Ana Sayfa Dergi Sayıları 88. Sayı Denizler arası yapay kanallar ve ekosistem

Denizler arası yapay kanallar ve ekosistem

Kapak Dosyası

14084
0

Marmara Denizi ve Karadeniz arasında yeni bir suyolu açma projesi olarak gündeme gelen Kanal İstanbul, böyle bir durumda ekosistemin ne yönde etkileneceği açısından da ele alınmalı. Bir fikir vermesi için, iki deniz arasında açılmış olan dünyadaki iki yapay kanal, Süveyş ve Panama Kanallarının denizel ekosisteme etkilerini özetlemek istedik.

Marmara Denizi ve Karadeniz arasında yeni bir suyolu açma projesi olarak gündemimize düşen Kanal İstanbul, çoğu insan gibi beni de, ilk olarak, böyle bir durumda ekosistemin ne yönde etkileneceğine ilişkin düşünmeye yöneltti. Bu sorunun yanıtı içinse öncelikle dünyada var olan ve iki deniz arasında açılmış yapay kanalları, özelliklerini ve bu kanalların bulundukların bölgelerin ekosistemine etkilerini araştırmak gerekliydi. Nitekim bu yazı, iki deniz arasında açılmış olan dünyadaki iki yapay kanal, Süveyş ve Panama Kanalları ile denizel ekosisteme etkileri üzerine bir derleme olarak hazırlandı.

Suyolları ve kanalların tarihçesine şöyle bir göz atmak, bir anda yüklü bir külliyatla karşı karşıya bırakıyor insanı. Eski uygarlıklar, öncelikle, seyir yapılabilen nehirlerin kıyısında gelişmiş ve ilerlemiştir. Bununla birlikte ilk anıtsal hidrolojik inşaat projeleri de sulama ve taşıma ile ilgili geliştirilmiştir. MÖ 2200 civarında ilk seyir yapılabilen kanal; Mezopotamya’da Dicle ve Fırat nehirlerini bağlantısını sağlayan Şattül Hai Kanalı kazıldı. Yine MÖ 6. yüzyılda, Nil Nehri ve Kızıldeniz’in kuzeyi bir kanalla birleştirildi. MÖ 4. yüzyılda Çin’de ise, aralarında 1000 km’lik mesafe bulunan Pekin ile Hangzhou, Büyük Kanal ile birbirine bağlandı.

  1. yüzyılda gerçekleşen teknolojik yenilikler; iç sulardaki suyolu ağının yaygınlaşmasıyla taşımacılık faaliyetlerinin ve seferlerin artmasına olanak verdi. Takip eden 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ilk dönemlerinde ise kazma yöntemiyle, denizler arası hatta okyanuslar arası kanallar açıldı: Akdeniz’den Hint-Pasifik Okyanusu’na direkt bir rota çizen Süveyş Kanalı ve Atlantik Okyanusu ile Doğu Pasifik Okyanusu arasında bir geçit sağlayan Panama Kanalı.

Hemen burada, ekosistem ile ilgili bazı açıklamalarla kanalların etkisine kısa bir giriş yapalım. Öncelikle “biyolojik istila ya da biyolojik yayılım”, türlerin doğal ortamlarından çıkıp, yabancı oldukları başka bir bölgede kolonileşmesi olarak tanımlanır. Bu yabancı türlere egzotik türler denir. Egzotik türlerin yeni ortamlarına girişi çeşitli yollarla olur. Başlıca yollar şunlardır: 1) Yetiştiricilik amacıyla bilinçli taşınım. 2) Gemi balast suları ile tesadüfî taşınım. 3) Ortamlar arasındaki engellerin kalkmasıyla türlerin geçişine imkân verilmesi (Süveyş Kanalı’nın açılması ile Akdeniz’e geçiş). 4) Doğal süreçler (örneğin, Cebelitarık Boğazı’ndan Akdeniz’e geçiş). (1)

 

Süveyş Kanalı

Süveyş Kanalı, Fransız diplomat Ferdinand de Lesseps’in girişiminde 10 yıllık bir inşa çalışmasının ardından 1869 yılında açıldı. İlk açıldığında 164 km uzunlukta ve oldukça sığ, 8 m derinlikteydi. Ancak, günümüze gelene kadar çeşitli derinleştirme ve genişletme çalışmaları yapıldı. 2010 yılı itibarıyla 193 km uzunluğunda 205-220 m genişlikte ve 24 m derinliğindedir. Kuzeyde Said Limanı’ndan başlayıp Timsah Gölü ve Acı Göl’den de geçerek güneyde Süveyş Kenti ve Süveyş Körfezi’ne kadar uzanır.

