Mimarlık, tarih boyunca kurulan her medeniyet, imparatorluk ya da devlet için önemli oldu. Çünkü sanat, felsefe, zanaat ve mühendisliğin tek bir eserde mevcudiyetiydi. Tüm bunlar üzerinden de sahip olunan gücün ve kimliğin en etkili ifadesiydi. Doğal olarak 21. yüzyılda da mimarinin bu gücü değişmedi, yalnızca günümüzün düzeni sebebiyle kullanım biçimi ve amacı değişti. Douglas Spencer’ a göre ise mimarlık neoliberalleşti.
Spencer okuyucunun görüş açısını baştan netleştirmek amacıyla kitaba, neoliberalizmin toplum, birey ve ilişkiler ağına yaklaşımını tasvir ederek başlıyor. Analizlerini Michel Foucault, Fredrick von Hayek, Karl Polanyi, Pierre Dardot ve Christian Laval gibi filozof ve sosyologların çalışmalarından faydalanarak yapıyor. Spencer tıpkı Foulcault gibi neoliberalizmin bir “hakikat” oyunu olduğunu söylüyor ve “…İnsan bilgisine, toplumsal karmaşıklığa ve piyasaya dair alıntıları sayesinde, bireyleri yönetmesine meşruluk kazandırır” diyor. Neoliberalizmin ekonomi politikasından bireylerin hayatını düzenleyen bir yönetim politikasına genişleyen etki alanına vurgu yapan Spencer, neoliberalist yaklaşımın bu gücünü her şartta piyasa koşullarının devamlılığını öncelik olarak kabul eden düzen içinde yavaş yavaş şekillendirdiği toplum, birey ve ilişkiler ağı üzerinden elde ettiğini söylüyor. Spencer’a göre, neoliberalizm birey ve toplumu şekillendirirken görsel sanatlardan yararlanıyor ve bunlar arasında en etkili güce sahip olanların başında mimarlık geliyor.
21. yüzyılın her alandaki ivmeli devinimi, gücünü hiç şüphesiz neoliberal düzenin bilgi ve ilişki ağları ile örülmüş sisteminden alıyor. Mimarlık teorisi ve pratiği ise son yıllarda bu devinimi yakalamak için büyük bir değişim çabası gösteriyor. Mimarinin yenilikçi ve ilerici yüzü olarak sunulan bu dönüşümünü Douglas Spencer bütünüyle olumlu bir gelişme olarak görmüyor. Spencer’a göre, mimari Deleuzeculuk olarak anılan yeniliğin mutfağında, mimari teori neoliberal anlayış ile senkronize olabilecek şekilde değiştiriliyor ve eleştiriye kapatılarak da koruma altına alınıyor. Sonuç olarak ortaya çıkan eserler ise başlı başına neoliberalizmin gündemine hizmet eden birer araç oluyor. Spencer’a göre Gilles Deleuze’un felsefi yaklaşımının avangart mimarlar tarafından tasarıma adapte edilebilecek şekilde yorumlanmasının altında, bu yorumun onlara mimari teoride istedikleri değişikliği yapma ve esnekliği yakalama imkânı tanıyacak olması yatıyor. İlk kez Deleuze ve Guattari tarafından ortaya atılan “pürüzsüzlük” ve “kıvrım” gibi kavramlar gerçek anlamlarından çıkarılıp yorumlanarak tasarımda araçlaştırılıyor. Spencer bu fikrin öncüleri arasında Zaha Hadid, Patrick Schumacher, Alejandro Zaera-Polo, Farshid Moussavi, Jesse Reiser, Nanako Umemoto, Lars Spuybruek ve son yıllardaki çalışmaları ile Rem Koolhaas gibi mimarlığın avangartlarını sıralıyor.
Spencer’a göre mimari Deleuzeculuk, yeni neoliberal işletme modellerinin ve ilişki ağlarının hayata geçirilmesi için kullanılıyor. Bu bağlamda incelediği projeler arasında Zaha Hadid ve Patrick Schumacher tarafından tasarlanan BMW Liepzig Merkez Binası yer alıyor. Spencer’a göre binanın iç mekânlarında ve cephesinde kullanılan eğrisel yüzeyler, çalışma alanından geçen ve takip edilemeyecek kadar karmaşık üretim bantları, stajyerden müdüre herkes için aynı tasarlanmış açık çalışma alanları, tüm fabrika çalışanları ve ziyaretçiler tarafından kullanılan ortak giriş gibi mimari öğeler, işletmenin burada kurmak istediği hiyerarşi-gerginlik-çatışmadan arınmış; çalışanların yüksek katılımı ve üretkenlik odaklı; bireyin parçası olduğu, ancak bilgi olarak hâkim olamadığı karmaşık üretim modelli bir yönetim şeklinin gerçekleşmesine hizmet ediyor. Zaha Hadid ve Partrick Schumacher bu projenin karmaşık programını hayata geçirmede kullandıkları yöntemi “proje sahasını kentleştirmek” ve “saha içerisinde kent yaşamının karmaşıklığını ve öngörülmezliğini yeniden üretmek” olarak tanımlıyor. Spencer’ın incelediği projeler arasında Zaera-Polo ve Moussavi tarafından tasarlanan İstanbul Meydan Alışveriş Merkezi de yer alıyor. Spencer’a göre bu proje açık planı ve ustaca kullanılan kabuk mimarisi ile düşük gelir grubunun bulunduğu kentsel bölgede kamusal alan hizmeti görüyor. Ayrıca düşük gelir grubunu orta sınıfın tüketici grubu ile harmanlayarak tüketim zincirine düşük gelir grubundan yeni yurttaşlar kazandırıyor ve aynı zamanda kentsel büyümede katalizör görevi görüyor.
Spencer’ın uzun bir araştırma sonucu ortaya koyduğu bu kitap, mimarinin yenilikçi olarak nitelendirilen Deleuzecu yaklaşımını açık bir dille ve sağlam dayanaklarla sorguluyor. Mimarinin avangartlarının söylemlerinin ardına saklanmış, dile getirilmekten kaçınılan neoliberal işbirliklerine dikkat çekiyor. Kitap mimarinin bu yönelimine tepki ile yaklaşmamızı sağlayabilecek güçlü bir zemin oluşturuyor. Ancak mevzuya siyah ya da beyaz değil de gri bölgelerde çözüm arıyorsak, Deleuzecu mimarlık ile neoliberalizmin yolunun ayrılması gerektiği noktaları düşünmeye de sevk ediyor.
– Neoliberalizmin Mimarlığı, -Çağdaş Mimarlığın Denetim ve İtaat Aracına Dönüşme Süreci-, Douglas Spencer, Çev. Akın Terzi, İletişim Yayınları, 2018, 304 s.