Teknolojinin eğitimi baştan sona dönüştürdüğü, veriye dayalı sistemlerin her kararı etkilediği bir dönemdeyiz. Yapay zekâ destekli yazılımlar, veri temelli ölçme sistemleri ve hızlı çözüm arayışları, eğitimin ritmini belirlemeye başladı. Ancak tüm bu dönüşümün içinde bir soru giderek daha çok yankılanıyor: Öğretmenin iç sesi bu değişimin neresinde duruyor?
Prof. Dr. Cem Balçıkanlı, Elma Yayınevi’nden çıkan Derinleş: Bir Öğretmenin Kendisine Sorması Gereken Sorular adlı kitabında, bu sorunun peşine düşüyor. Öğretmenliğin özüne, değerine ve insaniliğine doğru bir yolculuğa çıkan bu kitap, reçeteler sunmaktan çok, düşünmeye davet ediyor. Biz de bu çağrıyı birlikte büyütmek için kendisiyle bir araya geldik.
Hocam, “Derinleş” öğretmenliğe bir içsel yönelim öneriyor. Bu çağrınızın ardında ne var?
Aslında çok temel bir ihtiyaçtan doğdu bu kitap: “Durmak.” Eğitim ortamı inanılmaz bir hızla değişiyor. Her gün yeni bir dijital araç, yeni bir öğretim yaklaşımı, yeni bir beklentiyle karşı karşıyayız. Bu hızın içinde öğretmenin “Ben kimim? Ne yapıyorum?” diye düşünmeye vakti kalmıyor. Oysa asıl dönüşüm önce kendi içimizde başlar. Derinleş de tam bu yüzden var: Öğretmenin sadece içerik aktaran değil, yön gösteren, ilişki kuran, anlam taşıyan biri olduğunu hatırlatmak için.
Elbette eğitim teknolojileri çok değerli. Ancak öğretmen kendi iç sesini, kendi değerlerini kaybettiğinde, en iyi teknoloji bile anlamını yitirir. Bu kitap, öğretmene yeniden kendi özüne dönmesi için bir alan açıyor. Çünkü bu özü bulmadan üzerine oturtulan her yaklaşım, giyilemeyen bir elbise gibi duruyor. Öğretmen önce kendiyle bağlantı kurmalı ki öğrencileriyle de gerçek bir bağ kurabilsin. Derinleş, işte bu içsel yolculuğa samimi bir davet.
Sizce günümüzde öğretmenler neden kendi sesinden bu kadar uzaklaştı?
Çünkü o sesi bastıran çok fazla dış ses var. Kurumların hedefleri, müfredat baskısı, sınav odaklılık, veli talepleri, medyanın dayattığı başarı hikâyeleri… Hepsi öğretmene ne yapması gerektiğini söylüyor. Ama kimse “Sen ne hissediyorsun? Senin için anlamlı olan ne?” diye sormuyor.
Bir süre sonra öğretmenlik, sadece görevleri yerine getirmekten ibaret bir işe dönüşüyor. Bu da öğretmenin iç sesini kaybetmesine ve yaptığı işe yabancılaşmasına yol açıyor. Oysa içsel yönelim kaybolduğunda, öğretmenliğin en güçlü yönü olan insanî dokunuş da zayıflıyor. İşte tam bu noktada “derinleşmek” bir lüks değil, bir ihtiyaç hâline geliyor. Çünkü iç sesini kaybeden bir öğretmen, sınıfta da etkisini yitirir. Oysa kendisiyle bağlantı kurabilen bir öğretmen, en karmaşık ortamda bile öğrencilerine anlamlı bir yön sunabilir.
Kitapta bazı bölümlerde sinema ve edebiyat referansları var. Bu tercihinizin sebebi nedir?
Çünkü öğretmenlik yalnızca pedagojik tekniklerle anlatılamaz. Bir öğretmenin dünyasını anlamak için edebiyata, sinemaya, sanata da kulak vermek gerekir. Bunlar, öğretmenin iç dünyasını besleyen kaynaklardır. Inside Out filmindeki duygular, Hıçkırık filmindeki empati ve sabır, Özgürlük Yazarları filmindeki inanç ve direniş… Bazen bir öğretmenin bütün bir dönemi anlamlandırmasını sağlayabilir. Ben öğretmenliğin şiirle, sinemayla, anılarla kurduğu o görünmeyen bağı çok önemsiyorum. Derinleş kitabında da bu bağı diri tutmak için bolca başvuruya yer verdim. Çünkü öğretmenin zihnini bilim besler, ama ruhunu sanat besler.
Kitabınız öğretmenlere somut çözümler mi sunuyor, yoksa daha çok bir düşünce yolculuğu mu öneriyor?
Bu kitap bir çözüm kataloğu değil. Daha çok bir “yol arkadaşı.” Hazır reçeteler sunmaktan özellikle kaçındım. Çünkü her öğretmenin hikâyesi farklıdır. Ortak sorular olabilir, ama cevaplar kişisel olmalıdır. Her bölümde bir soru soruyorum ama cevabını vermiyorum. O cevabı bulmak okura, yani öğretmene kalıyor. Bazen bir anı, bazen bir öneri, bazen de bir durup düşünme çağrısı… Hepsi, öğretmenin kendi iç sesine ulaşması için gerekli. Çünkü asıl değerli olan, öğretmenin kendi yolunu, kendi anlamını bulmasıdır. Yoksa kaybolur, kaybolduğunu da fark etmez. Kitap, hazır bilgileri değil, anlamı arayan soruları çoğaltıyor. Amacım öğretmeni bir düşünme yolculuğuna çıkarmak; ezberleri yeniden sorgulatmak, içsel derinliği beslemek. Bu yüzden Derinleş, bir kılavuzdan çok bir içsel keşif daveti olarak görülebilir.

Bir öğretmenin “derinleştiğini” nasıl anlarız sizce?
Derinleşmiş bir öğretmen, öğrencisinin adını sadece yoklamada değil, yüreğinde de taşır. Derinleşmiş bir öğretmen, ezberin arkasındaki hayatı görür. Her gün aynı dersi anlatıyor gibi görünse de her defasında yeni bir anlam katmayı başarır. Ayrıca kendine dürüsttür; başarısız olduğunu kabul eder, duygularını inkâr etmez. Öğrencisine sadece bilgi taşımaz, hayatla baş etmenin yollarını da gösterir. Bence öğretmenlikte derinlik, bilgiden önce gelir. Çünkü derinlik olmadan bilginin da öğrencinin kalbine dokunma şansı azalır. Gerçek öğrenme, öğretmenin içtenliğiyle başlar.
Öğretmen adayları için bu kitap ne söylüyor?
En yalın haliyle şunu söylüyor: “Henüz hiçbir şey için geç değil.” Öğretmen adayları, mesleğe adım atmadan önce hangi değeri temsil ettiklerini bilmeliler. Eğitim fakültelerinde sık sık içerik konuşuluyor; ancak değerler, anlam ve kimlik üzerine daha az konuşma fırsatı bulunuyor. Peki bunda fakültelerin sayısının çok olması ya da nitelikli öğretim üyesi sayısının az olması etkili mi? Elbette, etkili. Bu kitap da işte o eksikliği biraz olsun tamamlamaya çalışıyor.
Ayrıca kitapta öğretmen adaylarına özel olarak yöneltilmiş sorular da var: “Kimden ilham aldım?”, “Sınıfta nasıl bir iz bırakmak istiyorum?”, “Korkularım neler, umutlarım neler?” Bu sorular, öğretmenliğe hazırlanırken bir pusula olabilir. Çünkü mesleğe hangi anlamla adım attığınız, yıllar içinde nasıl bir öğretmen olacağınızı da belirler. Derinleşmek için geç değil; belki de en doğru zaman, henüz yola çıkmadan önce başlamak.
Kitabın sizi en çok etkileyen bölümleri hangileri oldu?
Mesela bir öğrencimin yıllar sonra yazdığı bir mesaj ya da ilk dersime girerken yaşadığım o tarifsiz heyecan… Bunlar ne akademik başarılarla ne de unvanlarla ölçülebilir. Ama insanın mesleki yolculuğunda derin izler bırakır. Bir de “sessizlik” kavramı üzerine yazdığım bir bölüm var. O bölümde, sınıfta bazen hiçbir şey söylemeden geçen bir dakikanın bile nasıl anlam taşıyabileceğini anlatıyorum. O bölümü yazarken durdum, düşündüm, hatta yeniden hissettim diyebilirim.
Bir itirafta da bulunayım: Üniversitedeyken aslında tiyatro oyuncusu olmak isterdim. Sahneye çıkıp insanlara bir şey anlatmak, duygulara dokunmak fikri hep cezbetmiştir beni. Sanırım öğretmenlikte de sahnenin yerini sınıf aldı. Ama perde arkasındaki prova hiç bitmiyor; bu da işin en güzel tarafı.
Sizce bir öğretmenin kendisine her gün sorması gereken tek bir soru nedir?
“Bugün sadece ne öğrettim değil, kimin dünyasına dokunabildim?”
Bu soru, öğretmenliğin tam kalbinde yer alır. Eğer bir öğretmen bu soruya her gün içtenlikle cevap arıyorsa, zaten derinleşiyor demektir. Çünkü öğretmenlik sadece bilgi aktarmak değil, bağ kurmaktır. Ve o bağ, bazen bir bakışta, bazen bir sessizlikte, bazen de küçük bir gülümsemede gizlidir. Asıl öğrenme, o görünmez bağların içinde yeşerir.
Teşekkürler hocam. En son sözünüz ne olur?
Kitabın ruhuna ve bu sohbetin tonuna uygun olarak şöyle bir son söz öneririm:
Unutmayın: Öğretmenlik bir meslek değil, bir iz bırakma sanatıdır. Bilgiyle zihinleri, ama sevgiyle kalpleri beslediğimizde, gerçek öğrenme başlar. Kendinize ve yolculuğunuza güvenin. Derinleşmek için hiçbir zaman geç değil.
Derinleş: Bir Öğretmenin Kendisine Sorması Gereken Sorular, Prof. Dr. Cem Balçıkanlı, Elma Yayınevi, 2025, 104 s.







