Ana Sayfa Dergi Sayıları 62. Sayı Anadolu’nun derde derman endemik bitkileri

Anadolu’nun derde derman endemik bitkileri

7596
0

Anadolu halkı, dertlerine dermanı binlerce yıldır bitkilerinde bulur. Zeytin yaprağı şekere iyi gelir, aksöğüt ağacı iltihaplı yaralara… Kızılçam bağırsak düzenler, alıç sakinleştirir…Kekik hem mide rahatsızlıklarında kullanılır, hem öksürük, nefes darlığı ve bronşitte…Sarımsak enfeksiyona karşı mücadelede ve tansiyon düşürmekte…Çakşır cinsel güçsüzlükte kullanılır, kantaron ruhsal güçsüzlükte… Ağu otu ise hemşerilerini her yönden kollar: Basurda, romatizma ağrılarında, egzamada ve akrep sokmalarında iş görür. Şifa veren bitkilerden kekik erkektir, adaçayı kadın…Ve binlerce yıldır bu böyledir.

 

Çocukluğumda, yaramazlığım ve yerimde duramamanın sonucu vücudumun çeşitli yerlerini yaralardım. Köylerde yaralar için ilaç da bulunmadığından, büyüklerimiz bitkilerden yararlanmayı öğretmişlerdi. Örneğin çevremizde çok yaygın olarak yetişen, olgun meyvelerini severek yediğimiz, bazen de meyvelerini yemek isterken dikenleriyle ayaklarımızı yaraladığımız böğürtlen (Rubus) bitkisinin yaprağını ağızda çiğnedikten sonra tükürükle karışan yaprağın özütlü yüzeyini kanayan yara üzerine bastırdığımızda, akan kanın çok hızlı bir şekilde durduğunu şaşırarak görürdük. Kovanlar çevresindeki haşarılıklarımız sonucunda arıların iğnelerinin acısını tadıp da yüzümüz gözümüz tanınmaz hale geldiğinde, yine imdadımıza çevremizdeki bitkiler yetişirdi. Eğer bir arı can yakan iğnesini size batırmış ve çevrenizde de yeşil yapraklı incir ağaçları var ise, arının soktuğu noktaya incir yaprağının sütünü damlatın, birkaç saniye içinde ağrısından kurtulursunuz; vücudunuzun şişmesini de önlersiniz. Avcıların Okçu Tanrıçası Likyalı Artemis’in sembolü olan arıların oklarıyla yarattığı acıyı ancak bir başka Anadolulu Tanrıça Demeter’in bitkisi incirimiz Ficus carica dindirebilirdi. Anadolu insanının imdadına Anadolulu bitkiler ve onların Tanrıçaları yetişmezse kimler yetişirdi ki?

 

Derman bitkilerde…

Günümüzde “kocakarı ilaçları” diye küçümsenen, ancak binlerce yıldır Anadolu insanının amansız hastalıklarında tutunacak bir dal vazifesi gören Anadolu bitkilerinin tıbbi özellikleri, sadece geleneksel tıp açısından değil, çağımızın dermansız hastalıklarına deva bulunması açısından da önem taşımaktadır. Ülkemizde yetişen ve tıbbi potansiyeli olan bitkilerin yüzde 10’undan daha azının tıbbi özellikleri ve hangi hastalıklara iyi geldiği bilinmekte, yaklaşık yüzde 90’ı ise hâlâ bilinmemektedir. Binlerce yıldan beri Anadolu’da ilaç yapımında kullanılan bitkilerin bu özellikleri Avrupa tarafından son yüzyıllarda keşfedilmiştir.

Hititler günümüzden 4 binyıl önce, gen merkezi Anadolu olan zeytin ağacından ilaç yapmışlar (1); bu miras bugüne kadar devam ettirilmiş ve günümüzde Uşak’ın Eşme İlçesi’nin köylerinde zeytin yaprağının şeker hastalığına karşı kullanılması sonucunu doğurmuştur. Günümüz Avrupa modern tıbbında da zeytin yaprağının bu özelliklerinden yararlanılmakta ve bu bitki şeker hastalığı başta olmak üzere diğer bazı hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır. (2) Zeytinin ilaç hammaddesi olduğu bilgisini binlerce yıl öncesinden günümüze aktaran Anadolu geleneksel tıbbıdır.

Biraz detaylı araştırdığınızda, ülkemizin ücra köşelerinde, hiç tahmin etmediğiniz ve odunu dışında hiçbir işe yaramadığını düşündüğünüz ağaçlardan şaşırtıcı ilaçlar yapıldığını görürsünüz: Toroslar’ın Aladağlar yöresinde Adana göknarından (Abies cilicica) elde edilen sakız aç karnına balla yenilerek mide ve ülser hastalıklarının iyileştirilmesinde kullanılmaktadır. (3) Balıkesir yöresinde katran ardıcının (Juniperus oxycedrus) meyveleri mide hastalıklarında kullanılır, meyveleri de bronşit tedavisi amacıyla yenir ve çayı içilir. (4) Uşak’taki Umurbaba Dağı köylüleri saçlı meşenin (Quercus cerris) meyvesini toz haline getirerek ishali ve kanamaları önlemede kullanmakta (5); Aksaray’ın Nizip bölgesinde palamut meşesinin (Quercus ithaburensis) meyvesi kaynatılmak suretiyle elde edilen çaydan kabızlığı gidermek için yararlanılmakta (6); Hatay’ın Yayladağı İlçesi’nin Kışlak beldesinde mazı meşesinin (Q. infectoria) meyveleri şeker hastalığının tedavisinde kullanılmaktadır. (7) Balıkesir yöresinde kızılcık ağacının (Cornus mas) meyveleri ile kayın ağacının (Fagus orientalis) kabuklarından ishal kesici olarak yararlanılmaktadır. (4)