Süveyş Kanalı ve işlevi. Kaynak: www.epochtimestr.com

Akdeniz ile Kızıldeniz’i birbirine bağlayan bir suyolu açılması 19. yüzyılda gerçekleşmiş olsa da, bu konudaki fikirler oldukça eskidir. MÖ 19. yüzyılın başlarında, Mısır Hükümdarı Sesostris, Kızıldeniz ve Nil Nehri’ni birleştirecek bir kanal projesi önermiştir. Bu konuyla ilgili Aristoteles, Meteorologia adlı eserinde şöyle yazar:

“Onların krallarından biri (eski kral Sesostris), tüm bölge için seyir yapılabilmesine olanak verecek olup, onlara çok az yarar sağlayacak bir kanal yaptırmayı denedi. Fakat gördü ki, deniz karadan yüksektir. Bu yüzden önce O, ardından Darius, kanal yaptırmaktan, deniz nehrin suyuyla karışıp onu kullanılmaz hale getirmesin diye vazgeçtiler.”

Kızıldeniz’den Nil Nehri’ne bağlanarak Akdeniz’e açılma fikrinden vazgeçilse de, MÖ 7. yüzyıl civarında Firavun Nekao zamanında Nil, Timsah Gölü ve Kızıldeniz arasında bir kanal açma çalışmaları başladı. MÖ 3. yüzyılda II. Ptolemaios zamanında bitirilen bu kanal MS. 8 yüzyılın ortalarına kadar kullanıldı, ancak sonra tamamen bırakıldı. Osmanlılar 16-18. yüzyıllar arasında Akdeniz ile Kızıldeniz arasında bir kanal açma fikri üstünde durdularsa da ancak 19. yüzyılda Napolyon’un bölgeye yaptığı seferde kanal planı kesinleşti. Kanal tasarısını Napolyon’un seferine katılan başmühendis J. M. Le Pere hazırlamış, tasarıyı Limand de Bellefonds düz bir hat olarak düzeltmiş ve Fransa’nın İskenderiye konsolosu Ferdinand de Lesseps son kararı vermiştir. Tüm bu olaylar sırasında yoğun politik oyunların döndüğünü, bu kanalın yapımını üstlenerek sanayi devriminin görkemini yaşayan Avrupa ülkelerinin üstünlük elde etme yarışlarını ve tabii ki özellikle İngiltere’nin Hindistan yolu için duyduğu kaygıyla kanalın inşasını durdurmak için sayısız girişimi olduğunu unutmamak gerek.

Süveyş Kanalı, her iki dünya savaşında da stratejik rol oynamıştır. Kanalın kontrolünü ele geçirmek için 1950’li yıllardan önce Fransa, İngiltere, Almanya, Türkiye, Mısır arasında sürekli bir yarış gözlenirken; dünya dengelerinin değişmesiyle soğuk savaş döneminde SSCB ve ABD arasında gerilimler olmuştur. Yine, İsrail ve Arap savaşlarında kanal üzerindeki hâkimiyet de önemli rol oynamaktadır. Tüm bu olaylar, Kanal’ın tarihinde dönemsel olarak uluslararası trafiğe kapatılmasıyla sonuçlanmıştır.

