız okulunun yolunu açtığında, aslında iki kişilik dünyalarından çıkmaya korktuğu için Agnes’i bu maceraya iteleyen, sert kabuğunun içindeki kırılgan özüyle Fabienne nasıl tepki verecek? Agnes, Fabienne’siz kalmayı başarabilecek mi, daha önemlisi göze alabilecek mi? Hangisi aralarındaki bağı önemsiyor, hangisi bir diğerini kolluyor? Dünyalarını tam ortadan ikiye bölen, sonra ikisinin birer yarımı birleştiğinde o kadar da uyumlu olmayabileceğini onlara gösteren, bu ayrı düşme süreci mi olacak? Yoksa zekâlarının ve yeteneklerinin tüm parlaklığına karşın, üstelik kaderlerinin zincirini kıracakları bir fırsat da yakalamış görünseler, 1950’lerin düzeninin, statülü birinin eşi olmak dışında bir eğitim imkânı, bir gelecek seçeneği sunmadığı iki genç kadın olarak harcanıp gidecekler mi?

Kazkafanın Kitabı’nın yazarı Yiyun Li, müthiş bir yazar. İnsana ilişkileri içinden bakıyor. Hatta doğayla ilişkisi içinden de. Kazkafanın Kitabı özelinde söylersek, insana, oynadığı oyunun içinden (de) bakıyor. Kitabın çevirmeni Nuray Önoğlu’nun da hakkını vermek isterim: Kazkafa’nın Kitabı’nı bu kadar sevmemin nedeni; su gibi akıp giden, metnin bir çeviri olduğunu fark ettiren engebeler içermeyen berrak Türkçesiydi. Önoğlu, Yiyun Li’nin öykülerini de çevirdi; yayın aşamasındalar. Kendisine sormuştum:

– Yiyun Li’nin öykülerini “Kazkafanın Kitabı” ile karşılaştırırsanız, anlatılan hikâyeler ve üslup açısından neler söylersiniz?
Evet, Wednesday Child adlı öykü kitabını çeviriyorum. Olağanüstü güzel öyküler. Ara ara öyle heyecanlanıyorum ki. Bilgisayarın başından kalkıp kendi çalışmasına dalmış olan eşimin yanına gidiyor, “Sevgilim, bu kadın bir dâhi! İnsan bu kadar da güzel yazmaz ki!” deyip geri çalışmaya dönüyorum. Bu öykülerde, Kazkafanın Kitabı’ndakinden bambaşka bir dil var. Daha doğrusu her öyküde, öyküyü anlatana bağlı olarak dilde, üslupta farklılaşmalar var ya da bana öyle geliyor. Benzerliklere gelince, elbette Yiyun Li’nin hiçbir şekilde didaktik olmadan, bir karakterin, olayın, durumun envaı çeşit yönünü ufak dokunuşlarla anlatma kabiliyeti bütün yazdıklarında aynı. Çok güzellemiş oldum, biliyorum ama çevirmiş olmaktan çok büyük mutluluk duyduğum, son yıllarda beni en çok etkileyen, büyüleyen yazarlardan biri, belki birincisi Yiyun Li.

-Kazkafanın Kitabı, Yiyun Li, Çev. Nuray Önoğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Şubat 2024, 311 s.

NOT: Bu yazıyı İstanbul Eczacı Odası’nın yayın organı Havan için yazmıştım; ufak tefek değişiklikler yaptım. Söyleşi de aynı yayında yer almıştır, buraya tek bir soru ve yanıtını aldım.