Son yıllarda alerjik özellikleri öne çıkarılarak haksızlık edilen, hatta kentlerimizden kökü kazınmak bile istenen kavak ağaçlarımız ne işe yarar bilir misiniz? İlaç yapımında yararlanılır kavaklarımızdan, nasıl mı; Niğde yöresinde akkavağın (Populus alba) gövde, dal ve kabuklarının kaynatılmasıyla elde edilen çayı solunum ve sindirim sistemi rahatsızlıklarında kullanılır. Aynı yörede Populus tremula’nın (titrekkavak) gövde, dal ve kabuklarının kaynatılmasıyla elde edilen çayı kabızlığı giderici ve ateş düşürücü olarak kullanılır. (6)

 

Çocuklar, aspirinin kaynağı aksöğüdün dallarıyla yıkanır

Anadolu’da yaygın olarak yetişen aksöğütten (Salix alba) günümüzün mucize ilacı olarak bilinen aspirin üretilir. Aspirin modern tıp tarafından 19. yüzyılda keşfedilmesine rağmen ülkemiz insanı aksöğütten binlerce yıldan beri ilaç yapmaktaydı, halen de yapmaktadır: Söğüdün bilimsel nitelemesi olan Salix kelimesinin kökü olan “sal” kelimesi Latincede sağlıkla ilgilidir ve bu ağacın tıbbi özellikleri Antikçağ’dan beri bilinmektedir. Amasya’nın Merzifon İlçesi dolayında aksöğüt ağacından, iltihaplı yaralara karşı halk ilacı yapılmaktadır. (8) 6 Mayıs Hıdrellez kutlamalarında Anadolu kadınları söğüt dallarının kaynatılmasıyla elde edilen suda çocuklarını yıkayarak onların sağlıklı ve hastalıklara dayanıklı olmalarını amaçlarlar. 6 Mayıs’ın Artemis’in doğum günü olmasından da anlaşılacağı gibi, söğüt, Tanrıça Artemis’in bitkisidir. (9) Hititler’den beri Anadolu insanı söğüt ağacından ilaç yapmaktadır; aspirinin keşfinde, Anadolu’nun bu insanlık mirası ilaç bilgisini koruyarak yeni nesillere aktarmasının da payı vardır.

Antikçağ’da çam ağacı Sağlık Tanrısı Asklepios’un sembollerindendi. Çoğumuza tuhaf gelen bu sembolün tıbbi nedenleri vardır; zira Mersin’in Yanıktepe yöresinde kızılçamın (Pinus brutia) taze kozalakları toplanır, ikiye bölünür, kaynatılır ve içilir; bu suretle mide ağrıları dindirilir ve bu çay bağırsak düzenleyici olarak kullanılır; ayrıca aynı yörede kızılçamın kabuğu toplanır, dövülerek ve yaranın üzerine serpilerek yaraların iyileşmesi sağlanır. (10)

 

Anadolu halkı ilacını özgün bitkilerinde bulmuştur

Yukarda belirttiğimiz bitkiler, endemik olmayan bitki türlerimizin ilaç yapımında kullanımlarını göstermeleri açısından önem arz eder. Bu bitkilerin yanı sıra, ülkemize özgü endemik bitki türlerimiz de yöresel halk ilaçlarının yapımında kullanılmaktadır. Bu bitkilerin bir bölümü lokal türler olduğundan bitkilerden yapılan halk ilaçlarının da genelde lokal kullanımları söz konusudur. İlaç yapımında kullanılan endemik ağaç ve ağaççıklarımız bulunmaktadır. Toros Dağları’nda yetişen endemik Toros göknarı (Abies cilicica subsp. isaurica) Hititler döneminde ilaç yapımında kullanılmaktaydı. (1)

Anadolu bir alıç cennetidir. Endemik alıçlarımız dört bir yöremizi donatmışlardır. Hititler’in kıtlığı önlemek amacıyla altında Tanrılara dua ettiği, sevip koruduğu alıcın kutsiyetinde tıbbi ve bilimsel nedenler de vardır; genel olarak alıç meyvesi tansiyonu düşürür, sakinleştirici etkisi vardır. Balıkesir yöresinde sarı alıç olarak adlandırılan endemik Crataegus aronia var. aronia’nın meyveleri yenmek suretiyle bu meyve idrar arttırıcı olarak kullanılmaktadır. (4)

 