Süveyş Kanalı ve Akdeniz’deki Said Limanı. Kaynak: www.followthecontainer.com

Süveyş Kanalı, sıra dışı bir yapıt olarak birbirinden tamamen farklı 2 büyük su kütlesini birleştirmesiyle bölgenin doğa tarihinde önemli bir dönüm noktası yaratmıştır. Süveyş Kanalı projesine imza atanlar yalnızca Avrupa’dan Hindistan ve Uzak Doğu’ya kestirme bir ticaret yolu açma niyetindeyken böylesi zoocoğrafik ve ekolojik değişimlerin meydana gelebileceğini öngörememişlerdir. İndo-Pasifik bölgesinin en kuzey ucunu oluşturan Kızıldeniz ile batı ucundan Atlantik Okyanusu’na açılan Akdeniz’in birbirinden oldukça farklı canlı toplulukları ve hidrografik özellikleri vardır. Bu farkı ortaya çıkaran temel etken sıcaklık rejimidir. Tropikal karakterdeki Kızıldeniz’de yıllık sıcaklık aralığı, yani yıl içinde kaydedilen en düşük ve en yüksek değerler, 23,5-28,5 °C arasında değişirken, dönencealtı (subtropik) Akdeniz’de yıllık sıcaklık aralığı 15-30,5 °C ile büyük farklılıklar göstermektedir. Kızıldeniz, İndo-Pasifik (Hint-Pasifik) kökenli, üreme ve gelişim için yüksek sıcaklıklara adapte olmuş tropikal bir hayvan topluluğuna (fauna) sahiptir. Bunun yanında ılıman Atlantik kökenli Akdeniz hayvan toplulukları için ideal olan minimum kış sıcaklıkları, Kızıldeniz türleri için ölümcül düzeydedir. (2)

Deniz suyu beslemeli Süveyş Kanalı, Kızıldeniz ve İndo-Pasifik canlı topluluklarının Akdeniz’e neredeyse tek yönlü geçişini sağlamıştır. Kanal’ın oldukça uzun oluşu, sığlığı, sıcaklık, tuzluluk ve bulanıklık düzeylerinin sürekli değişmesi gibi tüm olumsuz koşullara rağmen; 1980 yılından beri, Akdeniz tür listesine 1000’in üzerinde yeni tür kaydedildiği belirtilmiştir. Bu duruma neden olarak, yeni coğrafik bölgelerin keşfi, yeni batimetrik zonlarda yapılan çalışmalar, yeni teknolojilerin kullanılması (taksonomi alanında yapılan genetik çalışmalar) ve biyolojik istila gösterilmiştir. Bazı kaynaklar, 500 türün net olarak Kızıldeniz kökenli olduğunu belirtmektedir. Canlı topluluklarının Kızıldeniz’den Akdeniz’e girişine “Lessepsiyen Göç” adı verilmiştir. Lessepsiyen kelimesi ilk olarak 1978 yılında Ferdinand de Lesseps’e ithafen kullanılmıştır. Akdeniz’den Kızıldeniz’e göç ise “Anti-Lessepsiyen Göç” olarak adlandırılır. Göçün büyük bir bölümünün, Kızıldeniz’den Akdeniz’e doğru olmasının nedenleri: 1) Kızıldeniz’in daha yüksek tür zenginliği ve çeşitliliğine sahip olması. 2) Zengin Batı İndo-Pasifik balık topluluklarının bir parçası olan Kızıldeniz balık topluluğunun birbirinden farklı özellikler gösteren çok çeşitli ortama (ekolojik nişe) uyum sağlayabilmesi sayesinde Akdeniz’in yerli türleriyle daha iyi rekabet edebilmesi. 3) Hakim rüzgâr ve akıntıların, özellikle türlere ait yumurta ve larvaların güney-kuzey doğrultusunda taşınımına yardımcı olması olarak sıralanmaktadır. (3)

Kızıldeniz kökenli yabancı türler, tahmin edilebileceği gibi, Süveyş Kanalı’nın açıldığı Levantin havzası olarak bilinen Doğu Akdeniz’de yoğunlaşır. Buna rağmen, her yıl pek çok yeni bilimsel yayın, yabancı türlerin Akdeniz’deki yayılımını takip etmeye olanak vermekte ve balık türlerinden, eklem bacaklıların yengeç, ıstakoz gruplarına hatta midye, deniz minaresi, salyangoz gibi yumuşakçalara kadar pek çok türün; Tunus, Adriyatik Denizi, Sicilya gibi Batı Akdeniz bölgesinde de gözlemlendiği bildirilmektedir.

