Spor Ustası unvanını kazanmış paraşütçülerden A. Yarov şöyle diyor: “Biri ‘uçuş sırasında hiç korkmadım’ derse sakın inanmayın. Doğru değildir. Herkesin korktuğu bir saat, bir dakika, bir saniye vardır. Yalnızca kimileri tümüyle korkuya kapılıp irade gücünü ve hareketlerinin denetimini yitirirken, kimileri de korkusunun üstesinden gelebilir.”
Okuyacağınız makale, uzay gemisi Vostok ile ilk uzay uçuşunu gerçekleştiren Yuri Gagarin ile Sovyetler Birliği’nin önde gelen psikologlarından V. Lebedev’in birlikte yazdıkları Uzay ve Psikoloji adlı kitaptan (Süreç Yayınları, Çev. Sibel Özbudun, Haziran 1984) bir bölümdür. Paraşütle atlamanın psikolojisinin ve Sovyet kozmonotlarının paraşütle atlama deneyimlerinin anlatıldığı yazıyı ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Ana başlığı ve ara başlıkları biz koyduk.
İnsanoğlunda atalarından devralınma ve doğuştan bir yükseklik korkusu vardır. İçimizde bu duyguyu yaşamamış olanımız yoktur. Bir uçurumdan ya da yüksek ve korkuluksuz bir balkondan aşağı baktığımızda baş dönmesiyle karışık bir korkuya kapılırız.
Yükseklik karşısında insanoğlu
Bu tepki şu fizyolojik mekanizmayla açıklanabilir: Yüksekliğin algılanması, tehlike işareti benzeri bir işlev görür. Böylelikle beyin kabuğu yoğun bir şekilde uyarılır. Bu uyarım, iletim yasası uyarınca beyin kabuğunun geri kalan kısmını kısıtlar. Kısıtlama süreci beynin motor merkezini de kapsamaktadır; bunun sonucunda motor hareket durur. Bu olgu, öğrencilerin yakından tanıdıkları bir durumdur; derslerini çok iyi çalışmış olmakla birlikte, sınav heyecanından soru kâğıdı karşısında tüm bildiklerini unutma, pek çoğumuzun öğrencilik yaşamının canlı anılarındandır. İlk kez kitle önünde konuşacak bir kişi de, konuşmasını ne denli iyi hazırlarsa hazırlasın kürsüye çıktığında kendini benzer bir durumda bulabilir. Bu durumdaki bir konuşmacı bir şeyler söylemeye çalışacak, kekeleyecek, belki de hepten vazgeçip kürsüyü terk edecektir. Her iki durumda da beyin kabuğunun yalnızca motor merkezi değil, çalışılan konu ya da hazırlanan konuşmanın kaydedildiği merkezlerin faaliyeti de durmuştur.
Bir uçurumun kenarındaki kişinin tepkilerinin biyolojik anlamı, organizmanın faaliyetinin en aza indirilmesidir; aksi halde dikkatsizce en küçük bir hareket, kişinin dengesini yitirip uçuruma yuvarlanmasına neden olabilir.
Bu bağlamda Tsiolkovky’nin uzay gemisinden çıkışı nasıl değerlendirdiğini hatırlamak gerekecektir. Dünyanın Dışında adlı bilimkurgu öyküsündeki kahramanı çıkışı şöyle anlatır. “Dış kapı açılıp da kendimi roketin eşiğinde bulduğumda, yüreğim hopladı; bir hamleyle roketten dışarı doğru atıldım. Kabin odası içinde havada süzülmeye alışmıştım, ama birdenbire ayaklarımın altında uzanan boşlukta desteksiz kaldığımı hissedince ürperdim; kendimi yeniden toparladığımda zincir tümüyle açılmıştı ve roketten bir kilometre uzaktaydım.” Astronotiğin kurucusu da uzay gemisinden çıkışın uzay-korkusunu yenmeyi gerektireceğini öngörmüştü.
Doğuştan gelme duygusal tepkinin yanı sıra kişinin durumu mantıksal olarak tahlil etmesi sonucu ortaya çıkan ussal tepkiden de söz etmek gerekir.
Paraşütle atlama eğitimi sırasında psikolog ve eğitimcilerin gözlemleri, paraşütçü olmaya kararlı bireylerin, daha yer eğitimi sırasında alışılmış davranışlardan belli bir sapma içine girdiklerini göstermiştir. Bu tür sapmalar, atlamadan birkaç gün önce daha da belirginlik kazanmaktadır, kişiler düşüncelerini yaklaşan atlayış ve olası sonuçları üzerinde yoğunlaştırmaktadır. Bu yalnızca doğal korkuya bağlanmaz. Duygusal durumları paraşütün açılmayacağı, güvenlik sisteminin işlemeyeceği vb. kaygılarından da etkilenmektedir.
Atlamadan bir gün önce kozmonotların çoğu tedirginlik belirtileri göstermiş, ruh durumları değişerek bu kaygı verici düşünceler, kuşku ve korkular artmıştır. Buna bağlı olarak nabız, soluma hızı ve tansiyonları yükselmiş, vücutta başka işleyiş aksaklıkları da ortaya çıkmıştır. Kimilerinde iştahsızlık baş göstermiş, kimileri ise, paraşütün açılmadığı karabasanlar görmeye başlamışlardır.
Bilindiği gibi insanoğlu şu ya da bu hareketini öne alabilmekte ya da geciktirebilmekte, dikkatini bir nesneden diğerine kaydırabilmekte, düşünce ve diğer psişik süreçleri denetimi altında tutabilmektedir. Ne var ki, psişik süreçlerden her biri aynı kolaylılıkla bilinçli kontrol edilemez. Örneğin paraşütçü çok büyük yükseltilerden atlama korkusuna ilişkin duygusal tepkilerini her zaman denetleyemez. Yapabileceği tek şey, tedirginlik ya da korkunun tezahürlerini bastırmaktır.
‘Korkmuyorum diyene inanmayın’
Spor Ustası unvanını kazanmış paraşütçülerden A. Yarov şöyle der: “Biri ‘uçuş sırasında hiç korkmadım’ derse sakın inanmayın. Doğru değildir. Herkesin korktuğu bir saat, bir dakika, bir saniye vardır. Yalnızca kimileri tümüyle korkuya kapılıp irade gücünü ve hareketlerinin denetimini yitirirken, kimileri de korkusunun üstesinden gelebilir. El paraşütün ipine yırtarcasına asılır, ardından pilot bağının sırtınızda gerildiğini duyumsarsınız ve içine düştüğünüz korku, hafifler. Artık olmazsa olmaz destek noktası, yeniden kazanılmıştır. Evet, yer ayakların altından başın üstüne doğru kaymıştır, burası doğrudur; bacaklar havada serbestçe salınırken bu vazgeçilmez destek, gövdenin üstünde, beyaz bir çiçek gibi süzülüp durmaktadır. Ancak paraşüt bir kez açıldı mı, insan kendini ayakları toprağa basıyormuşçasına güvenlikte hisseder.”
Paraşütçü adayları paraşütlerini takıp ilk atlayış için uçağa binme sıralarını beklerken tedirginlik, kaygı, huzursuzluk ve güvencesizlik hissederler. Eylemlerinin çoğu telaşlı gergin, hatta beceriksizcedir. Bir işi bitirmeden öbürüne başlarlar, hatta paraşütün bir unsurunu tekrar tekrar inceledikleri olur. Sesleri tedirgin, hareketleri gergindir.
Durum oldukça tatsızdır. Savaş öncesi askerlerin halini andırırlar. Prof. G. Shumkov katıldığı Rus-Japon savaşından bazı ilginç gözlemler aktarmaktadır: “Savaş arifesinde, önceden hiç savaşmamış askerler her zamankinden daha huzursuz görünmekteydiler; diken üstünde oturur gibiydiler. Gündelik uyarımlara karşı daha çok duyarlılık gösteriyorlardı; çizmeleri her zamankinden daha vuruyor, ayakları rahatsızmış gibi geliyordu… Giysilerini tekrar tekrar giyip çıkartıyorlar ve rahatsızlık belirtileri gösteriyorlardı. Parmakları da iradelerinin dışına çıkmış gibiydi; sigaralarını yakmak istediklerinde sigara kâğıtları yırtılıyor kibrit çöpleri kırılıveriyordu. Askerler düşüncelerini herhangi bir konu üzerinde yoğunlaştırmada güçlük çekmekteydiler; düşünceleri dağılıp gidiyordu. Ne var ki, dış görünüşleri bireyden bireye farklıydı; kimileri durdukları yerde duramazken, bazıları kendilerini kasıp oturuyor, kimileriyse çıt çıkarmıyordu. Sık sık susuyor, bazen sıcaktan bunalırken bazen de soğuktan tir tir titriyorlardı.”
Shumkov bunu tedirginlik hali, alışılmış korku duyumundan farklı bir beklenti durumu olarak betimlemekteydi. Bu duygu, koşu öncesi ansızın ateşlenen atletlere de tanış olan bir duyguydu.
Paraşütçü adayları da her tür duygulanıma açıktır. Bazılarının rengi solar, ağız ve boğazları kurur, gözbebekleri irileşir. Davranışlarında da bir takım değişiklikler ortaya çıkar; durgunlaşır, zaman zaman ihtilafa kapılır ya da çevrelerindeki her şeye kayıtsızlaşır. Tüm bunlar, korku belirtileridir. “Psikolojik olarak korku, ürküntü, panik adını verdiğimiz şeylerin” demekteydi. Pavlov, “fizyolojik temelinde, beyin yarıkürelerinin kısıtlayıcı durumu vardır. Bu durum çeşitli edilgin-savunmacı refleks düzeylerine denk düşer.”
Diğerleri ise heyecana kapılırlar: hareketleri düzensizleşir, dikkatleri bir konudan diğerine kayar, bir konu üzerinde yoğunlaşamazlar. Böylesi bir durum, ender olmakla birlikte panik halini alabilir.
Eylem heyecanı ve toprak duygusu
Ne var ki, bu gibi durumlarda en elverişli ve yararlı tepki, eylem heyecanı denilen türden tepkilerdir. Bu tip tepkinin ön koşulu, merkez sinir sistemindeki, artan uyarım süreçleri ile bastırma süreçleri arasındaki bir denge kurulmasıdır. Bu denge bize görev için gerekli tüm koşulların bir karışımını verir; bir yandan fiziksel çalışma kapasitesi yükselirken, diğer yandan da algılama ve düşünme süreçleri ve dikkat yoğunlaştırma yetisi artar. Eyleme hazır durumdaki kozmonotlar, her zamankinden daha heyecanlı görünmekle birlikte, telaşlı olmazlar. Hareketleri etkin ve eşgüdümlüdür. Komutları anında ve tam tamına yerine getirirler. Kozmonotların duygusal istikrarları, yukarıda da belirtildiği gibi, titiz tıbbi ve psikolojik seçimlere ve uçuş deneyimlerine bağlanabilir.
Paraşütle ilk kez atlayan hemen herkes, uçağın kapısı önünde ya da kanat üzerinde dururken toprağın görüntüsünün çok ürkütücü olduğunu kaydetmiştir. İnsanlar genellikle böylesi durumlarda soluklarının kesildiğini, başlarına kan üşüştüğünü, yüreklerinin hopladığını söylerler. Bu arada deneyimli paraşütçülerin, uçaktan çok daha güvenlikli olan paraşütçü kulesinden atlarken daha fazla heyecanlandıklarını saptamak da ilginçtir. Sağduyuyla çelişir görünen bu gerçek, olasılıkla, kule atlayışlarında, uçaktakinden çok daha yoğun olan toprak duygusuyla açıklanmaktadır. Uçan makinelerin ortaya çıkışına değin insanoğlu yeryüzünü hiç bu denli yükseklerden gözlemlememişti. Bu nedenle uçaktan bakıldığında yer daha soyut dolayısıyla da insanın atalarının yuvarlandığı yükseltilerden daha tehlikesiz görünmektedir.
“Hazır ol! Atla!” komutlarıyla birlikte gerilim son haddine ulaşır. Doğuştan gelen korkuyu alt etmek üzere en fazla çaba gerektiren an budur.
Fizyolojik olarak yükseklik korkusu duygusunu alt etme çabası ikinci im sisteminde güçlü bir heyecan odağının oluşması olarak açıklanabilir.
Sözcükler insanoğlunun düşünce, duygu, istek ve davranışını etkileyecek en güçlü araç, kişinin faaliyetlerini derinden etkileyen bir uyarımdır.
Ne var ki, korkudan bedeni uyuştuğunda sözcüklerin dahi insana yardımı dokunmaz. İlk atlayışından önce paraşütçü çelişik hislere kapılır; hem atlamaya isteklidir, hem de yapamayacağından korkar.
Donup kalan doktor
Üç bin kere atlayıp Spor Ustası unvanına hak kazanan V. Romanyuk’un anlattığı durum oldukça anlamlıdır: Bir keresinde bir doktoru ilk atlayışına hazırlamaktaydı:
“Uçak gereken yükseltiye ulaşıp, atlayış alanına vardığımızda, ‘Hazır ol’ komutunu verdim. Doktor kanada tırmanarak tam ucunda atlama durumuna girdi.
“‘Atla’ diye bağırdım. Ancak doktor komutu duymamış gibiydi, kımıldamaksızın aşağıdaki boşluğa bakıyordu. ‘Kabine dön!’ komutunu verdim. Ancak yerinden kımıldamadı. Açıktı ki, hareket etmeye korkuyordu.
“İpin ne de olsa paraşütü açacağını biliyordum; hızımı keserek uçağı sol tarafa doğru yatırdım. Doktor kanattan aşağı kayarak bir tuğla gibi aşağıya düşmeye başladı. Az sonra kendisinin bu yönde hiçbir harekette bulunmamasına karşın ip paraşütü açtı. Bir paraşütçünün böyle davrandığını ilk kez görüyordum. Sağ salim yere indi, hareket noktasına geldiğinde yüzü soluk, ama hoşnuttu.
“‘Umarım bana kızgın değilsin’ dedim sonradan. ‘Doğrusunu söylemek gerekirse, yukarıda, havada neler olup bittiğini pek hatırlamıyorum’ diye itiraf etti.”
‘Yapmam gerekiyorsa, yapmalıydım’
Andrian Nikolayev de ilk atlayışı hakkında şunları yazmaktaydı:
“Pek çok atlama deneyimi geçirdim. Alayda topçuyken az kaldı şerefimi beş paralık ediyordum. Atlayış yükseltisine çıkınca yana baktığımda yüreğime bir ağrı saplandı. Kokpitten dışarı çıkıp kanat üzerinde yürümem gerektiğini düşündükçe eğiticiden her şeyi bırakmayı istemek geliyordu içimden. Bu sırada o beni seyrediyor, gülümseyerek: ‘Havaya tutun, havaya!’ diye bağırıyordu.
“Doğal olarak ben şaka kaldıracak durumda değildim. İşin üstesinden gelebilmemde disipline boyun eğme alışkanlığımın büyük payı oldu. Eğer yapmam gerekiyorsa, yapmalıydım. Kalktım, bacaklarımı yandan sarkıttım, kanadın üstünde, eğiticinin oturduğu kokpite yürüdüm. Eğitici paraşütümdeki emniyet iğnesini açarak ‘Atla!’ komutunu verdi.
“Tüm bedenim felce uğramışken, atlayacak hal mi kalmıştı? Kanattan boşluğa atlamak istiyor, ama yapamıyordum. Sonunda tüm irade gücümü topladım, ellerimi kokpitin yanından çektim ve atladım.”
Bilinç daralması
Uçaktan ayrıldıktan sonra insan paraşütü açılana değin boşlukta bir süre serbestçe düşer. Deneyimli paraşütçüler için bu olay hoş bir duygu dahi verebilir. Ancak ilk kez atlayanlar bu süre içinde belirli zihinsel etkiler hissederler. Örneğin, atlama komutunu almadan önceki tüm olayları açıkça hatırlayabilmelerine karşın, uçaktan ayrılışları, o andaki eylem ve duyumları, rüzgârın yönü bedenlerinin durumu vb. anılarından silinmiştir; bellekleri ancak paraşütün açılmasından sonra yeniden kayda başlar. “Uçaktan nasıl ayrıldığımı hatırlamıyorum” diyecektir Bykovsky sonradan. “Ancak iplerin gerilimini sırtımda hissedip paraşütün başımın üstünde açıldığını gördükten sonradır ki düşüncelerim yeniden berraklaştı.”
Düşünmenin ilk saniyelerinde insanın ağırlıksızlık koşullarında oluşu, beynin otolit ve diğer organlardan aldığı bilgiyi büyük ölçüde etkiler. Bunun yanı sıra, paraşütçü hava akımlarına açıktır, basınç ve ısıdaki değişimleri duyumsar, bedeni ise alışmadığı bir konumdadır. Dahası, tüm bu yeni ve alışılmamış uyarımlar paraşütçünün kendi kendiyle çatışmaya girip, yükseklik korkusunu iradesiyle alt ettiği ruh durumu eklenir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, paraşütçü uçaktan ayrıldığında beyin kabuğunda yoğun bir heyecan ortaya çıkarak kabuğun diğer kesimlerinin hareketini kısıtlar. Bu bilinç daralması olarak adlandırılabilecek bir duruma yol açar; tüm dikkat yükseklik korkusunu alt edip atlama üzerinde yoğunlaştırılmış, tüm ikincil olaylar algılanmaz olmuştur.
Bilinç daralması betimlemesi, bellek yitiminden, daha uygun bir tanımdır; çünkü söz konusu olan anılarda bir kopukluktan çok, operatif belleğin, yani belirli faaliyetler sırasında ve bunlarla bağlantılı olarak ortaya çıkan belleğin bozulmaya uğramasıdır.
İkinci, üçüncü ya da dördüncü uçuşlarından itibaren paraşütçü, serbest düşüş sırasındaki hareket ve duyumlarını kaydedip anımsamaya başlar. Bu, duygusal gerilimin giderek azalmasına ve organizmanın yabancı uyarımlara alışmasına bağlıdır.
Gagarin’in ilk paraşüt deneyimi
İlk atlayışlarını anımsayanlar, serbest düşüş süresinin, gerçekte birkaç saniye sürmesine karşın, bitmeyecekmiş gibi göründüğünü bilirler. Örneğin bu kitabın yazarlarından biri bir zamanlar şöyle bir durum yaşamıştı:
“Özellikle önümde zor ya da tehlikeli bir deney olduğunu bildiğimde, beklemeyi hiç sevmem. Bu nedenle, eğiticimiz Dimitry Martyanov ilk atlayıştan sonra beni uçağa çağırdığında sevinmiştim.
“Ne denli heyecanlı olduğumu tahmin edebilirsiniz. Bu benim ilk uçuşumdu, üstelik paraşütle atlamam da gerekecekti. PO-2 eğitim uçağının nasıl havalandığını, nasıl atlayış yükseltisine çıktığını anımsamıyorum. Tek hatırladığım, eğiticinin kanada çıkmam için bana işaret vermesi. Nasıl olduysa kokpitten çıktım, kanat üzerinde durdum ve olanca gücümle kokpitin kenarına asıldım. Aşağıya bakmak dehşet vericiydi; yer o denli uzaktı ki…
“‘Titreyip durma, Yuri!’ diye bağırdı eğitici, ustalıkla. Ardından da sorusunu yineledi: ‘Hazır mısın?’ ‘Hazırım’ cevabını verdim. ‘Atla!’
“Bana öğretildiği gibi uçağın dış duvarlarını ellerimle iterek kendimi boşluğa bıraktım, ipi çektim. Paraşüt açılmadı. Haykırmak istedim, ama olanaksız; hava akımından boğulacak gibiydim. Elim bilinçsizce yedek paraşütün ipini aramaya koyuldu. Neredeydi? Nerede? Birden müthiş bir sarsıntı hissettim. Ardından da sessizlik. Ana paraşütün beyaz kubbesi altında havada süzülüyordum. Paraşüt zamanında açılmıştı; emniyet paraşütünü düşünmede aceleci davranmıştım. Bu benim ilk ciddi uçuş dersimdi. Havadayken aygıtınızdan kuşkulanmayın ve aceleci karardan kaçının.”
Ya iniş?
Paraşüt bir kez açıldıktan sonra tüm tedirgin edici duygular yok olur; paraşütçünün ruh durumu kökten değişir, yüreğini bir sevinç kaplar. İlk kez atlayan kişilerin birbirlerine bağırdıkları, hatta bir şarkı tutturdukları olur. Kural olarak yere inişe pek dikkat etmezler. Paraşütçü K. Kaitanov bunu şu sözcüklerle anlatmaktadır: “Uçuşla büyülenmiş gibiydim, ayaklarımın toprağa nasıl ereceği aklıma dahi gelmiyordu. Ne denli süratli indiğimi ancak gözlerimi yere çevirdiğimde kavradım; insan o kadar yüksekteyken hızı algılayamıyor. Yere 10-20 m. kadar bir mesafe kalmıştı; hemen bacaklarımı büzüp tüm dikkatimi yoğunlaştırarak iniş durumuna geçtim. Ardından şiddetli bir darbeyle hedefin kenarına indim; yüreğim sevinçten ağzıma gelmişti.”
Başarılı bir atlayış, paraşütçünün sinirleri üzerinde gevşetici bir etki yapar. Bu, paraşütçüyü atlayış sırasındaki geriliminden kurtaran psişik bir gevşemedir. Deneyimsiz paraşütçüler genellikle iniş sırasındaki eylemlerini eleştirel olarak değerlendiremezler. Çoğu kategorik olarak durumun hiç de korkutucu olmadığını, hiç korkmadıklarını söylerler. İçlerinden büyük kısmı o an yeni bir atlayış için hazırdır. Kişi atlayış sırasındaki gerçek duygulanımlarını ancak atlamadan birkaç saat sonra, ya da ertesi günü, yani heyecanı yatışıp yeniden özeleştirel olarak düşünmeye başladığında tahlil edebilir.
Lebedev’in nabzı
Bu kitabın doktor olan diğer yazarı da, kozmonotun paraşütlü atlayış sırasında neler hissettiğini bizzat yaşayabilmek üzere uçuşa katılmıştır. Bundan önce uzun süre paraşütçüleri gözlemlediği ve duygulanımlarını incelediğinden, paraşütün yanlış katlanması, uçaktan hatalı atlayış ya da kötü bir inişin ne gibi sonuçlara yol açacağını teorik olarak biliyordu. Dahası, başarısız atlayışların yol açtığı yaralanma ve sakatlanma olaylarında birçok kez tıbbi müdahale de bulunmuştu.
Bu konuda günlüğüne şöyle yazmıştı:
“Atlayış öncesinde uzun süre uyuyamadım. O gece sık sık uyandım, sabah saat beşten sonraysa gözümü kırpmadım. Atlayışı aklıma getirmemeye çalışıyor, oysa düşüncelerim dönüp dolaşıp rastladığım hatalı atlamaların sonuçlarına takılıyordu.
“Sabahleyin üçü ilk atlayışlarını yapacak olan birkaç paraşütçüyle birlikte paraşütlerimizi almaya gittik. Ardından da otobüsle havaalanına yollandık. Güneşli bir kış sabahıydı. Paraşütümü taktığım sırada aklıma şu düşünce takılmıştı ‘umarım korkumu yenip uçaktan atlayabilirim.’ Valentina Tereshkova ve yedeği benimle şakalaşarak moralimi yükseltmeye çalışıyorlardı. Valentina’yla adeta rol değiştirmiştik. Eskiden atlayış öncelerinde ben onun nabzını sayardım; şimdiyse o doktor rolüne bürünmüştü. Nabzımı saydıktan sonra ‘Doktor,’ dedi, ‘bu kadar heyecanlanmamalısınız. Nabzınız 110’a çıkmış. Biraz daha çıkarsa yüreğiniz ağzınızdan fırlayacak.’
“Paraşütlerimizi kontrol ettikten sonra uçağa girip yerlerimizi aldık. Uçak hareket ederek kalkış pistine girdi ve az sonra yerden kesilerek hızla yükselmeye koyuldu. Camdan sarp ırmak vadisindeki manastırıyla bu yaşlı Rus kasabasının giderek ufaldığını görüyordum. Nabzıma baktım; dakikada 130 atıyordu! Karşımda paraşüt kontrolcüsü, Spor Ustası unvanlı Valery Galaida ile ilk atlayışlarını yapacak olan iki genç adam oturuyordu. Görünüşlerindeki farklılık şaşırtıcıydı; Valery atlayış sorumlusu Nikitin ile konuşmasını sürdürürken gülümsüyordu. Oysa öbür ikisi maskeyi andıran bembeyaz yüzleriyle buz kesmiş gibiydiler. Duruşları ve zaman zaman yaptıkları birkaç hareket ne denli gerilim içinde olduklarını hemen belli ediyordu. Yüzlerine baktığımda, kendi görünüşümün de onlarınkinden daha iyi olmadığı geliyordu aklıma… Zaman geçmek bilmiyordu. Sanki uçak havada asılı kalmıştı. Bir an evvel şu durumdan kurtulmaktan başka bir şey düşünemiyordum.
“Bir süre sonra Nikitin ‘Hazır ol’ komutunu verdi. Ayağa kalktım. Ama bacağım bana itaat etmez olmuştu, sanki pamuktan yapılmış gibiydiler. Tüm irademi toplayarak açık kapının önüne gelebildim.
“Galaida’dan sonra, ikinci sırada ben vardım. Arkasında beklerken gözlerimi onun sırtından ayırmamaya gayret gösteriyordum. Ardından ‘Atla’ komutu geldi. Galaida kapının alt kenarını hafifçe iterek atladı; az sonra hava akımı içinde yüz üstünde ‘yatarken’ gördüm onu. Kendi atlayışımı ise hiç hatırlamıyorum. Bir sarsıntıyla kendime gelip havada döndüğümde başımın üstünde asılı duran paraşütü gördüm. Altımda ise Galaida’nın paraşütü süzülüyordu. Sessizlik içinde, üstümdeki paraşütçünün bağırışı kulaklarımda çınladı: ‘Harika bir şey bu.’ Gerçekten harikaydı; üstümüzde masmavi gökyüzü, güneşte parlayan kar tanecikleri, aşağıda, yerdeki dairenin yakınlarında bir yere park etmiş, bir oyuncak gibi duran mavi otobüs ve motorların gürültüsünden sonra insanın kulaklarını dolduran yoğun sessizlik.
“Atlama öncesinde, paraşütün açıldığı an nabzımı saymayı tasarlamıştım, ne var ki bu paraşüt açıldıktan sonra aklıma geldi. Bir süre gökyüzünde hareketsiz duran bir paraşüte asılı kalmış gibi hissettim kendimi böyle bir konumda mesafeleri kestirmeye alışık olmadığımdan, iniş durumuna çok erken geçtim; dizlerimi kırıp ayaklarımı birleştirerek beklemeye koyuldum. Ne var ki, bir süre sonra yorulup yine gevşedim. Neden sonra ‘Bacaklar! Bacaklar!’ uyarısıyla kendimi toparlayıp yeniden iniş durumuna geçtim. Hemen ardından da, bir sadmeyle karlar içine gömüldüm. Atlayıştan hemen sonra, diğerleri gibi ben de bir kez daha denemeye hazır hissediyordum kendimi.
“Ancak akşama doğru paraşütle atlayışın büyüsünden sıyrılmaya başladım. Gece yatağıma yattığım sırada ise ikinci bir kez deneme konusunda hayli kuşkuluydum.”
Böylelikle ilk atlayışın kişide karmaşık ve çelişik duygulanımlar uyandırdığı, insanın atlama süreci içinde atlama anındaki korkudan paraşütün açıldığını hissettiği andaki sevinç ve neşeye dek uzanan karmaşık duygular yaşadığı görülür.
İradeyi güçlendirmek
Tekrarlanan atlayışlar, duygulanımların şiddetini de azaltır. Gerilim çok daha az, dikkat ise çok daha istikrarlıdır. Paraşütçü zamanla paraşütün açılması geciktiğinde boşlukta vücudunu kontrol etmesini öğrenecektir. Deneyimli sporcular, serbest düşüş sırasında en karmaşık hareketleri, örneğin dönme, helezon şeklinde kayma ya da düz ve ters takla atmayı dahi başarabilirler. Nihayet zamanı saniyesi saniyesine hesaplama yetileri gelişir.
Kişi atlama konusunda deneyim kazandıkça duygusal durumunun nasıl değiştiği, Alexei Leonov’un davranışlarından gözlemlenebilir.
“Birinci gün: Hareket anında, paraşütünü taktıktan sonra yüzü oldukça solgunlaştı. Davranışları zorlamalı, hareketleri sınırlıydı; yüz ve mimiklerine, alışılmadık bir ifadesizlik gelmişti. Atlayıştan sonra biraz canlanmasına karşın, yine de bir gerginlik seziliyordu.
“İkinci gün: Uçak hareket ederken çok daha neşeli olduğu göze çarpıyordu. İlk günkü durgunluğunun yerini şimdi büyük bir heyecan almıştı. Gözleri parlıyor, durmaksızın konuşuyor ve fazladan birçok hareket yapıyordu. Konuşması ve hareketleri oldukça canlı ve heyecanlıydı. Atlayıştan sonra büsbütün neşelendi, sağa sola bakınmaya başladı.
“Üçüncü gün: Uçak hareket ettiğinde oldukça özdenetimli görünüyordu. Atlayıştan sonra ise neşeli olduğu, durmaksızın şakalar yaptığı gözden kaçmadı.
“Beşinci gün: Atlayıştan önce yüksek bir öz denetim gösterdi. Oldukça sakindi. Paraşütü açmada 10 saniye gecikerek iki kez atladı. Uçaktan ayrılırken gövdesini yeteri kadar eğmedi. Serbest düşüş sırasındaki bazı kol ve bacak hareketleri pek uyumlu değildi. Paraşütü kullanırken bazı hatalar yaptı (paraşütün iplerini karıştırdı).
“Altıncı gün: 15 saniye gecikmeli olarak atladı. Atlayış sırasındaki eğilmesi yine yetersizdi. Serbest düşüte gövdesinin durumu pek istikrarlı değildi. Kollarını iki yana açmış bacaklarınıysa bitiştirmişti; bu nedenle gövdesi baş-ayak doğrultusunda dikelmişti. Paraşütü 13,8 saniyede açtı, bu kez daha ustaca denetlemişti.
“Sekizinci gün: İki 20 saniye gecikmeli atlayış yaptı. Atlayışlardan önce yüzü son derece ciddiydi, düzgün ve zeki görünüyordu. Ne yapacağını bilir bir hali vardı. Uçaktan atlarken gövdesini kusursuz şekilde eğdi. Serbest düşüş önce düzensiz giderken 12. saniyede düzeldi ve 20. saniyeye dek böyle sürdü. Paraşütünü 20,2 saniyede açtı. İkinci atlayışta her şeyi dikkatle yaptı. Paraşütünün kontrolü ustacaydı. İki atlayıştan sonra moralinin oldukça düzgün, sonuçtan hoşnut olduğu her halinden belliydi.
“Yirminci gün: 50 saniye gecikmeli bir atlayış yaptı. Uçağın hareketinden önce dikkatini yapacağı iş üzerinde yoğunlaştırdığı görülüyordu. Serbest düşüş sırasında gövdesini iyice kontrol edebildi. Paraşüt 50,8 saniyede açıldı. Kuvvetli rüzgâra karşın, paraşütü üzerindeki kontrolü kusursuz ve güvenliydi. Atlayıştan sonra neşesi yerine geldi; gülümsüyor, çevresindekilerle şakalaşıp duruyordu.”
Bu gözlemlerden şöyle bir sonuca varmak mümkündür:
Kozmonotun ilk iki atlayışı büyük ölçüde duygusal gerilime yol açmıştır. Ancak ikinci atlayıştan sonra iradesini toplayıp, özdenetim uygulamaya başlar. Serbest düşüş sırasında gövdesini kontrol etmeyi ve paraşütlü düşüşte de paraşütü denetlemeyi kısa sürede öğrenir.
İradesi, kısa sürede ustalaşması ve olağandışı koşullardaki kararlılığı kozmonotlar arasında kısa sürede sivrilmesini sağladı. 30 atlayışta, paraşüt öğretmenliği payesine hak kazandı. Voskhod II’nin yola çıkışına dek Leonov, 117 atlayış gerçekleştirmişti.
Duygusal gerilimin azalışı yalnızca kozmonotların görünüşünden izlenmiyordu. Bu olgu nesnel verilerle de kanıtlanmaktaydı. Atlayışların ilkinde, kozmonotların nabzı uçağa binmeden evvel ansızın hızla fırlıyordu. Ancak bu hız zamanla normale dönmekteydi. Dahası, bilek dinamometre testlerinde de büyük farklar görülüyordu. İlk gün bu sayılar bir hayli yüksek çıkardı.
Böylelikle dinamometre ve nabız atış hızındaki değişiklikler kozmonotların atlayışlara karşı duygusal tepkisinin nesnel ölçütü olmaktaydı. Dahası, zamanla, yapılan atlayışların sayısı arttıkça gerilim ve heyecanın, tümüyle ortadan kalkmamakla birlikte azaldığını da kanıtlamışlardı. Bu, deneyimli paraşütçüler için de geçerliydi. Tehlike karşısındaki bu duygusal tepkilerin artan bilinçli faaliyetle ilişkili eylem heyecanı niteliği olduğu akıldan çıkartılmamalıdır.
Bu tepkiler değişik insanlarda değişik biçimler alır. Bazıları tehlike karşısında altüst olup gerçek bir duygusal şok yaşarlarken bazıları bunu daha hafif geçirirler, davranışları ise temelde akılcılığını korur. Nihayet bir bölüm insan da öz denetimi tümüyle elde tutarak yaratıcı bir şekilde davranırlar. Bu tip insanların heyecandan hoşlandığı söylenegelmiştir. Tehlike karşısındaki tepkileri eylem heyecanı dediğimiz türdendir.
Örneğin, Popovich’in paraşütlü eğitiminden bazı gözlemleri aktaralım:
“Beşinci gün: Bugün 15 saniye gecikmeli bir atlayış yaptı. Uçuştan önce biraz gergin ve oldukça düşünceli görünüyordu. Vücudunu germeden uçaktan atladı. Serbest düşüş sırasında hareketleri tutarlılıktan uzaktı. Kendi etrafında döndükten sonra sekizinci saniyede paraşütünü açtı. Yere inişinde, atlayışın tümüyle başarılı olmayışından düş kırıklığına uğramış gibi görünüyordu; kendinden hiç de hoşnut değildi.
“Altıncı gün: Bugün için programlanan 20 saniye gecikmeli atlayış için uçak hareket ettiğinde oldukça sakin görünüyordu. Uçaktan atladığı sırada vücudu biraz eğikti. Yedinci saniyeye dek duruşunu düzenleyemedi, ancak ondan sonra doğru pozisyona girdi. Paraşütü 20,2 saniyede açtı. Atlayıştan sonraysa son derece neşelendi, gülümseyerek, daha önceki hatalarını anladığını söyledi. Sevinçli görünüyordu.”
Popovich’in ruh durumunun atlayışındaki başarı oranına koşut olarak değiştiği görülüyor. Vücudunu boşlukta da tam denetlemeyi öğrenebilmesi için birkaç atlayış gerekmişti. Ne var ki, başarısızlıklarının nedenini kavrayacak böylece irade gücünü deneti altına alarak yetkin sonuçlara ulaşacak yetenekteydi.
Belyayev’in iradesi ve özdenetimi
Ancak tekrar tekrar atlamanın dahi gerginliği ortadan kaldıramadığı durumlar vardır. Gerçekten böylesi durumlarda atlama korkusu azalacak yerde artmaktadır. Bu ise genellikle önceki başarısızlıklara, özellikle de fiziksel incinmelere bağlıdır.
Böylesi bir korkunun üstesinden gelerek kendine güveni yeniden kazanmak için önemli ölçüde irade gücü gereklidir. Pavel Belyayev işte böylesi bir iradeyi sergileyebilmişti. Başından geçenleri kısaca özetleyelim: Leonov’la birlikte 30 saniye gecikmeli bir atlayış yapıyorlardı. Her şey yolunda gitmiş, paraşütleri zamanında açılıp yavaş yavaş yere doğru süzülmeye başlamışlardı ki, şiddetli bir rüzgâr çıkarak onları havaalanından uzaklaştırmaya başladı. Manevra yapma yolundaki tüm girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı. Her ikisi de ne yapsalar havaalanının ortasına inemeyeceklerini fark etmişler, çabalarını alandan uzaklaşmamak üzerinde yoğunlaştırmışlardı.
Belyayev ipleri çekerek, süzülme açısını önemli ölçüde daraltmayı başarmış, ne var ki bu da iniş hızını artırmıştı. Toprak süratle üzerlerine doğru geliyordu. Birkaç metre sonra yere şiddetle çarparak çimenler üzerinde yana doğru sürüklenmeye koyuldu. Ayağı ezilmiş, şiddetle ağrıyordu.
İlk düşüncesi bacağım kırılmış olmalı oldu; paraşütündeki havayı boşaltmaya çabaladı. Bu arada yerdekilerden biri yardımına koşarak paraşütün iplerini kavramıştı; ne var ki, ikisi bir 50 metre kadar daha sürüklendiler. Ancak birkaç kişinin yetişerek paraşütü zapt etmesi sonucu durabildiler.
Ağrısı dayanılmaz hale gelmişti. Belyayev’in yanlamasına yere çarpışı o denli şiddetliydi ki, uçuş çizmelerinden birinin topuğu parçalanmıştı. Hemen hastaneye götürüldü, teşhis; sol baldırın iki kemiğinin un ufak olduğu yolundaydı.
Belyayev altı ayını hastane yatağında geçirmek zorunda kaldı. Eğitimine bir yıl boyuna ara verildi, arkadaşlarının çok gerisinde kaldı.
Ancak zamanla yeniden eğitime hazır hale geldi. Doktorlar doğal olarak iniş korkusuna kapılarak, yere inerken kırılan bacağını kaldıracağından kaygılanıyorlardı.
Nihayet Belyayev kendini bu kez büyük bir paraşütçüler grubu arasında yeniden göklerde buldu. Mevsim kıştı, inecekleri havaalanı kalın bir kar tabakasıyla kaplanmıştı. Hava sakindi, paraşütçülerin başarıya ulaşması için tüm koşullar elverişliydi.
Grup çiftler halinde ayrılmıştı; ilk atlayışı Gagarin yapacak, onu Belyayev izleyecekti.
Ancak öyle bir rast geldi ki, kozmonotların uçaktan ayrılmalarıyla birlikte şiddetli bir rüzgâr çıktı. Paraşütçüler havaalanına inemeyeceklerdi.
Atlayıcılar iplerine yükleniyorlar, ancak tüm çabalarına karşın demiryoluna doğru sürükleniyorlardı. Demiryolu hattının gerisinde ise yüksek gerilimli bir tel ve bir bıçkıhane vardı. Yüksek gerilimli telin ya da bıçkıhanenin önündeki kereste yığınlarının üstüne düşmenin ne denli tehlikeli olduğunu kavramak için uzman olmaya gerek yoktu.
Havaalanındakiler kaygı ve dikkatle iki paraşütçünün inişini izliyorlardı. Çok geçmeden içlerinden biri demiryolu yakınlarına inerek her şeyin yolunda olduğunu belirtmek istercesine el salladı. Ancak Belyayev ne olmuştu? İzleyiciler onun demiryolu ve yüksek gerilimli telin üstünden kayarak bıçkıhanenin duvarı üzerinden yok olduğunu gördüler. Hemen ilkyardım için donanımlı bir araba bıçkıhaneye doğru hareket etti.
Ancak araba bıçkıhaneye vardığında, içindekiler Belyayev’i sakin bir şekilde bir kereste üzerinde durup çevresini saran işçilerle konuşurken buldular. Rüzgârın kendisi bıçkıhaneye doğru sürüklediğini fark edince, kereste yığınları arasında bir baraka seçerek damına iniş yapmayı kararlaştırmıştı, büyük bir dikkat ve özdenetim gerektiren bir işlem sonucu başarmıştı da…
Bunu bir başka atlayış izledi; ardından bir daha… Belyayev yedi deneme atlayışının her birinde yüksek notlar alacaktı.