Ana Sayfa Dergi Sayıları 70. Sayı Proust Bir Sinirbilimciydi

Proust Bir Sinirbilimciydi

Yayın Dünyası

546
0

Eleştirmen bir sanat yapıtını ‘izlerken’, yorumlarken öncelikle sanatın estetik örüntülerini, bu yoldaki belirlenimleri kılavuz edinir. Bununla yetinmez yapıtı kuranın serüvenini (yaşamını) de var olan kültürün eklentisi, ona iliştirilen merak nesnesi haline getirir. Yapıt sahibinin saklı şeyleri zaman zaman öz yaşamı üzerinden de ifşa edilerek okuyucunun onda, dolayısıyla yapıtında kendisini bulmasına aracılık edilir. Bu bir yanıyla problemli bir yaklaşımdır. İlginin yapıta değil de, yaratıcısına kaydırılması ortaya konan işin gerçek anlamda anlaşılmasını, değerlendirilmesini zorlaştıran bir müdahaleye dönüşür. Oysa eser ortaya çıktıktan sonra, yaratıcısıyla işi bitmiştir.
Jonah Lehrer’in “Proust Bir Sinirbilimciydi” kitabı bilinenin aksi bir yolla sanat yapıtlarında saklı olan keşiflere yönlendiriyor bizi. Yazar, gördüklerimizi ifade etme yeteneğimizin bilim aracılığıyla değil de sanat aracılığıyla gerçekleştiğini iddia ederken, bu söylemi doğrulamaya götüren sanatsal deneyimleri çözerek yapıtını ilerletiyor. Kitaba konu olan isimlerin çoğu yapıtlarından çok yaşamları kurcalanan sanatçılardan: Walt Whitman, George Eliot, Marcel Proust, Paul Cézanne, İgor Stravinski, Gertrude Stein, Virginia Woolf. Kitapta her biri eserlerinde açık ya da örtülü bir şekilde gerçekleştirdikleri, sonradan sinirbilimcilerin çalışmalarıyla da doğrulanan buluşlarla anılıyor. Yine de sinirbilimle (neuroscience) ne türden bir bağlarının olduğunu anlamlandıramıyorsunuz ilk elden. Yapıtlarındaki keşiflerin insan fizyonomisinin en karmaşık yapısını oluşturan beynin süreçlerinden olan bilincin, görmenin, işitmenin, belleğin işleyişine, bu konudaki bilimsel çalışmalara nasıl da kaynaklık ettiğini öğreninceye kadar… Yazar örnek olarak aldığı kişilerin içinde bulundukları entelektüel atmosferden, dönemin biliminden etkilendiklerini söylüyor, ama yine de her biri bu esinlenmenin üstünde bir ‘sinirbilimsel üretimi’ oldukça edebi, estetik görünen çalışmalarına sızdırmışlar.
Kitabın en çarpıcı bölümlerinden biri Cézanne’ın görmenin, görme süreçlerinin anlaşılmasıyla ilgili olarak yaptığı çalışmalarının incelendiği kısımdır. Işığın sadece görmenin başlangıcı olduğunu söyleyen Cézanne’ın deliliğe eş görülen çalışmaları, aslında gördüğümüz her şeyin zihnin bir soyutlaması olduğunu keşfetmesiyle tuvale düşer. Çalışmalarında da bu zihinsel sürecin parçalı halleri hâkimdir. Kendisini gerçekliğin tam ortasına bırakarak, onun çıplak görüntüsünü izleyene sunar. Yani zihnin kendi deneyimleriyle şekillenmemiş görüntüsünü… Ressamın yapıtlarında yer alan boşluklar (nonfinito) bu koşullanmışlığın parçalanmasına ve görmenin dolaysız yaşanmasına yapılan oldukça bilinçli bir müdahaledir. Tamamlanmamış resimlerinde zihnin göze dayatmasını sekteye uğratan ressam, aynı zamanda boşlukları dolduran gözün, görmenin nasıl da zihin tarafından yönlendirildiğinin kanıtını da sunar.  Cézanne’ın bir nesneyi saatlerce izlemesinin aslında bir tür deney olduğunu varsayabiliriz. Uzun uzun gözlemlenen nesneler görme sürecinin resim aracılığıyla açığa çıkartılmasının ön adımından öte bir şey değildir. Bu çarpıcı buluşu, çalışmaları izlendiğinde deneyimlemek mümkün. Zihnin tuvaldeki boşlukları doldurmamız için kendi deneyimini nasıl da devreye soktuğunu resmi tamamlamaya başladığımızda kavramaya da başlıyoruz.