Kekik hem dağların neşesi, hem şifa kaynağı…

Tıbbi amaçla kullanılan en önemli bitkilerimizden biri kekiklerimizdir. Thymus ve Origanum cinslerinin endemik türlerini yemeklere koku verme veya çay yapımı amacıyla kullanmanın yanı sıra, Anadolu insanı kekik türlerimizden çeşitli hastalıkların tedavisinde de yararlanmaktadır. Yiyecek ve içecek olarak kullanılan kekik türlerimizin tercih edilmesinde sadece besleyici özellikleri değil sağaltıcı nitelikleri de rol oynayabilmektedir. Ülke çapında yaygın endemik Sipildağı Kekiği’nin (Thymus sipyleus subsp sipyleus var. sipyleus) Kayseri’nin Yahyalı İlçesi’nde yapılan çayı içilmek suretiyle bitki nefes darlığı, öksürük ve bronşitin tedavisinde kullanılır. (3) Endemik bir kekik türü olan Thymus praecox subsp. skorpilii var. skorpilii’den Amasya İli’nin Merzifon dolayında şeker hastalığına karşı halk ilacı yapılmaktadır. Bahse konu kekik türünün Rize İli Anzer Yaylası’nda çayı yapılarak içildiğinden bu endemik bitki Rize yöresinde “Anzerçayı”, Trabzon yöresinde ise “biberhot” olarak adlandırılmaktadır Yine ülkemizde yaygın olarak yetişen Thymus sipyleus subsp. rosulans adlı endemik kekik türü mide hastalıklarının tedavisinde kullanılır. (8, 11) Muğla ve Denizli illerine endemik olan ve bu iller dışında doğal olarak yetişmeyen, yemeklerde baharat olarak da kullanıldığından yöresel adı “çökelek kekiği” olan endemik Origanum hypericifolium bitkisinin bu yörelerimizde şeker hastalığına karşı çayı içilmektedir. (12) Uşak’ın Eşme İlçesi’nde Thymus zygioides var. lycaonicus (Konya kekiği) adlı endemik kekik türünün kurutulmuş çiçekli dalları ve yaprakları, nefes yolları rahatsızlıklarında, soğuk algınlığı ve nefes darlığı tedavisinde kullanılır. Aynı bitkinin yaprakları Afyon’un Kumalar Dağı yöresi köylülerince kaynatılıp çay olarak içilir ve bu suretle şeker hastalığının tedavisinde kullanılır. Ayrıca yemeklerde de baharat olarak kullanılır. (5, 13)

Kekik türlerimiz mis kokularıyla doğamızı şenlendirmelerinin yanı sıra, Anadolu insanının hastalıklarına deva olur da, Anadolu insanı ona hak ettiği değeri vermez mi? Örneğin yemek ve ilaç yapımında kullanılan kekiklerimizden Origanum bitkisinin Türkçe anlamı “dağların neşesi”dir. Dünyadaki Origanum türlerinin yüzde 60’ı da Türkiye’de yetişir. Yani Türkiye’nin dağlarından alacağınız zevki, hayat kaynağını ve neşesini dünyanın başka hiçbir yerinde bulamazsınız; bir de bu neşe endemik ise, değmeyin keyfinize.

 

Anadolu’nun tüm kekik kokuları, düşmana karşı birleşin!

Antikçağlarda kekik, asaletin ve cesaretin simgesiydi. Bu yüzden savaşa giden yiğitlere kekik kokan armağanlar vermek bir gelenek halini almıştı. (14) Antikçağ ordularında görev yapan Anadolu delikanlıları da yörelerinden aldıkları endemik kekik kokulu hediyelerle savaş alanına gidiyorlardı besbelli. Anadolu’nun dört bir yanından gelerek orduya katılanların kekik kokuları da muhakkak birbirine karışıyordu, ülkenin endemik kekik kokuları da herhalde Anadolu’nun kokusu olarak birleşiyor, öyle karşı konuyordu düşmana; askerlerin her biri de yanlarında taşıdıkları yörelerinin kekiğinin kokusundan güç alarak vatanlarını savunuyorlardı. Antikçağ insanının birbirine kekik kokulu hediyeler vermesinin altında, mutlaka kekiğin hastalıkları iyileştiren olumlu özellikleri de vardı. Evinden ayrı savaşa giden insanların en çok ihtiyacı olan şeylerden biri hastalıklarını iyileştirecek unsurları yanına almaktı besbelli. Kekiğin hastalıklardan, dolayısıyla ölümden koruyucu ve kurtarıcı etkisi, onun her türlü zorluktan insanları kurtardığı yönünde bir inanca dönüşmüş olmalıdır. Bu nedenle ölüm-kalım meselesi olan savaşlarda kekiğin büyüsel bir fonksiyon görerek askerleri kötülüklerden koruduğuna inanıldığı anlaşılmaktadır.

Kekik, fizyolojik etkileri dolayısıyla Antikçağ’dan bu yana bitki büyülerinin yapılmasında önemli rol oynamış bir bitkidir. Romalılar kekiğin melankoliye iyi geldiğine inanırlardı. Ayrıca kekik türleriyle sevgi büyüsü yapılırdı. Bu çağlarda evlenecek kızlar ayakkabılarının içine kekik koyarlar ve daha sonra uyurlardı, bu suretle ileride evlenmeleri muhtemel erkeği rüyalarında göreceklerine inanırlardı. (9)

 

Erkeksin be kekik!..

Roma ve Antikçağ uygulamalarından da görüleceği üzere kekik erkeksi bir bitkidir. Romalı kızlar ayakkabılarının içine erkekle özdeşleşen kekik koymak suretiyle rüyalarında müstakbel yavuklularını hayal edebilmekte, savaşa giden yiğitlere de kekik hediyeleri verilerek onlara yiğitlere ve asillere özgü kokular kazandırılmaktadır. Zaten kekik türlerinden Thymus bitki sistematiğinde erkeksi bir isimdir. Günümüz Anadolu’sundaki Türkçe kekik isimlerinde bu uygulama devam etmektedir: Örneğin Ankara yöresinde endemik Origanum sipyleum adlı kekik ile Muğla yöresinde Origanum onites adlı kekiğin yöresel adı “güveyi otu”, yine Muğla yöresinde Satureja thymbra adlı kekiğin yöresel adı “oğulotu” veya “oğul kekiği”dir. (11) Görüleceği gibi kekik türlerimiz insanlarımıza sağlık bahşederken fizyolojik özellikleriyle onlara kültürel bakış açıları da kazandırmakta, Anadolu insanına asalet ve cesaret vermekte, ayrıca neşe, hayal gücü, sevgi ve mutluluk da aşılamaktadır. Zaten sağlık olmazsa neşe, sevgi ve cesaret mümkün olabilir mi? Ne demişler her şeyin başı sağlık.

 

Sarımsak, Antikçağ Sağlık Tanrısı Asklepios’un sembollerindendir

Kekiğin yanı sıra Anadolu’da ilaç yapımında kullanılan en önemli bitkilerden birisi de soğan ve sarımsak olarak adlandırılan Allium türleridir. Ülkemizde endemik türleri oldukça zengin olan yabani soğan ve sarımsaklar ilaç yapımında kullanılırlar. Örneğin Tunceli yöresine endemik Allium tuncelianum yiyecek amaçlı tüketilmenin yanı sıra, yörede enfeksiyonlara ve yüksek tansiyona karşı da kullanılmaktadır. Ülkemizde sarımsak olarak adlandırılan Allium türleri de bulunmakta olup, örneğin Tunceli dolayında yetişen endemik “kaya sarımsağı” Allium macrochaetum subsp. tuncelianum, dünyada sadece Bursa’daki Uludağ’da yetişebilen endemik “sarı sarımsak” Allium flavum subsp. flavum var. minus, dünyada sadece Kazdağı’nda bulunan lokal endemik ve yok olma tehlikesi altında olan “yabani sarımsak” Allium kurtzianum bunlara örnektir. Sarımsak bitkisinin binlerce yıldan bu yana ilaç amacıyla kullanıldığı bilinmekte, hatta günümüzde bile sarımsağın etkileri popüler yayınlarda tartışılmaktadır. Antikçağ’da da sarımsak Sağlık Tanrısı Asklepios’un sembollerinden biridir. (14) Antik Dönem’in en ünlü asklepionlardan birinin kurulu olduğu Pergamon Antik Kenti’nin tam ortasında endemik bir Allium türü bulunur, hem de antik kentin tam merkezi olan akropolde yetişir: Allium proponticum subsp. proponticum bitkisi belki de Bergama asklepionunda hastaların tedavisinde kullanılan bir bitkiydi.

 

Hititler, soğanı belalardan kurtulmak için kullanırdı

Soğan türlerinin sağaltıcı ve kötülükleri uzaklaştırıcı etkisi Hititler tarafından da fark edilmişti. Nadir ve tıbbi özellikler taşıyan soğan ve sarımsaklarımızın çoğunluğu yüksek dağlarda yetişir. Hitit Dönemi’nde dağlardaki bitkilerden ilaç yapanlar da yaşlı Hitit kadınları olup bu kadınlar aynı zamanda kehanetleri deşifre etmekle de ünlüydüler. (15) Bir Hitit metnine göre, kentte yaşamaktan sıkılan, ayrıca hastalıkları da iyileştiren bir büyücü kendini dağlara atar ve içindeki sıkıntıyı ve stresi şöyle haykırır dağlara; “Ey Yüce dağlar, ben size acaba niye geldim dersiniz? Çünkü ben artık bittim, tükendim, çünkü insanlık bir inek gibi ahırda hapis kalmıştır. Şimdi sizin yardımınıza çok ihtiyacım var.” (16) Hititli büyücünün söyledikleri hepimizin çok yakından yaşadığı duygulardır. Günümüz modern insanı kapalı kutularda yaşar ve bazen, değil doğayı, doğadan yalıtılmış kent yaşamına bile katılmadan, betonlar arasındaki çatlaklardaki otları bile göremeden rutin işleri arasında kaybolup gider. Günümüzden 4 binyıl önce Hititli büyücü görmüştür günümüz insanının doğadan yalıtılıp rutin işlere boğulup inekler gibi kutulara tıkıştırılacağını ve yine dağların, doğanın stresin en önemli ilacı olacağını.

Hitit büyücüleri dertlerini döktükleri dağların bitkileriyle de belaları savuşturmaya çalışmışlardır. Hititler, günümüzde “sarımsak” ismine benzer bir şekilde “sumsıkılsar” adını verdikleri (17) soğan bitkisini belaları uzaklaştırmada kullanmışlardır: Hitit büyücü kadınları bir kuru soğanı alıp katlarını ayırır, ayırırken de “Bu soğanın katlarını nasıl ayırıyorsam, kötülük, lanet ve pislik de bu insandan öyle ayrılsın” derlerdi. (18) Soğanlarımızın hem besleyici hem de tıbbi özellikleri, onların Hititlerden bu yana büyü uygulamalarında kullanılmasına neden olmuştur. Hititlerin soğanın katlarını soyarak büyü yapmalarının nedeni, aynı kekiğin antikçağlardaki hastalıktan kurtarıcı etkisinde olduğu gibi, soğan ve sarımsak türlerinin tıbbi özelliklerinin Hititlerce kültürel boyuta ve ritüel alana taşınmasından kaynaklanır. Ayrıca Hititlerin soğan büyüsünde uyguladıkları “soymak” edimi ile günümüz Türkçesindeki “soğan” kelimesinin birbirine benzemesi, fonksiyonel bir kültürel devamlılığın Hititlerden günümüze ulaştığının ipucunu vermektedir.

 

Osmanlı kadınları soğana doğum töreninde yer verirlerdi

Nitekim soğanın ritüel, büyü ve tedavi uygulamaları Osmanlı Dönemi halk kültüründe de kendisini göstermiştir: Anadolu kadınları doğum törenlerinde de soğanı kullanmışlardır. Osmanlı döneminde uygulanan bir doğum ritüelinde; doğum yapan kadının memeleri yıkanır ve ikiye kesilmiş bir soğanla memeler ovulur, daha sonra bu soğan mavi boncuk ve sarımsak ile birlikte bir şişe geçirilerek tülbentle bağlanır ve loğusanın ayak kısmındaki duvara asılırdı. Evden çıkarken şişe geçirilmiş soğan kapının eşiğine konulur, sırasıyla anne, büyükler ve en son kucağında bebekle ebe dışarıya çıkarlardı. (14)

Allium türlerinin günümüz Anadolu’sunda soğan ve sarımsak olarak adlandırılan türleri yemek yapımında ve halk hekimliğinde kullanılır. Ancak onun Osmanlı Döneminde mavi boncuk ile birlikte kadın doğumlarında, Hititler ve Antik Dönem’den bu yana da hastalık ve büyü uygulamalarında kullanılması onun doğurganlık ve Anatanrıçanın özel bitkisi olduğunun ipuçlarını vermektedir. Sarımsak bitkisinin popüler vampir filmlerindeki koruyucu özelliğinin gerçek tarihsel kökeni günümüzden 4000 yıl önceki Anadolu büyü uygulamalarına kadar gitmektedir.

Anadolu’da dünyaya yeni gelen çocuklarla ilgili de tıbbi amaçla kullanılan bitkiler bulunmaktadır. Kayseri’nin Yahyalı İlçesi’nde bozkulak sakızı, bazı yörelerde “yarasakızı” olarak adlandırılan Scorzonera tomentosa adlı endemik bitkiden elde edilen sakız, yenidoğan bebeklerin göbeğine konularak göbeği bastırmak amacıyla kullanılır, çocuk fıtık olursa bu sakızdan fıtığı iyileştirmek amacıyla da yararlanılır.

Yine aynı ilçede endemik bir Yaylaçayı türü olan Sideritis phlomoides çay olarak içilir ve karın ağrısına karşı kullanılır. Anadolu’da çaşır veya çakşır diye adlandırılan Prangos uechtritzii adlı endemik bitki yine aynı yörede cinsel güçsüzlüğe ve basur hastalığına karşı ilaç olarak kullanılır; bu bitki sirkeyle kaynatılıp suyu ile taharet yapılarak basur iyileştirilmeye çalışılır. (3) Amasya’nın Merzifon İlçesi’nde yetişen Scorzonera eriophora adlı endemik tekesakalı bitkisi astım hastalığına karşı ilaç yapımında kullanılmaktadır. (8)

 

Kantaron hem yarayı iyileştirir, hem de ruhu…

Yine idrar yolu iltihaplarına karşı kullanılan, güney ve batı illerimize endemik olan ve bilimsel adını Antikçağ hekimi Euryphon’dan alan Hypericum aviculariifolium subsp. aviculariifolium adlı kantaron bitkisi de yetiştiği toprağın insanına derman olmak için Mayıs ve Haziran aylarında sapsarı çiçekler açar; güneşten aldığı sağlık ışığını sayrılara sunabilmek için. (7) Anadolu’da endemik türleri oldukça zengin olan ve ülkemizde 70 türü bulunan Hypericum bitkisi, Eski Yunan’dan beri yaralar başta olmak üzere birçok hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır. Ayrıca bitkinin doğaüstü güçlere sahip olduğuna inanıldığından, popülaritesi yüzyıllardır sürmektedir. Bu türlerden biri olan ve sarı kantaron olarak adlandırılan H. triquetrifolium da tıbbi olarak kullanılmakta olup, bu türü diğerlerinden ayıran özellik, sıkıldığında ortaya kırmızı renkli bir sıvı çıkaran çiçekleridir: Bu sıvı kana benzetildiğinden sarı kantaron Antik Dönem’den beri kutsal kabul edilen bir bitkidir. (19) Bitkinin adet kanaması rahatsızlıklarında kullanılmasıyla bitki çiçeklerinden kana benzer bir sıvının akması, mutlaka doğurganlık ve kadın inançlarıylale ilişkilendirilmesine neden olmuş olmalıdır. Ayrıca endemik olmamakla birlikte, ülkemizde de doğal olarak yetişen Hypericum perforatum adlı diğer bir kantaron bitkisi de modern tıpta depresyon tedavisinde antidepresan olarak kullanılmaktadır. (20)

 

Yurdumuzun bitkileri de, hayvanları da hastalık etkeniyle savaşıyor

Anadolu’da çakırdikeni olarak adlandırılan Centaurea drabifolia subsp. detonsa bitkisinin çiçeklerinin kaynatılmasıyla elde edilen çayı sıtma hastalığının tedavisinde kullanılmaktadır. (5) Sıtma hastalığının yok edilmesi amacıyla sulak alanlarımızı kurutma gibi yanlış bir kararı alarak Anadolu’nun çölleşme sürecine katkıda bulunanlar, acaba sıtma hastalığına karşı endemik bir bitkimizin varolduğunu bilselerdi bu kararı yine de alırlar mıydı? Demek ki onlar Anadolu’nun kendi dertlerine derman bir yurt olduğunu keşfedecek derecede endemik bitkilerini tanımıyorlardı. Sadece endemik bitkiler değil, endemik hayvanlarımız da hastalık etkenlerine karşı kullanılabilir. Dünyada sadece Amanos Dağları’mızda yaşadığı tespit edilen endemik Eremiaphila dagi adlı avcı böceğimizin günde 20 dolayında kene yiyebildiği ve Kırım Kongo kanamalı ateşine yol açan kenelerin doğal düşmanı olduğu tespit edilmiştir. Anadolu dışından gelen hastalık etkenlerine karşı da Anadolumuz endemik bitki ve hayvanlarıyla savaşmaktadır.

Anadolu’da çok yaygın olarak yetişen endemik bir sütleğen türümüz olan Euphorbia anacampseros subsp. anacampseros adlı bitkinin sütü Afyon’un Kumalar Dağı yöresinde, yaraları iyileştirmek için haricen yaranın üzerine sürülür. (13) Peki endemik sütleğenin sütünü yaranıza tatbik ettiniz, ama yaralarınız geçmedi. Hemen ümitsizliğe kapılmayın, geçmeyen yaralardan sorumlu endemik bitkilerimiz bulunmaktadır. Bu bitkimizi bulmanız ve yaralarınıza merhem yapmanız için Anadolu’nun diğer bir yöresi olan kuzeydoğu Anadolu’ya gitmeniz gerekmektedir. Ülkemizin kuzeydoğu Anadolu yöresinde yetişen, Erzurum, Kars, Ardahan, Ağrı, Artvin ve Rize illerine endemik olan havacıva otu Alkanna cordifolia bitkisi, Ardahan yöresinde iyileşmeyen yaralara merhem yapımında kullanılır: Bitkinin kök kısımları Çıldır yöresinde tereyağının içine konularak güneşte bekletilir. Hazırlanan bu karışım iyileşmeyen yaralara sürülür. (21)

 

Salvia, sabla, şalva; yani “şifa veren”

Anadolu’da çok yaygın yetişen, “yakı sablası” veya “kara şalva” gibi yöresel adları olan Salvia crypthanta adlı endemik adaçayı bitkisinin yapraklarının kaynatılmasıyla Aksaray’ın Nizip yöresinde elde edilen çayı mide ağrısı ve soğuk algınlığı için içilir. (6) Binlerce yıldan beri Salvia türleri Anadolu’da sağlık kavramı ile özdeşleştirilmişlerdir. Bitkinin bilimsel cins adı olan Salvia Latince bir isim olup anlamı “şifa veren” demektir. Antik Dönem’deki Salvia ismi yukarıdaki endemik bitki isminden de görüleceği gibi Anadolu insanınca hâlâ sabla, şabla ve şalva gibi adlarla devam ettirilmektedir. Sağlık dağıtan endemik bitkilerimiz aynı zamanda binlerce yıldan bu yana Anadolu insanının kültürel sürekliliğini de günümüze ulaştırmaktadırlar.

Salvia türlerinde olduğu gibi ülkemiz endemik sığırkuyruğu bitkileri açısından da oldukça zengindir. Bu bitkilerden bir bölümü de insanımızca ilaç yapımında kullanılır. Genelde bu bitki türlerine adaçayını andıran isimler verilmezken, dünyada sadece Adana ve Kayseri yöresinde yetişen endemik sığırkuyruğu Verbascum luridiflorum’a bir istisna uygulanarak tıbbi özelliğinden dolayı, yöresel ad olarak “şalba çiçeği” adı verilmiştir. Bu nadir bitkimizin çiçeklerinin kaynatılması suretiyle yapılan çayı taş düşürmek amacıyla kullanılmaktadır. (3)

 

Adaçayı kadındır; adamı iyi de eder, hasta da…

Salvia isminden de görüleceği üzere bu bitki türlerimizin cins ismi kadınsıdır. Binlerce yıldan beri bitkilerden ilaçları damıtan kadınlar olmuş, halk ilaçları da Anadolu kadınları tarafından hazırlanmıştır. Nitekim Hitit uygarlığında sal kadın determinatifidir ve dişiliği işaret eder. Orkide türlerimizden elde edilerek soğuk algınlığına karşı içilen salep içeceği de adlandırmasının kaynağını Eskiçağlardan ve sağaltıcı kadınlardan alır. Günümüz Anadolu kadınlarınca giyilen “yalvar” giysisinin de kaynağı Türkçe olmayıp tahminimizce binlerce yıl öncesindeki Anadolu dillerine dayanmaktadır. Salvia türlerimizin kadınlarla ilişkisini yine bir başka endemik bitkimizin yöresel isminde görebiliriz: İç Anadolu illerimizde yaygın olarak yetişen Salvia dichoroantha adlı endemik adaçayı türümüze Sivas yöresinde “kızlar yülmesi” denir. Yine başka bir adaçayı olan Salvia virgata’ya Balıkesir yöresinde “Fatma ana otu” denilmektedir. (11)

Anadolu’nun her tarafından her yıl yeni ve lokal endemik adaçayı türleri fışkırmaktadır. İşte size taptaze bir haber; 2009 yılı Şubat ayında yayımlanan bir makalede, Kahramanmaraş’ın Ahır Dağı yöresinin bir köyünde keşfedilen adaçayımızla ilgili bilgiler ülkemize olan sevgimizi ve heyecanımızı bir kat daha arttırmıştır: Hoşgeldin Maraş adaçayı Salvia maraschica, şeref verdin. (22)

Kadınlar, adaçayından yaptıkları ilaçlarla her zaman hastaları tedavi etmezler, bazen de adamı hasta ederler. Günümüz Anadolusu’nun bitirim delikanlıları eğer güzel bir bayana “hastayım sana” diyorsa, şaşırmayın, bu garip deyim delikanlının o kadına âşık olduğunu gösterir. Roma Dönemi’nde aşkından deliye dönen ve garip hareketlerde bulunarak hasta gibi davranan erkeklere salax denirdi. (23) Bu deyim Rumca’ya saloz olarak geçmiş, günümüz Türkçesi’nin o meşhur kelimesi salak da bu tarihsel süreçten süzülerek gelmiştir. Bu bilgilerden hareketle Salvia türlerinin Anadolu kültürlerinde çok derin etkiler bırakan bitkiler olduğu açıkça görülmektedir. Neolitik Çağ’la birlikte kadınların ve anayanlı inancın ön plana çıkmasında şalva (şabla) türlerimizin çok önemli roller oynamış olmaları, hatta bu bitkiyle büyü ve dinsel uygulamaların gerçekleştirilmiş olması çok muhtemeldir. Şu anda elimizde sadece dilbilim açısından bunun kanıtları bulunmakla birlikte, arkeolojik kazı ve araştırmalar sürdükçe, bilinmeyen Anadolu dilleri çözüldükçe, adaçayı bitkisinin büyü ve dini amaçlarla kullanıldığına ilişkin verilere rastlamamız mutlaka beklenmelidir.

 

Endemik ağu bitkisi, hemşerilerini her yönden kollar

Dünyada sadece Muğla ve Antalya illerine endemik olan, bilimsel nitelemesini Roma Dönemi’nin ünlü Adanalı hekimi Dioscoridis’ten alan, yetiştiği yörelerde “ağı, ağu, pabuçağusu” gibi adlarla anılan Arum dioscoridis var. spectabile’nin meyveleri günde bir adet yutulmak suretiyle Bodrum yöresinde mayasıl tedavisinde kullanılır, olgun meyveleri her sabah aç karnına bir adet yutularak basur hastalığına karşı kullanılır; yaprakları kaynatılıp ağrılı yerlere konularak romatizma ağrılarını gidermede kullanılır, meyveleri romatizma ağrısını giderici olarak günde bir kez yutulur; gene meyveleri günde 1 kez yutularak egzama tedavisinde kullanılır; yumrusu kurutulup toz edildikten sonra akrep sokmasına karşı kaynatılıp içilir. (24) Görüleceği gibi endemik ağu bitkisi yetiştiği yörelerin insanını her yönüyle koruyup kollayan bir bitkidir; ne de olsa endemik olmanın gereğidir hemşeri dayanışması.

Adana’nın Antik Anavarza Şehri’nde MS 1. yüzyılda doğup yaşayan Dioscorides adlı hekim Materia Medica adlı eserinde 500 kadar tıbbi bitki ve kullanılışını anlatmıştır. Acaba Adanalı hemşerimiz Dioscorides’in ilaç kaynağı olarak tespit ettiği bitkilerden kaçı endemik idi, bu bitkilerden günümüze ulaşamadan yok olan kaç bitki vardı, yok olarak günümüze ulaşamayan endemik Anadolu bitkileri acaba günümüzün hangi hastalığına derman olabilecekti; AIDS, Kırım Kongo kanamalı ateşi, kanser, stres?.. Acaba şu anda ortadan kaldırılan sulak, tuzcul, alpin, step veya kumul bir nadir ekosistemde yok edilen, tıbbi özellikleri bilinmeyen lokal endemik bitki ve hayvanlarımızın ortadan kalkmasıyla gelecekte kaç milyon insanın ölümüne veya sakat kalmasına yol açıyoruz? Bunu şu anda bilebilmemiz mümkün değil, ancak nadir endemik canlılarımızı korumamız için onların mutlaka tıbbi özelliklere ve ilaç potansiyeline sahip olmaları da gerekmez; onlar bu topraklara özellik kazandıran, Anadolu’yu Anadolu yapan zenginliklerimizdir; ilaç hammaddesi içermeseler de emsalsiz endamları, eşi bulunmaz çiçekleri ve ayaklarımıza sarılan dikenleriyle bu toprakların asıl sahipleridirler.

