Adam Smith Pekin’de : 21. Yüzyılın Soykütüğü
Giovanni Arrighi, Çev. İbrahim Yıldız, Yordam Kitap, Şubat 2009, 416 s.
Türkiye’de daha çok Uzun Yirminci Yüzyıl kitabıyla tanınan Arrighi, bu yeni kitabında temelde iki gelişme üzerinde duruyor: Birincisi, Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’nin yükselişi ve çöküşü; ikincisi ise, Çin’in Doğu Asya’da yaşanan iktisadî rönesansın lideri olarak ortaya çıkışı. Bu iki gelişmeye katkıda bulunan birçok devlet ile devlet dışı aktöre de gerekli dikkat gösteriliyor, fakat çözümlemenin ana ilgi odağını küresel dönüşüme yol veren baş aktörler olarak ABD ve Çin devletleri oluşturuyor.
Kitabın amacı, küresel ekonomi politiğin merkez üssünün Kuzey Amerika’dan Doğu Asya’ya kayışını Adam Smith’in iktisadi gelişme teorisi ışığında yorumlamak olduğu kadar, Adam Smith’in ünlü eseri Ulusların Zenginliği‘nin bir yorumunu da sunmaktır. Arrighi, ABD’nin küresel imparatorluk yaratma yönündeki girişimlerinin Çin’in 1990’lardan bu yana sergilediği iktisadi başarıları boşa çıkarma amacı taşıdığını ve gene ABD’nin Irak’ta batağa saplanmasının Çin’i ABD’nin “Teröre Karşı Savaş”ının asıl galibi yaptığını dayanaklarıyla ileri sürmektedir.
Sanat Sosyolojisine Giriş
Sıtkı M. Erinç, Ütopya Yayınları, Şubat 2009, 128 s.
Sanat, belli bir sosyal yapının, hem dünüyle, hem bugünüyle, hem de yarınıyla doğrudan ilintilidir. Yani sanat, bir anlamda toplumların kimliğidir. Bu nedenle sanatı irdelemek için, hem var edildiği, hem de yaşadığı toplumu tanımak gerekir.
Sosyoloji bağlamda politik, kültürel, ekonomik koşullarla sanat arasındaki bağ, sanatın hem niteliği, hem de niceliği bakımından son derece önemlidir. Bir toplumda niçin senfonik müzik bestelenmez, bestelense bile beğenilmez? Niçin bale sanatı sadece uyarlama düzeyinde kalır? Ya da niçin resim evrensel bir boyuta ulaşamaz? Bu ve buna benzer sorgulamazlarda doğru yanıt, sosyal yapı araştırmalarından geçer.
Bu kitap, sanata sosyolojik açıdan bakma gerekçelerini ve yollarını gösteren bir giriş kitabıdır.
Ortak Hayat
Tzvetan Todorov, Çev. Mehmet Emin Özcan, Dost Kitabevi, Şubat 2009, 149 s.
Dilbilim, poetika, yapısalcılık gibi kapalı sistemlerle geçirdiği ömrünün son deminde, Todorov, kurmaca ile gerçeklik ilişkisindeki kilidin anahtarını bu sistemlerin dışında keşfeder. Todorov’un “genel antropoloji” denemesi sosyal bilimlere yeni değerlendirme kategorileri eklerken aynı zamanda yeni bir hümanizmin bu bilimlerin ufkunda belirişini de gösteriyor. Lévi-Strauss’un Hüzünlü Dönenceler‘de birbirine eklemlediği benlik (imago) ile nesnesi (logos) arasındaki ilişkiyi ve eylemleşmeyi Ortak Hayat‘ın daha da ileri götürdüğünü görürüz. Todorov’un hayatını adadığı söylem kuramı devasa bir logos olarak arkada kalır ve artık bir tür bilgeliğe ulaşmış yaşlı yazarın benliği bilginin kaynağı ve hedefi olur. Todorov’un bir Rönesans bilgesi, bir yeni-hümanist olarak nitelendirilmesinin en büyük nedeni belki de budur.
