Yaratılışçı safsatalar içerisinde sık sık dile getirilen çeşitli türlere dair evrimsel sürecin fosil kayıtlarında dayanakları olmadığına ilişkin yaklaşımlardır. Atın evrimine ilişkin dile getirilen bu safsataya Prof. Dr. Ali Demirsoy’un kalemi ile verilen yanıt oldukça nitelikli verileri içinde barındırıyor.
İDDİA: Atın evriminin fosil kayıtlarında dayanağı yoktur
YANIT: At, evrimi fosil kayıtlarından en iyi bilinen türlerden
“Atın evrimi senaryosunun, fosil kayıtlarında hiçbir dayanağı yoktur.”
(Harun Yahya, Yaratılış Atlası 1, s.632 ve Yaratılış Atlası 2, s.651)
Fosiller, bize atın evriminin çok karışık bir yol izlediğini ve kökeninin milyonlarca yıl öncesine, Eosen’e kadar uzandığını göstermektedir. Özellikle Kuzey Amerika’da bol miktarda bulunan fosiller, atların buradan türediğini, daha sonra Asya’ya geçtiğini, Amerika’da kalanların Pleistosen’de salgın bir hastalık nedeniyle ortadan kalktığını kanıtlamaktadır. Bugün Amerika’da yaşayan atlar daha sonra Avrupa’dan getirilen atlardan üretilmiştir.
Fosillerin incelenmesinden anlaşıldığı kadarıyla, atın evriminde belirli bir yol izlenmiş; fakat bu yolda birçok dallanmalar ortaya çıkmıştır. Bu yan dalların birçoğu doğal seçme ile ortadan kaldırılmıştır. Atın evriminde birinci derecede üyelerin ve dişlerin, aynı zamanda vücut büyüklüğünün değiştiğini görüyoruz.
Atın filogenisinde ilk hayvanın köpek büyüklüğünde Eohiphus (= Hyracotherium) olduğunu biliyoruz. Bu hayvanın ön ayağında iş görür durumda 4, arka ayağında 3 parmak vardır. Ön ayakta bir, arka ayakta iki körelmiş parmak bulunur. Bu, bu hayvanın beş parmaklı bir atadan köken aldığını göstermektedir. Körelen parmaklar 1. ve 5. parmaklardır. 44 dişi vardır. Dişlerin taç kısmı kısa, kök kısmı uzundur. Bugünkü attan farklı olarak orman içerisinde ve çevresinde yaşamaktaydı. Bu nedenle dişleri, genç dalları öğütecek şekli kazanmıştı. Devrin diğer memeli hayvanlarından, ormanın tenha yerlerine kaçarak kurtulmuştu. Orta Eosen’de Orohippus’un molar dişleri biraz daha gelişmiştir. Üst Eosen’de Epihippus yaşamıştır. Vücut büyüklüğünde gittikçe artma görülür.
Evrimsel hat üzerinde ikinci bir gelişim Oligosen’de Mesohippus’un ortaya çıkmasıdır. Vücut, büyük bir koyun kadar olmuştur. Her iki ayakta üçer parmak bulunmakla birlikte, daha düzleşmiştir. Dolayısıyla artık ormanlık yerlerde dedoğru uzamış, göz çukurları geriye doğru çekilmiştir. Erken Miyosen’de hayvanın büyüklüğü 90 – 120 cm’e ulaşır. Bu deorta parmaklar diğerlerine göre daha fazla büyüyerek vücudun yükünü çekmeye başlamıştır. Üst Oligosen’de ayakları biraz daha değişmiş Miohippus görülür. Miyosen’in başında Moryhippus, Orta Miyosen’de Parahippus ve Hypohippus görülür. Bu hayvanlarda orta parmak vücudun tüm ağırlığını çekmekle birlikte, diğer iki parmak da dıştan görülebilir. Molar dişler ğil, açık arazi ve çayırlıklarda yaşamaktadır. Kafatası ileriye virde Miohippus’dan ayrılan bir dal daha sonra ortadan kalkan Anchitherium’a evrimleşmiştir. Anchitherium Erken Miyosen’de Avrasya’ya göç ederek Pliyosen’e kadar Çin’de bilinen türlere köken olmuştur.
Geç Miyosen’de Pliohippus ortaya çıkmıştır. Bu hayvan, at özelliklerinin birçoğunu kazanmıştır. Her ayakta tek bir parmak vardır; diğerlerini kalıntı halindeki kemiklerden anlıyoruz. Bu ayak tipi değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Dişler ise çiğnemeye daha iyi uyum yapacak hale gelmiştir. Bu hayvan da iki ayrı evrimsel çizgi göstermiştir. Birincisi, daha sonra ortadan kalkan Hipparion, diğeri ise Pleistosen’de bugünkü atların cinsini meydana getiren Equus’dur. Hipparion’un görülmesi Avrupa ve Asya’nın büyük bir kısmı için Miyosen – Pliyosen sınırını belirlemek için indikatör olarak kullanılır. Hipparion’lar Pleyistosen’e kadar Afrika’da bulunmuştur.
Evcilleştirilmiş ata, yani Equus cabellus’a köken olan atasal tür konusundaki bilgilerimiz tartışmalıdır. Zamanımızda yaşayan “bilinen” tek yabani at Moğolistan’daki Equus prezewalskii’dir. Bu hayvanın yüksekliği 120 cm olup, boz renkli, büyük başlı, küçük gözlü ve kısa kulaklıdır. Evcilleştirilmiş atla yavru meydana getirebilir. Evcil atın atası olma olasılığı zayıftır.
Gerçek yabani atlar Amerika’daki atlardır. Amerika’nın bulunuşundan kısa bir süre önce, bilinmeyen bir nedenle (belki bir hastalıktan dolayı) ortadan kalkmıştır. Amerika’da bugün yaşayan yabani atların atası, İspanyollar tarafından getirilen Avrupa kökenli atlardır. İnsanlar mağara devrinde atları besin için avlamışlardır. Daha sonra Mısırlılar araba çekmede kullanmıştır. Arap atlarının iskeleti diğerlerinden biraz farklı olduğu için (kafatasında fazladan bir şaft bulunur, kuyruk daha az omurlu, ön üyede küçük bir kemik var) farklı bir kökenden geldiğine inanılmaktadır. 60 milyonluk bir süre içerisinde gelişen atın, daha sonra yapay çaprazlamalar ve ıslahı sonucu daha iri, daha uzun üyeli ve daha güçlü ırkları elde edilmiştir. Bu arada uyum yapamayan birçok yan dal ise tamamen ortadan kalkmıştır.
Anadolu’ya atların girişi üç farklı zamanda üç farklı grupla olmuştur: Erken Miyosen’de Anchitherium, Geç Miyosen’de Hipparion, Pleyistosen’de Equus.
Evrime bir türlü inanmak istemeyen belirli bir kesim, atasal çizgisi, birçok fosil bulguyla oldukça iyi izlenebilen atın evrimine bile itirazdan kaçınmamaktadır. Hangi fosili getirirseniz getirin bu kesim, bu fosilin neresi ata benziyor diyecektir. Nitekim, kuşlar ile sürüngenler arasında geçiş formu olarak bilinen Archeopteryx’lere bile, bu fosilin neresi kuşa ya da sürüngene benziyor diye itiraz etmektedirler. Esasında, kolaycı düşünmeyi, kestirme yolu en başarılı yol olarak belleyen bu kesim, bir gecede bir türden diğer türe geçmiş olan bir evrimleşmeyi talep etmektedir. Evrim, bir popülasyonun niteliğinin, çevre koşullarına göre değişimidir. Daha iyi anlayabilmek için, bir merdivenin basamak bu evrimleşme zincirinin en zayıf halkası olarak ileri sürülmekçiftten tüm insan soyunun türediğini ileri sürenler!) günümüzde cm’den başlayan insan toplulukları da; bunların hepsi insandır. Atların evriminde de bu farkların olması biyolojik bir zorunlularından yavaş yavaş çıkarken her basamakta bir miktar değişen bir canlıyı düşünün. Özünde, bir basamaktaki bir canlıyı hemen bir kategoriye oturtmak olanaksızdır. Bu nedenle, yukarıda italik ve siyah harflerle yazılmış olan, her biri atın geçmişindeki bir süreci ya da onun yan kolunu simgeleyen cinsler ya da türler, belirli bir aralıktaki tanınabilir ve ayrılabilir özelliklerin bir araya getirilerek adlandırılması demektir. Bir kesinti değil, bir sürekliliğin tanınabilir bir kesimidir. Dolayısıyla, bulunan her fosil, bu arada Türkiye’de de çeşitli kazılarda bulunan çok sayıda fosil, bugünkü atlarla akrabalıkların eksik basamaklarını tamamlamaktadır. Belirli dönemlerde farklı yerlerde bulunan fosiller arasında, büyüklük başta olmak üzere bazı farklar olması, tedir. Unutmamak gerekir ki (Havva ile Adem’den yani tek bir 80 cm boyunda yaşayan insan toplulukları da vardır, boyu 180 luktur ve birçoğu yan kollar olarak da adlandırılmaktadır.
Son zamanlarda, Türk insanını ve dini bütün kesimi -bilim yarışında yenik düşürebilmek için- bilimden uzaklaştırmak amacıyla ortaya konan senaryoya uygun yayınlarda, belirli bir çizgiye uymayan fosiller bulunduğu sık sık vurgulanarak ve bazı insanların kaynağı, doğruluğu belirlenemeyen beyanları (önemli gibi gösterilen) bilimsel bir gerçekmiş gibi sunularak, kafaların bulandırılması amaçlanmaktadır. (Doğrusu bunda da başarılı olduklarını söyleyebilirim.) Bu sapmalar, evrimsel işleyişin kaçınılmaz bir olgusudur; bir popülasyonda belirli ölçülerde sapmış bireylerin bulunması evrimsel gelişmenin lokomotifidir. Evrim düz bir hat halinde sürse de yan dallanmalar kural olarak her zaman olmak zorundadır. Bu yan dallar, başarısız ise elenirler ya da zamanla ana dal haline dönüşebilirler. Malum çevreler, bilim insanlarının at fosillerini daha çok arama ve bulma arzularının, bu hat üzerindeki süreçten kuşku duydukları için değil, çeşitliliğin ortalama değere nasıl dönüştüğünü daha iyi değerlendirme arzusundan kaynaklandığından habersizdirler. Bulunan at fosillerinin farklılıkları, onların geniş alanlara, zamanlara ve koşullara uyumu ile ilişkili bir durumdur.
Gelecekte bulunacak fosillerle bu adlandırmaların ve atın evriminin izlediği varsayılan yolun değişmesi de bilimin kaçınılmaz bir gereğidir. Belirli bir zaman önce tek toynaklı bir atın ya da karmaşık yapılı başka bir canlının ortaya neden çıkmadığını ya da çıkamadığını, bunun için uzun bir süre neden beklendiğini ve anlaşılmaz fosiller diye takdim edilen birçok canlılının bu süreçte neden yer aldığını, anti-evrimcilerin açıklaması gerekir. Bu, biz bilimciler için gerekli değil, biz zaten bu yolun akışını ve nasıl işlediğini kavramışız; bu önerimiz, anti-evrimcilerin kendilerini sorgulamaları için sadece…
Dogmatik düşüncenin durağanlığına bir bakış
Yanlışa saplandığını anlayamayanlara ve bu yanlışı değiştirmeye yanaşmayanlara bu nedenle dogmatikler denir. Atın evrimini bunca fosile rağmen kabul etmeyen topluluklar, biyolojik zenginliklerin üzerinde oturmalarına karşın, kendilerine özgü ekonomik türleri de ıslah edemeyen topluluklardır; çünkü çeşitlenmeyi ve değişimi başından reddetmişlerdir. Zaten, son zamanlarda Türklere ve Müslümanlara yönelik, anti-evrim aracının -tüm olanaklar devreye sokularak- kullanılması da, bu sinsi planın bir parçasını oluşturmaktadır.
Dogmatik düşünenlerin bütün fosiller bulunsa da, moleküler, yapısal halkalar açıklansa da, yine reddetmek için bir şeyler bulacaklarından kuşkumuz yoktur. O zaman, bu fosillerin neden böyle bir değişikliğe uğradığının açıklamasını hep doğa bilimcilerden beklemesinler; kendileri açıklamaya çalışsınlar. Bu kesimlerin binlerce yıllara dayanan deneyimleri, kullandıkları geniş olanakları (bugün de) vardır. Belki başarırlar…
Açıkça, fosilbilimi ya da biyolojiyle yakından ilişkisi olmayan birinin de kendine özellikle şu soruyu sorması gerekir: Atın sadece bir toynağı kullanılıyorsa, ki bugün gözlediğimiz atlarda durum böyledir; gerçek bir toynak gibi işlev görmeyen ve yapısı itibarıyla toynaklara benzeyen diğer uzantıların burada bulunma nedeni ne olabilir? Eğer bu yapılar atın ayağına destek olması ya da başka bir amaç için kullanılıyorsa, dış görünüşünün toynak gibi olmasının anlamı nedir; kaldı ki embriyolojik gelişmesi de bu uzantıların geçmişte bir toynak olduğunu göstermektedir. Kaldı ki, oldukça bol fosille temsil edilen atın geçmişindeki bu tedrici değişimi, toynak uzunluğunda, vücut büyüklüğünde, diş yapısında adım adım izlemek olasıdır. Yeter ki gördüklerimizi yorumlama yetisini geliştirmiş, dogmanın bataklığından kurtulmuş olalım. Türkiye’de bulunan at fosilleri: Yakından inceleyebilirsiniz…
Türkiye’de bulunan Equidae ailesine ait fosil cins ve türler ile, bulundukları lokaliteler aşağıda verilmiştir. Öğrenmek ve anlamak isteyenler bu fosilleri ilgili kurumlarda izin alarak görebilir, hatta inceleyebilir.
MTA Doğa Tarihi Müzesi’nde, Manisa – Eşme, Ankara – Kalecik – Çandır, Ankara – Kazan – Sarılar Köyü – İnönü 1. Seviyesi’nden Anchitherium, Ankara – Kızılcahamam – Çalta’dan Hipparion heintzi, Ankara – Kazan – Yassıören – Sinaptepe’den Hipparion ankyranum, Uşak – Eşme – Akçaköy – Muğla – Akgedik – Bayırköy’den Hipparion matthewi, Manisa – Eşme’den Hipparion mediterraneum, Ankara – Kızılcahamam’dan Hipparion crassum ve Ankara – Kazan – Sarılarköyü, Afyon – Sandıklı – Garkın’dan Hipparion fosillerini görmek mümkündür.
Kaynak: Harun Yahya Safsatası ve Evrim Gerçeği, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, Şubat 2009, 2.Baskı s.144