Doğu Akdeniz ya da Levantin Havzası, Batı Akdeniz’e göre daha yüksek sıcaklık ve tuzluluk değerleri gösterir. Bu durumun en önemli nedeni; Cebelitarık Boğazı sayesinde Atlantik Okyanusu’ndan giren nispeten soğuk ve tuzluluğu düşük suların batı tarafta kalması ve etkisinin doğu taraf için oldukça az olmasıdır. Bazı araştırmacılar 70’li yıllarda Nil Nehri üzerinde inşa edilen Aswan Barajı’nın devreye sokulması ile Doğu Akdeniz’e Nil suyu girdisinin kesilerek, tuzluluk değerlerinin yükseldiğini ve İndo-Pasifik kökenli türlerin Akdeniz’e uyum sağlamasındaki önemli bir engel olan tuzluluk farkının etkisinin oldukça azalmasına yol açtığını düşünmektedir. İşte, Batı Akdeniz’de yabancı türlerin çok daha az görülmesinin bir nedeni de sıcaklık ve tuzluluk rejimindeki bu farklılıktır. Buna rağmen, yabancı türlerin yayılımlarını batıya doğru genişletebilmeleri bu türlerin farklı koşullara ilişkin uyum sağlayabilme düzeyleriyle ilgili bilgi vermekle birlikte, iklim değişikliğinin deniz suyu sıcaklıklarına etkisini de hesaba katmak gerekir. Yine bazı görüşler, Kızıldeniz yayılımcı türlerinden en başarılı olanların, kış dönemi su sıcaklıklarının artış gösterdiği dönemlere rast gelerek bu fırsatı kaçırmayıp sayıca artışlarında patlama yaptıklarını savunmaktadır. Gelgelelim şu anda Levantin Havzası’nda 30-40 m derinliğe kadar olan kıyı bölgelerinin canlı topluluklarının yapısı ve özellikleri tamamen Kızıldeniz kökenli yabancı türlerin baskınlığındadır. Öyle ki Akdeniz yerel (endemik) türlerinin oluşturduğu populasyonlar yavaş yavaş ortamdan uzaklaşmaktadır. (2)

Bazı yabancı türlerin zararlı olduğu, ortamda sıkıntı yarattığı, bunun yanında bazı istilacıların ekonomik öneme sahip olduğunu belirtmek gerek. Yabancı türlerin, Akdeniz havzasına ekolojik olarak olumsuz etkilerini genel olarak özetledik. Bunun yanında, Levantin Havzası trol balıkçılığında ana avın yüzde 50’sini hali hazırda Kızıldeniz kökenli karidesler ve balıklar oluşturmaktadır. Nitekim ülkemizde yapılan bazı çalışmalar, Doğu Akdeniz’deki balık üretiminde gözlenen artışı, yabancı türlerin bölgeye yerleşmelerine bağlamaktadır. Yine birçok araştırmacı göçmen türlerin hedef bölgede doldurulamamış, kendine has özelikleri olan ortamı (ekolojik nişi) değerlendirdikleri için başarılı olduklarını bildirmektedir. (4) Bu durumun oldukça tipik bir örneğini ve hem olumlu hem de olumsuz tarafını, 2002-2006 yılları arasında Datça ve Gökova’da gerçekleştirdiğimiz biyoçeşitlilik çalışmasında gözlemleme fırsatımız oldu: Akdeniz’in ekonomik balık türleri çoğunlukla etobur beslenme biçimi gösterir. Dolayısıyla denizel bitkilerinden deniz algleri (yosun) üzerinden beslenen, otobur balık türleri oldukça azdır. Yani bu ekolojik niş çok az değerlendirilmektedir. Ege’de avcılığı yapılan ve yerel ağızla salpa olarak anılan (Sarpa salpa) ekonomik balık türü otobur beslenme gösterir. Çalışma yaptığımız dönemde oldukça sık karşılaştığımız Kızıldeniz kökenli iki balık türünün de (Siganus rivulatus ve Siganus luridus) otobur beslenme gösterdiğini gözlemledik. Bu türlerin beslenme alışkanlıklarına yönelik çalışmalar her iki türün de obur olduğunu ve çok büyük miktarlarda alg tükettiğini belirtmektedir. Olumlu anlamda yabancı Siganid türleri bir boşluğu değerlendirmektedir. Ancak, projenin devam ettiği birkaç sene içinde yerel balıkçılarla yaptığımız anket çalışmaları sonucunda, salpanın giderek azaldığını, avdan çıkmadığını ve hep yabancı türlerin avlandığını fark ettik. Bunun nedeni, salpanın, aynı ekolojik nişi paylaştığı bu iki yabancı türle rekabet edemeyip ortamı terk etmesidir. Ek olarak, başlarda yabancı balık türlerine tepki duyan balıkçılar, giderek ortamda bolca avlanan Siganid türlerini sevmeye başladılar ve bu iki yabancı tür, bugün yerel balıkçılıkta belli bir ekonomik öneme sahip. (5, 6)

 

Panama Kanalı

Panama Kanalı, 1904-1914 yılları arasında inşa edilmiştir ve Atlantik Okyanusu ile Pasifik Okyanusu’nu birbirine bağlar. Orta Amerika’da bulunan Kanal, doğuda Karayip Denizi’nden başlayıp Gatun Gölü’ne uzanarak batıda Panama Körfezi’nde son bulur. Fransız-Amerikan ortaklığındaki Kanal’ın inşası sırasında ABD tam 352 milyon dolar harcama yapmıştır ki bu meblağ, o güne kadar yapılmış en yüksek harcamadır.

Panama Kanalı. Kaynak: http://www.telegraph.co.uk

Panama Kanalı’nın tarihçesine bakarsak, 16. yüzyıl yani keşifler çağının başına uzanmak gerekir. İspanyollar, Orta Amerika’ya ulaşır ulaşmaz, yerlilerin iki denizi birleştiren bir kanaldan söz ettiklerini duymuşlar. Dönemin önemli kâşifleri; Colomb, Bastidas, La Cosa ve Vespucci denizle tatlı suyun birleştiği haliçlerde araştırma yapmışlar ancak sözü edilen kanalı bulamamışlar. Ancak, Rio Chagres Nehri’nin yanından geçen ve Güney Amerika’ya ulaşmalarını sağlayan bir yol açmışlar ve 18. yüzyıla kadar bu yoldan, Peru’nun altın ve gümüşünü taşıyan katır kervanları geçiş yapmış. Pasifik Okyanusu’nun keşfi ve ilerleyen yüzyıllarda haritacılığın gelişmesiyle, okyanuslar arasında kanal açılması fikri gündeme gelince, yabancı gemilerin Peru’ya ulaşmasını kolaylaştırmak İspanyolların işine gelmemiştir. Böylece 19. yüzyılın ortalarında tanıdık bir isim ortaya çıkıncaya kadar kanal fikri rafa kalkmıştır. 1875 yılında, Süveyş Kanalı başarısından aldığı esinle okyanuslar arası bir kanal açmak istediğini açıklayan Ferdinand de Lesseps ve ekibi, ince eleyip sık dokuyarak araştırmalarını yaptılar ve Panama’da karar kıldılar. Uluslararası bir şirket olan Okyanus Kanalı Şirketi’ni kurdular ve ABD-Fransa işbirliğinde Panama Kanalı için çalışmaya başladılar. 10 yıl kadar, çeşit çeşit küçük şirketler kuruldu; bu şirketler çeşitli imtiyazlar ve devlet desteğinden yararlanmak için kullanıldı. Ancak harcamaların fazlalığı nedeniyle iş bırakıldı, şirketler dağıtıldı. 1904 yılında kanalın inşasına başlanana kadar, pek çok el değiştirme, başlama girişimleri oldu. En sonunda ABD’nin hamlesiyle yaptırılan Kanal’ın hem idaresi hem de iki tarafında uzanan 18 kilometrelik toprak parçaları ABD’nin yönetiminde bulunuyor.

Süveyş Kanalı’nın aksine Panama Kanalı, bir tatlı su koridorudur. Gatun Gölü’nün Karayip yamacında Rio Chagres Nehri’ne ve Pasifik yamacında ise Rio Grande Nehri’ne bağlanmasına rağmen, hayvan toplulukları çevreden yalıtık bir yapı arz eder. Gatun Gölü, düşük tuzluluğa uyum sağlayabilen denizel canlı topluluklarının yayılmasını engelleyici bir yapı sunar. Şimdiye kadar Atlantik kökenli 7 yengeç ve ıstakoz türü Kanal’ın Pasifik’e açıldığı yerde; Pasifik kökenli tek bir yengeç Kanal’ın Atlantik’e açıldığı yerde tespit edilmiştir. Esas önemli nokta bu türlerden hiçbirinin Kanal çevresi dışında bir topluluk oluşturmamasıdır. (2)

Panama Kanalı’nın her iki tarafında tropikal denizler olmasına rağmen Pasifik tarafında yıllık su sıcaklık aralığı Atlantik tarafına göre çok daha fazladır. Su sıcaklık aralığının fazla olmasının nedenleri şöyle sıralanabilir: 1) Mevsimsel olarak meydana gelen, dünyanın dönüşü ve sert rüzgârlar sonucu kıyıdaki yüzey suyunun açığa sürüklenmesi ve dipte bulunan suyun onun yerini alması, böylece birbirinden farklı su kütlerinin yer değiştirmesi. 2) Aralıklı olarak oluşan El Niño etkisi.

Karayip tarafı ise fiziksel şartlarda oluşan döngüsel düzensizliklerin bile belirli bir düzen içinde gerçekleştiği, oldukça sıkı koşullara sahip bir bölgedir. Nitekim bu bölgede yaşayan canlı toplulukları da en küçük değişimlere bile uyum sağlayamamaları ile karakterizedir. Bu durum Kızıldeniz kökenli yabancı türlerin farklı koşullardaki Akdeniz’de yayılma stratejilerinin tam tersi özelliğe sahip canlı topluluklarının Karayip Denizi’nde bulunduğu anlamına gelir. (2)

 

Denizcilik faaliyetleri

Panama Kanalı. Kaynak: http://earthobservatory.nasa.gov

Denizler arası yapay kanalların ekosistem üzerinde çeşitli etkileri olduğu açık. Ne yazık ki sadece kanallar arasındaki etkileşimler değil aynı zamanda denizcilik faaliyetleri ve yük gemilerinin dünya çapında dolaşarak taşımacılık yapması da denizel ekosisteme önüne geçilemez zararlar verebiliyor. 90’ların başında Karadeniz ekosistemini büyük tahribata uğratan yabancı bir medüz türünün (Mnemiopsis leidyi) Atlantik Okyanusu’nun doğu kıyılarında yaşayan bir tür olduğu ve Karadeniz’e yük gemilerinin balast suları yoluyla geldiği tespit edilmişti. Karadeniz’de ilk olarak 1982 Kasım’ında Sudak Körfezi, Ukrayna kıyılarında bulunan bu medüz türü 10 yıl kadar sonra Karadeniz hamsi balıkçılığına ağır bir darbe vurmuş ve tüm Karadeniz ülkelerine ekonomik olarak ciddi zarar vermiştir. (7)