Düşüncelerimizin, hislerimizin sınırlarını yoklamayı iş edinen ve yapıtlarının çoğunu bu kaygıyla kuran George Eliot endişe çağının bir diğer özgün, kâşif sanatçısı olarak karşımıza çıkıyor kitapta. Dönemin bilimsel gelişmelerini ciddi bir şekilde takip eden (Darwin’in Türlerin Kökeni çalışmasından oldukça etkilenir örneğin) yazarın çalışmaları edebi metinler olmasına karşın, yarattığı olay örgüleri ve kişiler üzerinden, zihnin kendisini değiştirme becerisini, beynin şekillendirilebilirliğini kurcalar. Zihnin dinamik bir devinimle kendisini sürekli yenilemesi George Eliot’ın eserlerinin en önemli unsurlarındandır. Biyolojiye göre beyin genetik olarak yönetilen bir tür mekanik aygıttır. Beynin nöronlarının doğumdan ölüme kadar değişmeden kaldığı bilimsel fikri, deneysel çalışmalarla da uzun süre varlığını korur. Ta ki beynin kendisini sürekli yeniden yarattığı, nöronların da sanılanın aksine sürekli bölündükleri kanıtlanıncaya kadar. Mary Anne Evans, yani bilinen adıyla George Eliot, hayatın makineye benzemediği, süreklilik içinde olduğu ve insan tabiatının değişmez yasalarının olmadığı fikri en karmaşık organımız olan beynin doğasının anlaşılmasının da kapısını da aralar.
Virginia Woolf’un bilincin altına ve üstüne doğru, zihnin arızalarının kökenine yolculuğu; bedenle zihnin ayrılmaz bir bütün olduğunu şiir dolayımıyla ifade etmeye çalışan Walt Whitman’ın acılı uğraşı; zihnin ezberlerini bozan ve dinleyeni  allak bullak eden müziğiyle belirsizliğin duyguyu yarattığını oldukça iyi kavrayan İgor Stravinski’nin dahiyane kalkışması; Gertrude Stein’ın dilin beynin içinde kurulu yapısını parçalama uğraşı; belleğin yerleşikliğine ilişkin önemli çalışmaları kapalı bir yaşam sürmesine karşın derinlikli bir şekilde inceleyen Marcel Proust’un anılara ve zihnin geriye doğru kendisini nasıl kurduğuna dair ilginç buluşu, yapılan bilimsel gözlemler ve kanıtlamalarla örtüştürülerek kitabın diğer bölümlerinde çok çarpıcı bir şekilde incelenmiş. Gurme Auguste Escoffier’ın insan genomunun yüzde 3’ünü oluşturan koku reseptörlerini lezzet arayışıyla harekete geçirmeye dönük keşifleri kitabın en keyifle okunabilecek bölümlerinden. İnsan beyninin kendisine inanmasının gerçekleri nasıl da çarpıttığını en temel gereksinimlerimizden olan yemekle sınanması… Auguste Escoffier’ın bir bilimciyi, sanatçıyı aratmayan uğraşı çok çarpıcı bir incelemeyle almış kitaptaki yerini.
Jonah Lehrer’in izlediği ve yorumladığı şeylerin bugüne kadar sanatçıların yaşamlarına doğru yapılan kışkırtmaların çok dışında ve yerinde olduğu düşünüldüğünde kitabın merak duygusu uyandırarak adı geçen sanatçıların yapıtlarına okuru teşvik edeceği açık.

Proust Bir Sinirbilimciydi, Jonah Lehrer, Çev.: Ferit Burak Aydar, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2009, 245 s.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz