Türkiye Rock Tarihi 1: Saykodelik Yıllar
– Güven Erkin Erkal, Esen Kitap, 1. Basım 2013, 199 s.
Memlekette rock-metal müzik dinleyicilerine sorsanız, “Türkiye rock tarihini en iyi kim yazabilir?” diye, herkesin vereceği cevap aynıdır: Güven Erkin Erkal. Uzun zamandır üzerinde çalıştığını bildiğimiz Türkiye Rock Tarihi’nin birinci cildi Esen Kitap etiketiyle okuyucuyla buluştu. Özellikle 20’li yaşlarının sonlarına gelmiş olanların bildiği, sevdiği ve saygı duyduğu bu müzik adamının kitabını uzun zamandır bekliyorduk. Kitap içerdiği bilgilerin yanı sıra görsel açıdan da çok değerli bir çalışma. Erkal, kişisel arşivlerinin yanı sıra birçok değerli müzisyen, sahaf ve müzik yazarının arşivlerinden faydalanarak ortaya gerçek bir ansiklopedi çıkarmayı başarmış.
İki cilt halinde hazırlanan Türkiye Rock Tarihi 1, “Saykodelik Yıllar” alt başlığı ile yayımlandı. Bu ilk kitapta, Türkiye’de rock müziğin doğuşu, hangi müzik türlerinden etkilenerek geliştiği, şimdinin efsane müzisyenlerinin müzik yaşamlarına nasıl başladığı, tarihi bir sırayla verilmiş. Kitabın ilk bölümü “Zenci Velvelesi” caz müziğinin nasıl memlekete geldiği, New Orleans’dan çıkan cazın mütareke yıllarında İstanbul’a gelen bir saksafonla Türkiye’ye nasıl bulaştığı aktarılıyor. Halkımız önceleri pek sıcak karşılamamış, hatta yamyam müziği ve zenci velvelesi gibi adlar takmış olsa da 1950’lerin sonunda popüler olan Erol Büyükburç, İlham Gencer ve Celal İnce bu müziği eserlerinde kullanır olmuşlar.
Türkiye’de rock doğuyor
1957 yılında Deniz Harp Okulu’nda ilk Rock’n Roll grubunun kurulmasıyla rock müzik etkisini göstermeye başlıyor. Erkin Koray, Barış Manço bu dönemi başlatan isimlerin başında yer alıyor. Twist salgını, müzikten sinemaya her yeri sarıyor. 60’lı yıllarda Rock’n Roll ve twist türleri yayılırken müzik yayıncılığı da gelişim göstermeye başlıyor. Türkiye’de ve dünyadaki müzisyenlere yer veren Popüler Melodi dergisi rock müzik dergilerinin öncüsü sayılabilir.
Saykodelik yıllar
Müzikal bir devrim yaratan 68 hareketi ve Woodstock Festivali ile birlikte folk müzik, protest rock ile buluşmuş ve hard rock denemeler başlamıştı. Türkiye’de de sular durgun değildi; siyasi çalkantılar arasında, gençler taraflarını ve sanatçılarını seçmeye başladılar. Cem Karaca, Fikret Kızılok, Esin Afşar, Timur Selçuk ve Özdemir Erdoğan gibi sanatçılar, politik duruşlarını sahnelere ve eserlerine yansıttı ve bu ilhamla yeni eserler ortaya koydu. Bu sanatçıların o dönemde yaptığı eserler hâlâ dinlenmektedir.
Türkiye Rock Tarihi: Saykodelik Yıllar, 80 darbesiyle bitiyor. Birçoğumuzun günümüz efsane müzisyenlerinin hiç görmediğimiz fotoğrafları ve anlatılan dönemlerde çıkan plaklar, long play albümler de kronolojik sırayla verilmiş.
Rock müzik dinleyicisi olun ya da olmayın, rock tarihi ilginizi mutlaka çekecektir. Türkiye’deki ve dünyadaki siyasi olayların, gelişmelerin müziğe etkisini, hâlâ ezbere bildiğimiz şarkıların ve efsane müzisyenlerin bu dönemlerdeki çalışmalarını bulabileceğimiz bu kitabın ikinci cildi için hazırlıkların başladığını da söylemeden geçmeyelim.
İkili sarmalı Watson’dan okumak
– İkili Sarmal – DNA Yapı Çözümünün Öyküsü, James D. Watson, Çev. Alev Serin, Say Yayınları, 2013, 201s.
1953’te Francis Crick ile birlikte DNA’nın ikili sarmal yapısını görüntüleyen James D. Watson, keşiflerinin öyküsünü anlatıyor. Kitap ilk kez, keşifleri nedeniyle Nobel Ödülü aldıktan beş yıl sonra, 1967’de yayımlanıyor. Biyokimyada devrim yaratan keşiflerini bir günlüğe not alırmışçasına yalın ve taraflı bir şekilde kayda geçiyor, Watson. Henüz 25 yaşındayken içine bulunduğu bilimsel alandaki yoğun rekabette birinci olma hırsını, verdiği mücadeleyi ve yaşanan tartışmaları aktarıyor. “DNA tuzu için bir yapı önermek isteriz. Bu yapının biyolojik öneme sahip yeni özellikleri vardır” ile başlayan efsanevi dokuz yüz kelimelik bildirinin son noktasının konulmasına kadar süren bilimsel eleştirilere göğüs geren Watson ve Crick, hayal kırıklığı ve emekle örülü sürecin sonunda gelen başarıyı kutluyor.
Kitapta, Crick ve Watson’ın keşiflerini borçlu oldukları Rosalind Franklin ise kendilerine ışık tutan çalışmalarından çok “sürekli sorun çıkaran bir feminist” olarak anılıyor. Gergin, ciddi ve “duygularını kontrol edemeyen” kişiliği defalarca vurgulanıyor. Franklin’in hakkını teslim etmek bir yana, DNA üzerine yaptığı başarılı çalışmaların temeline birlikte çalıştığı Maurice Wilkins’in kazara yaptığı bir iyilik konuluyor. Anlaşılan o ki, Watson Franklin’e hakkını teslim etmek için önemli bir fırsatı kaçırmakla kalmamış, bu fırsatı tersine çevirerek Franklin’in tarihe huysuz ve temelde bunun sayesinde kimi önemli çalışmalar yapmış bir bilim kadını olarak geçmesini sağlıyor. Yazdığı Sonsöz’de Franklin’in, kadınların eğlence aracı olarak görüldükleri bir dönemde bilimsel alanda yer edinmek için karşı karşıya kaldığı güçlüklerin sonradan farkına vardıklarını söylemesi, kitabın bütününde Franklin’in konumlandırıldığı yeri ancak bir miktar törpüleyebiliyor.
Watson’dan, bilimsel alanda çalışma yapmanın olanaklarının birikim, zekâ ve hırsla birlikte kişisel ilişkilerle de şekillendiğini öğreniyoruz. Örneğin, “Maurice kız kardeşimden gerçekten hoşlanırsa, DNA konusundaki x-ışını çalışmasına katılmam kaçınılmaz olacaktı” diye yazıyor Watson. Bilimsel çalışmaların çerçeveleri, yeni çalışmalar veya yapılacak işbirlikleri laboratuvar dışındaki sosyal ortamlarda da belirleniyor.
Kısaca, Watson’ın günlüğü 20. yüzyılın önemli bir keşfinin hikâyesinden daha fazlasını, dönemin bilimsel dünyasının derinlerine göz gezdirme olanağı sunuyor.
Toplumla “Yüzleşme”
– Yüz Nakli Üzerine Fenomenolojik Bir Çözümleme, Zülküf Kara, Ayrıntı Yayınları, 2013, 142s.
Türkiye için yeni bir olgu sayılabilecek yüz nakli basit bir biyolojik doku transferi midir?, yüz deformasyonundan kurtulmak istemek toplumla nasıl bir “yüzleşme” iradesinin ürünüdür?, nakledilen yalnızca yüz müdür?, bu değişim kişinin beden algısında ne tür değişimler yaratır? sorularını Zülküf Kara, beden ve bilinç arasındaki ilişkiyi fenomenolojik açıdan irdeleyerek cevaplıyor. Dismorfik beden bozukluğuna sahip kişilerle yaptığı görüşmeler yardımıyla Kara, çirkinliğin utanç ve dışlanmaya dönüşmesini, “başkaları için beden”in canlı bedene egemen olmasını inceliyor. Nakledilen yüzle birlikte yeni bir kimliğin inşa edildiği zeminin nitelikleri ortaya konarken, öncesi ve sonrasıyla nakil işleminin toplumsallığa ne kadar sıkı bir biçimde bağlanmış olduğunu görüyoruz. Nihayetinde toplumsal ilişki kurmanın aracısı olan bedenlerin en görünür parçası olan yüzün tahribi de yeniden biçimlendirilmesi de hem toplumsal hem felsefi tartışmalar içeriyor. Kara, çok boyutlu konunun ana hatlarını düzenli ve akıcı bir biçimde ortaya koyuyor.
Devletler, Bankalar ve Kriz
– Meksika ve Türkiye’de Yükselen Mali Kapitalizm, Thomas Marois, Çev. Beyza Sümer Aydaş, Nota Bene Yayınları, 2013, 333s.
Kanadalı olan yazar Marois, Londra’da ekonomi politik ve kalkınma çalışmaları üzerine araştırmalar yapan bir öğretim üyesi. Kendisini iktisadi çalışmalarını maliye, siyaset, sosyoloji gibi pek çok alanla birlikte kurgulayan bir siyasi iktisat akademisyeni olarak tanıtıyor. Bu nedenle kitabının da en iyi disiplinler arası çalışmalar yürüten sosyal bilimciler tarafından anlaşılacağını söylüyor.
Marois, “Marksizm’den ilham alarak” oluşturduğu iktisadi çerçevede, coğrafi, siyasi, tarihi ve demografik olarak benzer bulduğu Türkiye ve Meksika’yı mercek altına alıyor. İki ülkenin de “gelişmekte olan finans kapitalizmi” çağında olduğunu belirten Marois, Türkiye ve Meksika’nın iktisadi olarak benzer bir konumda bulunduklarını savlıyor: “Kurumsallaşmış öncelikler ve hâkim toplumsal mantık, devlet yöneticilerinin ve yönetim elitlerinin eylemlerine, çoğunlukla işgücünün aleyhine yön verirken yerli ve yabancı finans sermayesinin çıkarlarının devlet aygıtında birleşmesi.” Kitabın bütünü bu savın geliştirildiği yedi bölümden oluşuyor. Ayrıca yazar son bölümde, mevcut olana alternatif öneriler ve bu önerilerin gerçekliğine ilişkin yorumlarına yer veriyor.
Biliminsanının Toplumdaki Rolü
– Karşılaştırmalı Bir İnceleme, Joseph Ben- David, Çev. Melek Dosay Gökdoğan – Cüneyt Coşkun, Epos Yayınları, 2013, 269s.
Josep Ben-David’in “biliminsanı kimdir?” sorusuna yanıt aradığı incelemesi, ilk doğa filozoflarından başlayarak günümüze değin farklı coğrafyalar ve toplumsal koşullarda farklılaşan bilim-biliminsanı-toplum ilişkilerini karşılaştırmaları bir biçimde ele alıyor. Bilimin kurumsallaşması, profesyonel üniversite hocalarının ortaya çıkışı, biliminsanının rollerindeki değişimler İtalya, ABD, Almanya, İngiltere ve Fransa deneyimleri üzerinden aktarılıyor.
Bilim sosyolojisindeki farklı yaklaşımların incelendiği ilk bölüm, bilime ilişkin pratiklerin anlatılıp yorumlanacağı sonraki bölümler için teorik bir çerçeve çiziyor. Kitapta bilimsel faaliyete kurumsal yaklaşımın izlendiğini belirten yazar, biliminsanlarının rollerini ve bilimsel örgütlenmeyi şekillendiren koşullara odaklanıyor. Bu yöntem, biliminsanının tarihine yönelik araştırmanın sınırlarını “bilimsel faaliyetin nasıl büyüdüğü ve bugünkü yapısını nasıl edindiği”ne ilişkin sorulara yanıt verecek denli genişleterek bütünlüklü bir bilim tarihi değerlendirmesini bizlere sunuyor.
Din
– Teorisi/Pratiği, Dünü, Bugünü, Ed. Sibel Özbudun – Mahmut Konuk, Ütopya Yayınları, 2013, 446s.
Robespierre’in “yeryüzünden söz etmeleri, gökyüzünü sömürmek içindir” deyişi ile karşılandığımız kitap Türkiye Orta Doğu Forumu Vakfı ve Özgür Üniversite işbirliği ile gerçekleştirilen sempozyumun tebliğlerinden oluşuyor. Sempozyumun ana amacı, AKP iktidarı ile birlikte Sünni İslamcılık’ın siyasetin zeminini belirleyen bir unsur olarak ortaya konması, liberal solda ortaya çıkan dini yapılanmalarla ittifak arayışları ve Kürt hareketinin İslami damarla barışma çabaları karşısında Marksist tutumu belirginleştirmek ve savunmak. Kitapta tebliğleri bulunan katılımcıların arasında Fikret Başkaya, Alâeddin Şenel, Sibel Özbudun, Sungur Savran, Temel Demirer, Ergin yıldızoğlu gibi isimler var. Laiklik, sekülarizm, İslamcılık gibi kavramların masaya yatırıldığı sempozyumda Alevilerden, cemaatlere, kadınlardan Kürtlere kadar pek çok toplumsal kesimin din ile ilişkisi sorgulanıyor. Dine ve dinsel inançların boyunduruğundan kurtuluşa sınıfsal perspektifle yaklaşmak gerektiği bilinciyle yazılmış makaleler, teorik ve politik bir duruşun omurgasını çiziyor.
Güç ve Masumiyet
– Şiddetin Kökenleri Üzerine Bir İnceleme, Rollo May, Çev. Mihriban Doğan, Say Yayınları, 2013, 320s.
Rollo May, Yale Üniversitesi’nde güç ve şiddet üzerine dersler veren bir psikolog. İnsan olmanın ne anlama geldiğini anlamak için gücü ve şiddeti incelemek gerektiğini belirten yazar, kitabında masumiyetin pasifliğini, gücün iradesiyle karşı karşıya getiriyor. Şiddetin her zaman yıkıcı olmadığına, farklı kişilik ve durumlarda farklı şiddet deneyimlerinin yaşandığına dikkat çeken yazar, şiddetin karanlıkta kalmış yönlerini aydınlatıyor. May, şiddetin, bir ucunda irade koymak diğerinde ise yıkıcılaşmak olan doğrusal bir ölçeğinin olmadığını belirtiyor. Güç çeşitleri, gücün hangi noktada saldırganlığa dönüştüğü, coşku ile şiddet arasındaki ilişki ve yıkıcı-yapıcı şiddet ayrımlarının incelerken, bir yandan da güç ile şiddet arasındaki mesafeyi açacak yeni bir toplumun niteliklerini belirlemeye çalışıyor. Kitapta güce, şiddete ve masumiyete dair sosyolojik ve felsefi tartışmalar, örnekler, öyküler ve diyaloglarla zenginleştirilip anlaşılır kılınıyor.
Komün Gücü
– Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Sosyal İnsan Yayınları, 2013, 436s.
Tarih tezi ve bu tezin ışığında yaptığı araştırmalarla Türkiye sosyalist hareketine özgün bir teorik miras bırakmış olan Kıvılcımlı’nın Komün Gücü, uzun bir aradan sonra okuyucularla yeniden buluştu. Eserde, insanın biyolojik ve kültürel evrimiyle birlikte toplum olgusunun doğuşunu ve toplumun dinamikleri merkeze alınıyor. Başlangıcını doğada bulan, yenilse de yok olmayacak bitişi sınırsız bir canlı organizma olarak ortaya koyduğu “komün”ün incelenmesi gerekliliği konusunda Kıvılcımlı şunları söylüyor: “Sanılır ki insan toplumunun ilk çekirdeği olan komüna, onbinlerce yıl gerilerde kalışıyla bugünkü insan toplumunu pek uzun uzadıya ilgilendirmez. Oysa, nasıl maddenin en küçük parçası atom, canlının en küçük parçası hücre, tüm evreni, hayatı ve insan toplumunu ilgilendiriyorsa, tıpkı onun gibi insan toplumunun parçalanabilir en ilk çekirdeği komün de bugünkü insanı dolaysızca ilgilendirir. Çünkü bugünkü toplum yapılarının o ilk çekirdeğin kendisini yeniden üretişlerinden gelişmiş başka başka yansımaları ve evreleridirler.” Kıvılcımlı yazınının başyapıtlarından olan bu kitabı sosyalinsanyayinları@gmail.com adresinden sipariş verebilirsiniz.
Moabit Hapishanesi Notları
– Erich Honecker, Çev. Timur Turgay, Yazılama Yayınevi, 2013, 247s.
Dünya’daki sosyalist deneyimlerin, tarihsel bir anlatı olmaktan ötesine geçerek, geleceğe ilişkin teori ve pratiklere ışık tuttuğu bir gerçektir. 1971’den 89’a kadar Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin iktidar partisi olan Sosyalist Birlik Partisi’nin başında bulunan Honecker’in anlatıları da bu anlamda büyük önem taşıyor. Almanya’nın birleşmesi ile birlikte tutuklanarak yargılanan Honecker, bu notları kaldığı Moabit Hapishanesi’nde kaleme almış. Anılarıyla birlikte çeşitli siyasetçilerle yaptığı görüşmelerin tutanaklarının da yer aldığı kitap, Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin yıkılış dinamiklerinin analizi için birinci elden bir belge niteliğinde. Yaşamının sonuna kadar sosyalist kalmış olan Honecker’in, cumhuriyetin kuruluş dönemine ilişkin değerlendirmeleriyle birlikte, iktidar partisi önderi olarak, cumhuriyetin yıkılış yolunu açan hatalı ve eksik politikaların özeleştirisini de gerçekçi bir biçimde yaptığına tanık oluyoruz. Bedelleri ağır biçimde ödenmiş bu deneyimler, özellikle sosyalist iktidarın kapitalizm ile uzlaşma arayışlarına karşı onlarca yıl önceden yapılmış uyarılar barındırıyor.
Şimşirlerin Başına Gelenler
– Bir Kırsal Çevre Öyküsü, Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği, 2013, 192s.
Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği’nin girişimiyle başlatılan Rize Şimşirlerinin Tanıtılması ve Korunması Projesi’nin bir ürünü olan kitap, proje ekibi ve Fırtına Vadisi üzerine çalışan akademisyen ve çevreciler tarafından yazılmış makalelerden oluşuyor. Proje ekibi Türkiye’nin dokuz sıcak bölgesinden biri olan Fırtına Vadisi’nde hızla azalan şimşir ağaçlarının korunması yönünde bir duyarlılık yaratmaya çalışıyor. Belgesel hazırlama, tartışma oturumları örgütleme, bilgi vermek üzere toplantılar düzenleme gibi etkinliklerin bir kolunu ise bu kitap oluşturuyor. Nitelikleri, kullanıldığı alanlar, mitolojik anlatılarda taşıdığı anlam, günümüzde varlık gösterdiği bölgeler gibi pek çok bilginin derlendiği kitap, şimşir ağacını bütünlüklü bir biçimde aktarıyor. Türkiye’de ağaçlandırma ile ilgili sorunlara değinilirken, bir örnek olarak Gürcistan’da yürütülen ağaçlandırma deneyimleri inceleniyor. Ağaçlandırma konusunda bütünlüklü politikaların izlenmediği ülkemizde, ormanların ve tükenen ağaç türlerinin korunması yönündeki bu girişimlere verilen desteğin artırılması yaşamsal bir önem taşıyor.
Dilin En Güzel Tarihi
– Pascal Picq, Laurent Sagart, Ghislaine Dehaene, Cêcile LEstienne, çev. Sema Rifat, İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Basım Kasım 2013, 137 sayfa.
İş bankası kültür yayınları tarafından çok “güzel” bir dizi başlamıştı: “Güzel tarih dizisi”. Bu oldukça ilginç seriden en son Dilin En Güzel Tarihi çıktı. Paleoantropolog, dilbilimci, çocuk hastalıkları uzmanı ve gazeteci tarafından yazılan bu kitapta dilin insan için ayırıcı niteliği ve düşüncelerimizi düzenlemek, hatta hayal kurmak için gerekliliği anlatılıyor. Kitapta, “evrimin hangi küçük onarımı dilin ortaya çıkmasına yol açmıştır?”, “atalarımız kendilerini nasıl ifade ediyorlardı?”, “bebekler konuşmayı nasıl öğrenir?” sorularının cevaplarını bulabilirsiniz.