Balast suları yoluyla türlerin taşınımının yanında gemi bordalarına kendini tespit eden tutunucu organizmalar da, yabancı/yayılımcı tür tanımına bir diğer örnektir. Uzun yıllardır, Süveyş Kanalı’nda gemilerin su altında kalan kısmı için izin verilen yükseklik ve Panama Kanalı’nda gemilerin aktarıldığı havuzların boyutları; bu kanallardan geçecek gemilerin büyüklüğünü belirlemektedir. Akdeniz’de yabancı türlerin yayılımı üzerine çalışan araştırmacılar, bu durumu eleştirerek, kapasitesi büyük ve dalgaya dayanıklı ancak balast suyu tankları ve gemi bordaları daha küçük olan böylece dünya çapında organizmaların taşınımını etkileyecek gemilerin inşasını geciktirdiğini öne sürmektedir. Öyle ki Süveyş Kanalı ve Panama Kanalı, gemiyle yapılan taşıma faaliyetlerinin maliyetini düşürerek küreselleşmeyi kolaylaştırmış ve derin ekonomik, sosyal ve politik değişimlere yol açmıştır. Deniz ticaretinin artması, nakliye yollarının sınırlandırılması, değiştirilmesi ile deniz taşıtlarının büyüklüğünün belirlenmesi dolayısıyla, her iki kanal da gemi taşımacılığı kaynaklı biyolojik yayılımda önemli rol oynamıştır. Oysa Süveyş Kanalı Kızıldeniz türleri için tam bir geçit sunarken, Panama Kanalı, hem Gutan Gölü’nün bariyer özelliği hem de Kanal’da bulunan gemi havuzları sayesinde denizel organizmalar için uygun ortam sağlamamıştır. (2)

 

Kanal İstanbul

Denizler arası yapay kanalların çeşitli yönlerden deniz ekosistemine etkilerini genişçe özetledikten sonra, Kanal İstanbul projesinin etkileri üzerine de bir iki şey söylemek zorunda hissettim. Marmara Denizi oldukça ilginç bir deniz, küçücük alanına rağmen Türkiye balıkçılığında Akdeniz ve Ege’den önde. İstanbul Boğazı, ‘50’li yıllarda Karadeniz’e göç eden palamut, lüfer sürülerinin akınına uğrayan, kepçeyle Boğaz kıyılarından balık tutulduğu anlatılan, benim yaşımdaki herkes için siyah-beyaz bir nostalji. Bugün, gemi trafiği, yoğun şehirleşme dolayısıyla kirlilik ve aşırı avcılık nedeniyle Marmara Denizi’nden Karadeniz’e balık göçlerinin nerdeyse hiç gerçekleşmediği bir deniz çölü. Bu nedenle projeyle, Boğaz’daki gemi trafiğinin durdurulması vaadi balık göçlerinin zamanla tekrar başlaması için umut verici gibi gözükse de, balıkçılık konusundaki uygulamaların yetersizliği Boğaz’ın girişinde hemen avlanan istavrit-hamsi sürüleri bunun pek olası olmadığını düşündürüyor. Bunun dışında bu yazıda bahsedilen yabancı türlerin yayılımı ve gemi taşımacılığı ilişkisi, projenin yıllık kapasitesinin Boğaz’dan fazla olmasıyla bir tehdit oluşturabilir. Ne yazık ki projenin denizel ekosistem açısından tam olarak ne ifade edeceğini kestirmek zor. Ancak Terkos Gölü’nün ve bölgedeki ormanların tahribatını düşündükçe “neye gerek?” diye sormadan edemiyorum.

 

KAYNAKLAR

1) http://www.iasonnet.gr/abstracts/zenetos.html

2) Biological Invasions; Ed. W. Nentwig, Springer, 2007.

3) D. Golani, Distribution of Lessepsian migrant fish in the Mediterranean. Italian Journal of Zoology, 65 (supplement):95-99, 1998.

4) S. Mavruk ve D. Avşar, Lesepsiyen balıkların Akdeniz ekosistemine etkileri. III. Ulusal Su Ürünleri Öğrenci Sempozyumu/Muğla. 2006.

5) M. İdil Öz; Datça-Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgesi Lessepsiyen Balık Faunası Üzerine Bir İnceleme, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2005.

6) E. Okuş ve ark., Datça-Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgesi’nin Denizel ve Kıyısal Biyolojik Çeşitliliğinin Tespiti Projesi. 2004.

7) Ahmet Kıdeyş, Fall and rise of the Black Sea Ecosystem, Science, 297, 1482-1484, 2002.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz