Ana Sayfa Dergi Sayıları 258. Sayı Jean-Paul Sartre’da aydın kavramı ve toplumsal sorumluluk

Jean-Paul Sartre’da aydın kavramı ve toplumsal sorumluluk

1192

Leman Atalay

Ortaçağ’dan 20. yüzyıla uzanan tarih boyunca aydın, hep bilgi ile iktidar arasındaki gerilimin tam ortasında yer aldı. Sartre, Aydınlar Üzerine’de bu gerilimi merkezine alıyor ve soruyor: Aydın kimdir, neye karşı sorumludur ve topluma hangi rolüyle hizmet eder? Aydınlık, kolay bir ayrıcalık değil, bir sorumluluk ve tavır işidir. Bilgiye sahip olmak, onu saklamak veya pasif bırakmakla eşdeğer değildir; aydın, bilgiyi eyleme, toplumsal vicdana ve tarihsel sorumluluğa dönüştürmek zorundadır. Sartre, farklı dönemlerden örnekler vererek, bilgiye sahip olup toplumsal sorumluluk taşımayanların tarih sahnesinde etkisiz kaldığını açıkça gösterir.

Aydın, salt uzman değildir. Uzman kendi alanında bilgi üretir; aydın bilgiyi topluma taşır, kitleleri düşünmeye ve sorgulamaya davet eder, toplumsal vicdanın sesi olur. Sartre burada çok net: Aydın, halkın bilincini uyandıracak sorular soran, onları edilgen nesneler olarak görmeyen, ayrıcalığını sürekli sorgulayan kişidir. Tarihsel örnekler bunu somutlaştırır: Rousseau, halkın eğitimi ve özgürlüğü üzerine düşünerek fikirlerini eyleme dönüştürmüş; Zola, Dreyfus Davası’nda açıkça taraf olarak kamuoyunu etkilemiş; Goethe ise düşünsel üretimiyle toplumun estetik ve ahlaki bilincine katkıda bulunmuştur. Bu örnekler, bilgiyi toplumsal sorumlulukla buluşturmanın aydının asli görevi olduğunu gösterir.

Aydının işlevi Sartre’a göre üç boyutta şekillenir; birincisi, çelişkilerle yüzleşmek. Bilgi, iktidar tarafından çarpıtılabilir, görmezden gelinebilir veya kendi çıkarlarına göre kullanılabilir; ama aydın bu gerilimin içinde pasif kalamaz. Bilgiye sahip olmak, yalnızca düşünmekle yetinmemek; çelişkilerle yüzleşmek, gerekli durumlarda iktidara karşı durmayı göze almak anlamına gelir.

İkincisi, kitlelerle ilişkisi: aydın, kitleleri yönetmek veya yönlendirmek için değil, onlarla birlikte düşünmeye davet etmek için vardır. Sartre, burada klasik “öğretmen” rolünü reddeder; aydın bilgiyle baskı kurmaz, kararları dikte etmez. Kitlelerin meselelerini kendi sorunu gibi benimsemek, onları bilinçlenmeye ve öznel güçlerini açığa çıkarmaya davet etmek aydının temel görevidir. Bu, hem etik hem de siyasal bir sorumluluktur: Aydın, toplumun vicdanı olarak kitlelerle birlikte yürür, onların karşılaştığı çelişkileri görünür kılar, ancak bunu dayatma değil, ortak düşünme ve sorumluluk paylaşımı üzerinden yapar. İşçiler, öğrenciler ve farklı toplumsal kesimlerle kurulan etkileşimlerde, aydın tartışmaları başlatan, soruları yönelten ve kitleleri birlikte düşünmeye teşvik eden bir rol üstlenir.

Üçüncü boyut, tarihsel rol: aydın bilgiyi toplumsal dönüşümün aracı hâline getirir, düşünceyi eyleme dönüştürür. Tarihsel sorumluluk, yalnızca bilgiye sahip olmakla değil, bu bilgiyi topluma fayda sağlayacak biçimde kullanmakla ölçülür. Aydın, gözlemci olamaz; aktif, sorumlu ve risk almaya hazır bir öncü olmalıdır. Sartre, yazarları örnek gösterir: Kelimeleriyle tartışmaları başlatan, toplumsal sorunları görünür kılan ve taraf olan kişiler, tarihsel sorumluluklarını yerine getiren gerçek aydınlardır. Bu bağlamda aydının rolü hem bireysel hem de kolektif bir sorumluluk taşır; kendi alanındaki bilgi ile toplumsal bilinci birbirine bağlamak zorundadır.

Üçüncü konferansta Sartre, yazarın rolünü sorgular. Yazar, toplumsal bilinci uyandırabilir, tartışmaları başlatabilir, kitleleri düşünmeye davet edebilir. Ancak aydınlık rolü yalnızca yetkinlik ile kazanılmaz; sorumluluk ve risk alma iradesi gerekir. Güvenli bir mesafeden yazmak, yazarın görevini gölgeleyebilir; gerçek aydınlık, taraf olmayı ve toplumsal sorumluluk üstlenmeyi gerektirir. Sessiz kalmak bir duruştur ama tarihsel sorumluluğun yerine getirilmediğini gösterir.

Kitabın doruk noktası “Halkın Dostu” bölümünde ortaya çıkar. Aydın, halkın yanında durmalı, onların bilincini uyandırmalı ve özgürleşmelerine katkıda bulunmalıdır. İşçiler, öğrenciler ve toplumun diğer kesimleriyle birlikte hareket etmek, bilgiyi toplumsal fayda için kullanmak demektir. Aydın, halkla birlikte düşündüğünde ve onların yanında durduğunda bilgisine sadık kalır. Bu dostluk romantik değil, siyasal bir bağdır; halkın meselelerini kendi meseleleri hâline getirmek demektir. Sartre, aydınların örgütlenme sorumluluğunu da vurgular; halkın yanında durmak sadece fikir üretmek değil, örgütlü bir toplumsal bağ kurmak ve sorumluluk üstlenmektir.

Ben bu kitabı okurken şunu anladım: Sartre, aydını yalnızca entelektüel bir figür olarak değil, toplumsal sorumluluk taşıyan, halkla birlikte düşünen ve eyleme geçen bir güç olarak tanımlar. Bilgiyi eyleme dönüştürmeyen, halkın yanında durmayan ve tarih karşısında sorumluluk taşımayan aydın, toplumun vicdanını boş bırakır. Bu boşluk, sadece siyasette ve kültürde değil, en çok düşünce dünyasında hissedilir; fikirlerin sustuğu yerde, toplum da sustuğu yerde kaybolur. Sartre’ın gösterdiği gibi, gerçek aydınlık, cesur ve kararlı duruştur; sessizlik, ihmal ve kayıtsızlıkla beslenen boşluk ise, en çok aydınların yokluğunda büyür.

Bu noktada sözü Sartre’a bırakmak gerekir:

“Öncelikle, aydın olarak kendini silmesi gerek. Yani benim aydın dediğim, rahatsız bilinç. Kendisine evrensel tekniği öğreten disiplinlerden alabildiklerini doğrudan doğruya kitlelerin hizmetine sunmalı. Aydınlar kitlelerin gerçekte, o onda, hemen arzu ettiği evrenseli anlamayı öğrenmeli.”

-Aydınlar Üzerine, Jean-Paul Sartre, Çev. Aysel Bora, Can Yayınları, 2016, 98 s.