Her ikisini de sık alanların dikkatini çekmiş olmalı; uzun zamandır defter kitaptan pahalı. Boş sayfalardan oluşan bir toplama aynı hacimdeki yazılı ve basılı kağıda ödediğimizden daha fazla ödüyoruz. Fark defterin markasına, kâğıt kalitesine ve başka özelliklerine göre değişiyor. 100 yapraklı bir defterin fiyatı 100 yapraklı bir kitabınkinden bazen 4’te 1’i oranında bazense 4 kat daha fazla. Geçen yazın ortalarında döviz kurundaki ani değişim kâğıt fiyatlarını yukarıya doğru fırlatıvermişti. Hatta küçük yayınevlerinin ve bağımsız dergilerin bir kısmı da yeni koşullarda varlığını sürdüremeyeceğini ilan etmek zorunda kalmıştı. O sıralarda kırtasiyeye uğradığım bir gün yılların alışkanlığıyla dördünü beşini birden aldığım defterlerin yeni değiştirilmiş etiketlerindeki fiyatları görünce bir kaçını aldığım yere bırakıp elimde kalan ikisiyle yetinmek zorunda kalmıştım. Üzerimde para olmadığından değil, 5 defterin fiyatı neredeyse 8 ilâ 10 kitabınkine denkti de ondan. Sahaflarda bile bazı iyi kitapların çok düşük fiyatla satıldığını gördüğünde canı sıkılan bir okuru bu oransızlığın rahatsız etmesi doğal.
Külyutmazların “kâğıt kalitesi farkı tabii ki fiyat farkına da neden olacaktır,” diye mırıldandıklarını tahmin ediyorum. Elbette bir gerekçe aramaya kalktığımızda aklımıza ilk gelen yanıtlardan biri bu. Birinci hamur kağıdın fiyatıyla üçüncü hamurunki aynı mı? Hayır. Ayrıca sert kapağı da var bazı defterlerin. Başka? Spiralli de olabilir. Öyle olunca daha da yüksek fiyatlı olmasını normal bulabilirsiniz. Hepsi maliyeti etkileyen faktörler ama defteri defterle kıyaslamıyoruz ki. Biz kitaplardan bahsediyorduk.
Bu nedenler bir defterin bir kitaptan pahalı olmasını açıklamaya yeter mi? Deftere verilen emekle kitaba verilen emek arasındaki farkı görünmez ve önemsiz kılmaya yetmemeli bence. Salt kağıdı, cildi, kapağı farklı diye boş sayfanın dolu sayfadan daha kıymetli sayılması kolayca kabullenilmemeli. Bir kitaba yazarı, çevirmeni, editörü, redaktörü, düzeltmeni, kapak tasarımcısı derken pek çok kişinin eli değiyor. Sonraki aşamalar biraz daha benzer olsa da defter sonuçta fabrikada üretilen bir ürün. Üstelik baskısı, mürekkebi de yok. Bu özetin kitaplara ve yayıncılığa emek verenlerin karşılığında elde ettikleriyle ilgili de az çok fikir verdiğini sanıyorum. Çok satar listelerinin, kişisel gelişim şarlatanlıklarının, kıymeti kendinden menkul aforizma derlemelerinin dışına çıktığımızda Türkiye için ortalama satışı 5 bin civarında olan kitaplardan bahsetmiş oluyoruz.
Böyle düşünmeye başlayınca ister istemez başka bir soru daha geliyor akla. Madem ki sözün değerli olduğunu iddia ediyorum; bütün sözler aynı değerde midir ki hacmi ve malzeme özellikleri benzer görünen pek çok kitap aynı fiyata satılıyor. Kitabevi raflarına göz attığımızda çok satar bir polisiye romanla edebiyat tarihinde yer etmiş başka bir metnin yakın değerde olduğunu görüyoruz. Kaldı ki kitabın türü de pek etkili değil bu durumda. Roman, öykü, deneme, popüler bilim, hepsi aynı kriterlere göre fiyatlanıyor. İçinde yazarın, çevirmenin ve sair kafa emeğinin olmadığı kriterlere göre. Şiir kitaplarının durumuna değinerek ortalığı iyice karıştırmak istemiyorum. Nâzım Hikmet, Orhan Veli ve Süreya, Cansever, Uyar üçlüsünden sonra memlekette hiç şiir yazılmamış ve bundan sonra da yazılmayacakmış gibi davranmaya devam ederken halimizden gayet memnun görünüyoruz. Böyle devam edelim; ağzımızın tadı kaçmasın.
Başka bir meslekte veya sanat dalında emeğin nitelik farkının bu kadar görmezden gelindiğine tanık olmak zor. Örneğin konusu mimarlık, mühendislik, hekimlik, avukatlık olan bir hizmeti kimden, ne zaman isterseniz aynı fiyatla satın alamazsınız. Tasarım ürünü bir elbiseyi, aksesuvarı, bibloyu, mobilyayı, takıyı yalnızca malzeme ve işçilik maliyetini göz önünde bulundurarak fiyatlayamazsınız. Yaratıcısının fikri ve ismi ona ilave bir değer katar. Konu kitap olduğunda ise türü ne olursa olsun en iyilerle en kötüleri birbirinden fiyatıyla ayırt etmek mümkün değildir. Yeter ki sayfa sayısı ve kağıdı aynı olsun. O nedenle iyi yazarlar, hele az da üretiyorsa, oldum olası eserlerinin telif haklarıyla dişe dokunur bir kazanç elde edememiş, ihtiyaçları olan maddi imkânları sağlamak ve sürdürebilmek için ek işler yapmak zorunda kalmışlar. Şair, denemeci reklam ve halkla ilişkiler ajanslarına metinler, romancı, öykücü televizyon dizilerine senaryolar yazmış. Kimi de gazetelere köşe yazarı, kanaat önderi olmuş. Salt para için kalem oynatmak istemeyenlerse bambaşka işler yaparak gelir elde etmeyi ummuş, fikri bağımsızlıklarını korumaya çalışmış, çalışıyor. Bu ilave zoraki gayretlerin yazarları en azından yeterli vakitten mahrum bırakarak edebiyat ve düşünce hayatımıza zarar verdiği çok açık. Hâlâ iyi yazarlar yaşıyorsa, iyi kitaplar yazıyorsa bilinmeli ki tüm bu olumsuz şartlara rağmen yazıyor.
Sonuçta bu “karanlık tablo”, okurun kıymetini pek bilmediği ve farkında olmadığı ilginç bir durum da ortaya çıkarıyor. Hangi yoldan yürüyeceğini ve seçmesini bilen iyi okur için nitelikli kitap, yani basılı içerik çok ucuz. “Şöyle beş altı kitabı iyi bilmekle ne büyük bir bilgin olabilir insan,” diyen Flaubert’in hesabına göre yaklaşık 200 lira ile âlim olmak mümkün. İyi de on binlerce kitabın arasından hangi beş tanesini seçeceğiz? Onun ipucunu da ben vermiş olayım. Defterden ucuz dergilerden birkaçını düzenli takip ederek.