Kıyıdaki Adam
Selçuk Demirel – John Berger, Çev. Cevat Çapan, Yapı Kredi Yayınları, 2009 (2. Baskı), 104 s.
Masanın başına oturmuş, kıyıyı düşünen bir adam… Kıyının ötesine, denize, ufka, gökyüzüne bakıyor: Yıldızlarla el ele veriyor, gökyüzüne resimler çiziyor. Kitaplarla çevrili küçük odasından, düşlerinin evrenine uzanıyor.
Ülkemizin yetiştirdiği ve uluslararası alanda adını duyuran illüstratör Selçuk Demirel, çizgileriyle John Berger’in metnini zengin bir izlenime dönüştürüyor. Kıyıdaki Adam özgün metin ve Cevat Çapan’ın çevirisiyle birlikte okuyucuyla buluşuyor.
Saturnin
Zdeněk Jirotka, Çev. Hakan Gür, Dost Yayınevi, 2008, 238 s.
Çek edebiyatının Aslan Asker Şvayk‘la bir tutulan kara mizah klasiklerinden biri artık Türkçe’de. Jirotka’nın başarılı bir film uyarlaması da yapılan, dünyanın belli başlı dillerine çevrilen başyapıtı, bir asilzadenin Saturnin adlı bir uşak tutmasını ve ardından birçok baş döndürücü serüven yaşamasını konu ediniyor. Kaynakları Goldoni’ye ve commedia dell’arte geleneğine kadar uzanan bir efendi-uşak hikâyesinin renkli ve usta işi anlatımı Saturnin.
İşgal altındaki Çek Cumhuriyeti’nde, o zamanki adıyla Çekoslovakya’da, Jan Drda ve Eduard Bass’la birlikte ürün vermeyi sürdürerek Çek edebiyatının soluk almasını sağlayan Jirotka, bu kara mizah başyapıtını da işgal yıllarında yayınladı. Dünya edebiyatında P.G. Wodehouse ve Jerome K. Jerome ile bir tutulan Jirotka’nın bu yapıtı, dünyaca tanınmış Çek illüstratör Adolf Born’un desenleriyle bir arada sunuluyor.
Theodicee ya da Tanrının Haklı Kılınması
G.W. Leibniz, Çev. Levent Özşar, Biblos Yayınevi, Şubat 2009, 186 s.
Tanrı varsa kötülük nereden geliyor, yoksa iyilik nereden geliyor?
Kötülüğü tanrısal kayraya karşı bir kanıt olarak gösterenleri çürütmek üzere yazılan Theodicee’de Leibniz dünyamızın mümkün dünyaların en iyisi olduğunu ileri sürer.
Ayrıca Theodicee, Leibniz felsefesinin bütün yönlerini barındıran biricik yapıttır. İnanç ile usun doğruluk bakımından sorgulanması, insan özgürlüğünün tartışılması, tanrısal adaletin irdelenmesi, çağın önde gelen felsefe sorunlarıyla, filozoflarıyla hesaplaşmalar, monadlar öğretisi, önceden kurulmuş uyum düşüncesi bu yapıtın içerdiği konulardan bazıları.
Hukuk Ahlak ve Siyaset Üzerine
Arthur Schopenhauer, Çev. Ahmet Aydoğan, Say Yayıncılık, Şubat 2009, 127 s.
Bir insanın hayata daha adım atar atmaz kendisini içinde bulduğu maskeli balodan haberdar edilmesi çok önemlidir. Aksi halde karşılaştığında anlayamayacağı ve tahammül edemeyeceği, hatta şaşkınlıktan donup kalacağı birçok şey vardır; ve aslında en uzun ömürlü olanlar onlar olacaktır. Alçaklığın gördüğü himaye, erdemin çektiği aldırmazlık, hakikate ve büyük yeteneklere tahammülsüzlük hatta garazkârlık, bilim adamlarının kendi sahasındaki cehaleti, halis mamullerin neredeyse her zaman aşağılanması ve sadece sahtelerinin baş tacı edilmesi böyle bir şeydir sözgelimi. O yüzden gençler bu maskeli baloda elmaların balmumundan, çiçeklerin ipekten, balıkların mukavvadan yapılma ve istisnasız her şeyin oyun ve oyuncaktan ibaret olduğunu mutlaka öğrensinler. Birbirleriyle ciddi ciddi iş yapma azmi içerisindeki iki insandan birinin sahte mallar tedarik ettiğini, diğerinin de bunun karşılığında ona kalp paralar ödediğini onlara zamanında söylemek gerekir.
Su Mitosları
Deniz Gezgin, Sel Yayıncılık, Şubat 2009, 136 s.
Mitolojide su, yaratılışın ayrılmaz bir parçasıdır. Çeşitli kültürlerin mitoslarında birbirinden farklı özelliklere sahip olsalar da başlangıçta yalnızca su olduğu ve ilk canlıların bu su aracılığıyla yaratıldığı kabul edilir.
Bu çalışma suyun mitolojideki dolayısıyla insan yaşamındaki önemini vurgulamak için hazırlanmıştır. Kitapta yer alan Yunan ve Roma, Mısır, Mezopotamya, Türk, Japon, Kuzey Avrupa, İran, Hitit, Güney Amerika gibi kültürlerin mitosları suya farklı kültürlerde atfedilen değerlerin gözlenmesi açısından kaynak oluşturmaktadır.
Bugün yeryüzündeki su kaynaklarının tükenme noktasına gelmesi karşısında doğayla daha doğru ilişki kurabilmek için mitolojiyi kaynak edinmek bir çare değilse de bir yol olabilir.
Benjamin Button’un Tuhaf Hikâyesi
Scott F. Fitzgerald, Çev. Zeynep Ertan, Profil Yayıncılık, Zeynep Ertan, Mart 2009 (3. baskı), 80 s.
Roman ve hikâye yazarı Scott F. Fitzgerald Amerikan edebiyatında yirminci yüzyılın en önemli isimlerinden biri olarak kabul edilir. Çalışmalarında kendisinin Birinci Dünya Savaşı Sonrası 1918-1924 yılları arasındaki döneme verdiği isimle, Caz Çağı’nın esintileri görülür. Benjamin Button 1860 yılında dünyaya gelir. Ama herkes bebek olarak doğarken, o gizemli bir şekilde yaşlı olarak doğar ve gençleşmeye başlar. Yaşlılıktan gençliğe doğru ilerlerken hayatın cilveleriyle karşılaşır. Sırasıyla savaşa katılır, iş hayatına atılır, aşık olur, evlenir ve çoluk çocuğa karışır. Daha sonra üniversiteye, ardından liseye gider. Anaokulundan sonra, iyice küçülür ve sonunda hemşirenin kollarına döner.
Ayrıca David Fincher tarafından filme çekilen ve başrollerinde Brad Pitt ile Cate Blanchett’ın oynadığı “Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi” geçtiğimiz ay ülkemizde gösterime girmişti.
Foucault ve Derrida : Aklın Öteki Yüzü
Roy Boyne, Çev. İsmail Yılmaz, Bilgesu Yayıncılık, 2009, 256 s.
Bu kitap çağdaş felsefeye damgasını vurmuş düşünürlerden Michel Foucault ile Jacques Derrida’nın, modern felsefenin kurucusu sayılan Descartes hakkında giriştikleri akademik nitelikteki bir tartışmayla başlayıp Batı kültürünün alâmet-i farikası olagelmiş kavramlar ile kurumların sınırlarına dek uzanan, uzun soluklu düşünsel bir mücadelenin öyküsüdür.
Roy Boyne, okuyucuyu, çağdaş felsefenin bu iki büyük ustasının çağcıl aklın sınırlarına yaptıkları tehlikeli ama bir o kadar da verimli geçen düşünsel yolculuğun görgü tanığı olmaya davet ediyor.
Venedik Taciri
William Shakespeare, Çev. Fatma Çolak, Antik Yayınları, 2009, 168 s.
Bütün gemileri açık denizlerde dolaşan ve nakit sıkıntısında olan Antonio, Venedik’teki itibarını kullanarak, arkadaşı Bassanio’yu sevgilisi Portia’ya gönderebilmek için Yahudi tefeci Shylock’tan üç bin düka borç alır. Antonio’nun bir zamanlar hakaretleri yağdırdığı Shylock, bu fırsatı iyi değerlendirir ve imzaladıkları senette Antonio’nun borcu ödeyememesi halinde vücudundan bir parça etini kesmeyi şart koşar. Antonio’nun işleri kötü gider, gemileri batar ve işler düğümlenir.
Adalet sisteminin, hukuk felsefesinde kanunların yorumlanması mevzusunun mizahi mercekten incelendiği bir oyundur Venedik Taciri. Beklenmedik anlar, şaşırtan diyaloglarla trajikomik bir hikayesi olan bu Shakespeare komedisi, ünlü yazarın en sevilen eserlerindendir. Bu eser, Fatma Çolak’ın İngilizce aslından yaptığı yetkin çevirisiyle dilimize kazandırıldı.
İklimler
Nuri Bilge Ceylan, Norgunk Yayıncılık, 2009, 251 s.
Kırklı yaşlarında, üniversitede tarih dersleri veren İsa ile kendisinden oldukça genç olan sevgilisi, televizyon dizilerinde sanat yönetmenliği yapmakta olan Bahar’ın birlikteliği… İsa’nın aşık olduğunu sandığı başka bir kadın ile yakınlaşması… İsa’nın Ağrı dağının karla kaplı eteklerinde Bahar’ı arayışı… “Sıkıldın mı? Tamam, kestik.” İşte bu iki cümle arasında uğuldayan bir film ‘İklimler’; önce güneyden kuzeye sert bir kaydırma, oradan doğuya, doğunun en ucuna aklına estiğince, “bütün mümkünlerin kıyısından” gerisin geri dönmeyi iyi biliyor İsa. Ayrıca Domenico Scarlatti’nin K466 no.lu F minör piyano sonatı ‘İklimler’in atmosferine eşlik ediyor.
‘Mayıs Sıkıntısı’nda, ‘Uzak’ta, ‘Kasaba’da olageldiği üzere, ‘İklimler’in senaryosunu da çekimden önceki haliyle yayınlanmış. Kitapta ayrıca film üzerine yazılmış eleştirilerden alıntılar, yönetmen ve oyuncularla yapılmış söyleşiler, yapım sırasında tutulan günlükler de yer alıyor. Böylece bir külliyata dönüşüyor ‘İklimler’.
Mekik
Enis Batur, Norgunk Yayınevi, Ocak 2009, 68 s.
Dönüş yolu uzun sayılmaz, bu nedenle de, bir yılan gibi kıvrıla kıvrıla, uzatabilirim onu. Topografyanın bir yüzündedir Coğrafya, sırtını Zaman oluşturur, işler. Yıllardır, iki tarafta dokuyorum.
Gitgide büyüyen kapkara bir ağız hızla yaklaşıyor karşıdan.
Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi
Ayfer Tunç, Can Yayınları, Şubat 2009, 482 s.
Mekân ve zaman sınırı tanımayan, bir ucu 19. yüzyılda, bir ucu günümüzde, yazınsal bir Türkiye panoraması. Şaşırtıcı bir öykünün bittiğinin sanıldığı yerde, okuru sarsan bir “insan manzaraları” kitabı.
Ayfer Tunç, bu romanında, Karadeniz’in küçük bir kentinde denize sırtını dönmüş bir akıl hastanesinden yola çıkarak, yaklaşık yüz yıllık bir kesitte, siyasal ve toplumsal dönüm noktalarının insanların yaşamlarında bıraktığı izleri sürüyor.
Piano Piano Bacaksız
Kemal Demirel, Pupa Yayınevi, Ocak 2009, 117 s.
İkinci Dünya Savaşı öncesinin karanlık günlerinde, İstanbul’da, eski zamanların harap konaklarının sakinleri, yoksulluk, korku ve güvensizlik içinde birbirlerine sarılırlar. Piano Piano Bacaksız’da, küçük bir çocuğun hayal gücüyle genişleyen dünyası, bu kuru ve renksiz, acı dolu dünyayı yutar, masumiyetiyle dipsiz kuyulardan yukarıya umut ışıkları çeker. Yazar Kemal Demirel’in gerçek yaşamöyküsünden esinlenerek yazdığı Piano Piano Bacaksız, gücünü işte bu umut ışıklarını, kendi çocukluğundan, günümüzün çocuklarına aktarabilmesinden alıyor.
Kuşaklar boyu renkli karakterlerinden, sürükleyici hikâyesinden ve samimiyetinden bir şey kaybetmeyen Piano Piano Bacaksız, bir Türk Edebiyatı klasiğidir. Bu klasik yapıttan sinemaya uyarlanan aynı adlı film de, Türk Sineması’nın klasikleri arasında yerini almış; Oscar ödüllerine aday adayı olan ikinci Türk filmi olmuştur.
Avrupa Eğitim Tarihi
Avrupa Eğitim Tarihi -Genel Bir Bakış-, Kemal Aytaç, Doğu Batı Yayınları, Ocak 2009, 303 s.
Bu kitapta, ayrıntılara inilmeden fakat eğitim tarihiyle ilgili olarak genel ve bütünlüklü bir fikir sunulmaktadır. Kemal Aytaç’ın üniversitede Avrupa Eğitim Tarihi derslerinde öğrencilerine dersinde okuttuğu bu kitap, Avrupa eğitim düşüncesinin Antik Çağdan 19. yüzyılın sonlarına kadarki dönemleri kapsamaktadır.
Kitaptaki bölüm başlıkları şöyle: Antik Çağda Eğitim, Antik Hıristiyanlık ile Orta Çağda Eğitim, Rönesans Devrinde Eğitim, Metod Çağında Eğitim, Aydınlanma Devrinde Eğitim, Alman Klasik ve İdealistlerinde Eğitim, Endüstrileşme Çağında Eğitim.
Antikler, eğitimi beden ve ruhun kusursuz bir uyumu olarak görürlerdi. Plutarch’a göre iyi yetenekler, ciddi olarak işlenmezse, bozulur. 17. yüzyılda Fénelon, eğitime erken yaşlarda başlanmasının önemi üzerinde durur. Montaigne, geleneksel ukala öğretmen tipi ile öğretim sistemini eleştirir. İnsan okul için, yaşam için öğrenmelidir der. Ona göre insanın ahlâken iyi olması, bilgili olmasından daha önemlidir. İnsan Latince ve Yunanca öğrenmek yerine, bilge olmaya çalışmalıdır.
Aydınlanma, pratik yönden topluma yararlı, akla uygun bilgileri esas almakta ve buna uygun düşen yeni bir eğitim ideali tespit etmek istemektedir. Buna göre herkes, mensup olduğu sosyal ve ekonomik menşeye bakılmadan, eğitim ve öğretimde eşit haklara sahip kılınmış olmalıdır. Karşıt bir görüş olarak ise Rousseau, mevcut kültür gibi geleneksel eğitimi de hiç beğenmemektedir.
Eric J. Hobsbawm, Çev. Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, 2009, 384 s.
Bu kitap bir dizi bütünlüklü ve birbiriyle ilintili problem üzerinde durmakta olan makalelerden oluşuyor. Birincisi, Hobsbawm, tarihin gerek toplum nezdinde gerekse siyaset alanında hangi yollarla kullanıldığına (veya kötüye kullanıldığına); bunun yanı sıra, dünyanın anlaşılıp kavranması ve yeniden şekillendirilmesine ne ölçüde katkıda bulunabileceğine eğilmektedir. İkincisi, bu makaleler, tarihçiler ile geçmişteki olayları inceleyen başka disiplinlerden araştırmacılar arasındaki ilişkileri; yani, çeşitli alanlardaki tarihsel eğilimler, modalar ve müdahalelerle ilgili değerlendirmeleri kapsamaktadır. Üçüncüsü, bu kitap baştan sona kendi deyimiyle Hobsbawm’ın tarih anlayışını ortaya koymaktadır.