Leman Atalay
Çağdaş Fransız edebiyatının önemli isimlerinden André Malraux, zaman zaman farklı düşünceler ileri sürse de hümanizm anlayışından hiç vazgeçmemiştir. Hangi ideolojiye inanırsa inansın, insan özgürlüğünü her şeyin üstünde tutmuş ve yazarlığın her zaman bağımsız olması gerektiğini savunmuştur.
1901 yılında Paris’te doğan Malraux, tanınmış bir burjuva ailesinden geliyordu. Arkeoloji ve sanat alanındaki araştırmalar onu derinden etkilemişti. 1923’te genç bir arkeolog olarak Asya yollarına çıktı; ilk durağı Çin oldu, ardından Hindi Çin’e geçti. Burada Fransız yetkililerle çatışmalar yaşadı. 1925’te yeniden Çin’e giderek oradaki devrim hareketine katıldı ve yaşadıklarını daha sonra kitap haline getirdi.
1934’te Almanya’da faşizme karşı Dimitrov’un tarafını tuttu. İspanya İç Savaşı’nda cumhuriyetçiler safında, hava kuvvetlerinde görev aldı. Savaşın ardından ülkesine döndü, ancak Almanlar tarafından tutsak edildi. Fransa işgal edilince yeraltı direnişine katıldı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise De Gaulle hükümetinde devlet bakanı olarak görev yaptı.
Malraux’nun edebiyatındaki en belirgin yön, insanı tarihsel olayların tam ortasında, kendi varoluşuyla yüzleşen bir karakter olarak ele almasıdır. İnsanlık Durumu da bunun en çarpıcı örneğidir. Romanın iki temel teması olan yaşamın saçmalığı ve ölüm olgusu, insanın özgürlük arayışını daha da derinleştirir.
İnsanlık Durumu, bir eylem romanıdır. Malraux, devrimci mücadelenin kalbine insanın çıplak varoluşunu yerleştirir. 1927 Şanghay işçi grevlerinin ardından gelen baskı ve infaz dalgası, politik bir arka plan olmanın ötesine geçer; orada, her karakterin içsel hesaplaşması, bir dünya görüşünün çöküşüyle iç içe geçer. Gisors’un afyon dumanı arasında düşündüğü insanlık haliyle, Kyo’nun ölüm karşısındaki kararlılığı aynı büyük soruya çıkar: “Eylem anlamı yaratabilir mi?”
Romanın en dikkat çekici kahramanlarından biri Kyo’dur. Düşünceleri ve dünya görüşüyle çevresindekileri derinden etkiler. Kyo’nun babası Fransız Gisors, eşi Alman asıllı May, banker Ferrari ve terörist Çen ise devrimin diğer önemli karakterleridir. Her biri kendi inancı, korkusu ve amacıyla bu büyük toplumsal mücadelenin içinde yer alır.
Malraux’nun romanında şiddet yalnızca politik bir araç değildir; insanın içindeki boşluğu doldurma çabasıdır. Devrim, romanın sayfalarında kanla, yalnızlıkla, ihanetle yoğrulur. Ancak tüm bu karanlığın ortasında yoldaşlık, dayanışma, insanın insana tutunma arzusu bir umut ışığı olarak yanar. Katov’un fedakârlığında, insanın hâlâ kendisi için değil, başkası için ölebilme yetisini görürüz. Malraux, devrimi soyut bir fikir olmaktan çıkarır; onu kanlı, terli, titrek bir insan çabası haline getirir.
Romanın her sahnesinde bir ölüm bilinci dolaşır. Çünkü Malraux’ya göre insan, ancak ölümün farkına vardığında anlam kazanır. Devrimciler, bir dünya kurmak isterken, kendi varlıklarının geçiciliğiyle yüzleşirler. Bu yüzden İnsanlık Durumu, politik bir roman olduğu kadar felsefi bir metindir de. Malraux, insanın varoluşunu eylemle tanımlayan çizgide, Camus’nün Sisifos Söyleni’nden önce, eylemin trajedisini sezmiştir.
Kitap boyunca tarihsel olaylar, romanın insani dokusuna sindirilmiştir. Şanghay sokaklarındaki çatışmalar yalnızca politik bir arka plan değildir; insan ruhunun sınav alanıdır. Çünkü asıl devrim, sokakta değil, insanın kendi içinde yaşanır. Devrimciler dünyayı değiştirmeye çalışırken, kendilerinin değiştiğini fark ederler. Malraux, bu dönüşümü acımasız bir gerçeklikle verir: idealizm, çoğu zaman insanın taşıyabileceğinden ağır bir yüktür.
Bugün bu eseri yeniden okuduğumuzda, politik bağlam geride kalmış olsa da romanın özü hâlâ diridir. İnsanın yalnızlığı, umuda olan ihtiyacı, anlam arayışı değişmemiştir. Teknoloji çağında ideolojilerin yerini algoritmalar alsa da “insanlık durumu” aynı kalmıştır. Malraux’nun karakterleri gibi biz de eylemle var olmaya, başkalarının acısında kendi anlamımızı bulmaya çalışıyoruz.
İnsanlık Durumu, bir devrimin romanı değildir; devrimin insanda bıraktığı yankının romanıdır. Malraux, insanın içindeki yıkıntılardan bir anlam kurmaya çalışır. Onun dili, savaşın, ihanetin ve korkunun içinden doğan bir direniş dilidir. Ve belki de bu yüzden roman, yalnızca politik idealizmin değil, insan olmanın trajedisinin de en derin anlatımlarından biridir.
Bugün bu romanı okurken Şanghay’ın tozlu sokaklarından çok, kendi içimizin karanlıklarına yürürüz. Çünkü İnsanlık Durumu hiçbir zaman yalnızca Çin devrimiyle ilgili olmadı. O, insanın kendine karşı devriminin romanıdır.
-İnsanlık Durumu, Andre Malraux, Oda Yayınları, 1982, 256 s.