 

NOT: Yukarıdaki yazı, hasta insanlarımıza kesinlikle tıbbi bir öneri niteliğinde olmayıp, sadece Anadolu’nun nadir bitkilerinin yerel halk tarafından etnobotanik bilimi kapsamında halk ilacı yapımlarını ortaya koymak için yazılmıştır. Söz konusu edilen bitkilerin tıbbi uygulamalarının mutlaka tıp ve ilaç bilimi gibi sağlık alanlarında çalışan yetkin bilim unsurlarınca teyit ve onayı alındıktan sonra bu uzmanların denetiminde yapılması gerekmektedir.

 

DİPNOT VE KAYNAKLAR

1) Turhan Baytop, “Türkiyede Tıbbi ve Kokulu Bitkilerin Kullanılışına Tarihsel Bir Bakış”, Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Bülteni, Temmuz 1994, Sayı:10.

2) K. Hüsnü Can Başer, “Zeytin Yaprağı”, Bağbahçe Dergisi, Mayıs-Haziran 2007.

3) Yavuz Bağcı, “Aladağlar, Kayseri-Yahyalı ve Çevresinin Etnobotanik Özellikleri”, Ot Dergisi, 2000/1.

4) Ali Duran, Fatih Satıl, Gülendam Tümen; “Balıkesir Yöresinde Yenen Yabani Meyveler ve Etnobotanik Özellikleri”, Ot Sistematik Botanik Dergisi, 2001/1.

5) A. Kahraman, A. Tatlı; “Umurbaba Dağı (Eşme-Uşak) ve Çevresindeki Bazı Bitkilerin Mahalli Adları ve Etnobotanik Özellikleri”, Ot Sistematik Botanik Dergisi, 2004/2.

6) Meryem Öztürk, Muhittin Dinç; “Nizip (Aksaray) Bölgesi’nin Etnobotanik Özellikleri”, Ot Sistematik Botanik Dergisi, 2005/1.

7) Mustafa Keskin, Kerim Alpınar; “Kışlak (Yayladağı-Hatay) Hakkında Etnobotanik Bir Araştırma”, Ot Sistematik Botanik Dergisi, 2002/2, s.91.

8) Kaynak: Nurten Ezer, Öykü Mumcu Arısan; “Merzifon Yöresinde Halk İlaçları”, Türk Botanik Dergisi, 2006/2.

9) Ellen Dugan, Bitkisel Büyü, Çev: Selim Yeniçeri, Shambala Kitapları, İstanbul, 2008.

10) Gökhan Abay, Ayhan Kılıç; “Pürenbeleni ve Yanıktepe (Mersin) Yörelerindeki Bazı Bitkilerin Yöresel Adları ve Etnobotanik Özellikleri”, Ot Sistematik Botanik Dergisi, 2001/2.

11) Ertan Tuzlacı; Türkiye Bitkileri Sözlüğü, Alfa Yayınları, İstanbul, 2006.

12) Şenay Sönmez, Balıkesir Üniversitesi, yükseklisans tezi.

13) Ekrem Akçiçek, Mecit Vural; “Kumalar Dağı (Afyon) ve Çevresindeki Bazı Bitkilerin Yöresel Adları ve Etnobotanik Özellikleri”, Ot Sistematik Botanik Dergisi, 2003/2.

14) Deniz Gezgin, Bitki Mitosları, Sel Yayıncılık, İstanbul, 2007.

15) Jak Yakar, Çev: Selen Hırçın Riegel, Anadolu’nun Etnoarkeolojisi, Homer Kitabevi, İstanbul, 2007.

16) Erdal Doğan, Hitit Hukuku, Güncel Yayıncılık, 2008.

17) Johannes Friedrich, Hethitischer Keilschrift-Lesebuch, Carl-Winter Universitaetverlag, Heidelberg, 1960.

18) Muazzez İlmiye Çığ, Hititler ve Hattuşa, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2008.

19) Cenk Durmuşkahya; “Kantaron”, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi, Haziran 2005 sayısı.

20) Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji Dergisi, Sayı:1096, 21.03.2008 tarihli nüsha.

21) Gençay Akgül, “Çıldır (Ardahan) ve Çevresinde Bulunan Bazı Doğal Bitkilerin Yerel Adları ve Etnobotanik Özellikleri”, Ot Sistematik Botanik Dergisi, 2007/1.

22) Ahmet İçim, Ferhat Celep, Musa Doğan; “Salvia maraschica, a new species from Turkey”, Annual Bot. Fennici, Vol: 46, Helsinki, 27 February 2009.

23) Asuman Albayrak, Ülkü M. Solak, Ahmet Uhri; Hitit Mutfağı, Metro Kültür Yayınları, İstanbul, 2008.

24) Ertan Tuzlacı, Bodrum’da Bitkiler ve Yaşam, Güzel Sanatlar Matbaası, İstanbul, 2005.

25) Tuna Ekim, Mehmet Koyuncu, Hayri Duman, Zeki Aytaç, Nezaket Adıgüzel; Türkiye Bitkileri Kırmızı Kitabı (Eğrelti ve Tohumlu Bitkiler), Türkiye Tabiatını Koruma Derneği, Van 100. Yıl Üniversitesi, Ankara, 2000.

26) P. H. Davis, Flora of Turkey and the East Aegean Islands, Edinburg at the University Press, 1969.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz