Ana Sayfa Dergi Sayıları 62. Sayı Korkular ülkesi Amerika

Korkular ülkesi Amerika

545

Amerika korkar, korku üretir, halkının korkular içinde yaşamasını ister. Romanlar, filmler gibi popüler kültür ürünleriyle korkuları halkına iyice yerleştirir: Kızılderililer de istilacıdır, siyahlar da! Hele o korkunç Asyalılar. Çinliler. Uzaylı Çinliler! Ruslar. Komünistler! Korkuları Amerikalıları acımasız, hain kılar. Sonuç olarak Amerikan toplumu, düşünme ve sorgulama yetenekleri geliştirilmemiş standart bireylerden oluşan bir kitle toplumudur ve çıkar gruplarınca desteklenen iktidarlarca bu doğrultuda yönetilir.

 

Korkularımız bizi hain yapar.

Shakespeare, Macbeth (1)

 

Amerika korkar, korku üretir, halkının korkular içinde yaşamasını ister. Halklarını korkutmak isteyen diktatör müsveddelerine danışmanlık yapar. Neden korkar, neden korku üretir Amerika? Niye halkının korkular içinde yaşamasını ister? Bu yazıda bunların nedenleri ve niçinleri irdelecektir. Şimdi Amerika’yı ve Amerikalıları korkutan kimi olayları kronolojik sırayla açıklayayım.

 

Amerika korkar: Kızılderili, zenci istilacılardan…

Ülkesinin istila edilmesinden korkar Amerika. Oysa Kızılderilerin ülkesi Kuzey Amerika, Anglosakson koloniciler, bir başka deyişle sömürgeciler tarafından istila edilir. Kızılderililer, atalarından miras kalan topraklarından atılır, çoluk çocuk katledilir, Kızılderili kamplarında açlıktan, hastalıktan ölmeye terk edilir. Yokedilmelerine 1867 yılında sistemli bir şekilde başlanılır. 1883’e gelindiği zaman yaklaşık 13 milyon Kızılderili katledilmiştir. (2) Kızılderili korkusu içlerine işlemiş sapkın Amerikalılar için bu bir soykırım değildir. Ya nedir? Sadece, ülkenin kötülüklerden arındırılmasıdır. Milyonlarca Yahudiyi öldürten sapkın Hitler de öyle düşünmüş, Almanya’yı Yahudilerden arındırmıştır.

  1. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına dek erkek, kadın ve çocuk milyonlarca Afrikalı teknelerle Amerika’ya götürüldü. Gemilerin ambarlarına atılan ve pranga vurularak birbirlerine bağlanan bu Afrikalıların bir bölümü havasızlıktan, kötü beslenmekten ve salgın hastalıklardan öldü. Köpekbalıklarına yem oldular. Geriye kalanlar, esir pazarlarında Amerikalılara köle olarak satıldı. Bu insanların trajik öyküsünü, Charles Johnson Köle Seferi (3) adlı romanında çarpıcı bir biçimde dile getirir. Afrikalı köleler, özellikle Amerika’nın güney eyaletlerinde pamuk tarlalarında boğaz tokluğuna çalıştırıldı. Amerikan İç Savaşı (1861-5) Güneylilerin yenilgisiyle sonuçlanınca köleler özgür bırakıldı. Kölelik Kurumu ortadan kaldırıldı. Çıkarlarının yok edilmesine fena halde öfkelenen ve özgür kölelerin öç almasından korkan Güneyliler, Ku-Klux-Klan adıyla gizli bir örgüt kurdular. Korku şiddet getirir. Beyaz cüppeleri ve kukuletalarıyla kimliklerini gizleyen örgüt üyeleri eski kölelerin evlerini ateşe verdiler, asılsız suçlamalarla onları linç ettiler. (4) Martinikli zenci Marksist lider Aimé Césaire (1913 – 2008), ruhsal dengesi bozulmuş Afrikalı köleleri şu veciz sözlerle tanımlar: “Milyonlarca insandan söz ediyorum. Zekice içlerine korku, aşağılık duygusu, kolayca tahrik edilebilirlik, umutsuzluk, onursuzluk zerk edilmiş insanlardan.”(5)

 

Filmlerde, romanlarda kötü karakterler ya Çinlidir ya da Rus

  1. yüzyılın ikinci yarısında Amerika’nın batı yakasında altın bulunduğunu öğrenen işsiz güçsüzler dünyanın dört bir yanından ülkenin batı kıyılarına akın etti. Bunların başında Çinliler geliyordu. Pek az Çinli altın buldu. Çoğunluğu, neredeyse boğaz tokluğuna sayılabilecek kadar düşük ücretlerle en ağır işlerde çalışmaya başladılar. 1876 yılına gelindiği zaman sayıları 111.000’i bulmuştu. Çinli işçilerin çok düşük ücretlerle çalışması Amerikalı işçileri öfkelendirdi. Sendikalar ve Amerikan İşçi Partisi Çinlilerin ülkeye sokulmaması için girişimlerde bulundular. Halkın, beyaz olmayan göçmenlere karşı olan ırkçı önyargıları ve işçilerin Çinli işçilere duydukları kin ve nefret sonunda eyleme dönüştü. 1862’deki ekonomik durgunluk sırasında 88 Çinli linç edildi. Süregelen benzeri trajik olaylar sonucu 1882’de “Çinlileri Kısıtlama Yasası” yürürlüğe girdi, Çinlilerin Amerika’ya göçü önlendi. (6) Göçün önlenmesinde istilacı Amerika’nın, ülkeyi Çinlilerin istila etmesi düşüncesinden de dehşete kapılmalarının önemli payı olduğu görüşündeyim.

1930’ların ilk yarısında Amerika’da Flash Gordon kurgusalbilim çizgi romanı dergiler ve gazetelerde yayımlanmaya başladı. Konusu kısaca şöyleydi: Mongo gezegeni Dünya’ya hızla yaklaşmaktadır. Gezegenin imparatoru Ming, Dünya’yı fethetmek, beyaz ırkı yeryüzünden silmek isteyen, sarı ırktan, kötünün akla gelebilecek tüm özelliklerine sahip bir adamdır. Maiyetindekiler de Asyalı habis ruhlu tiplerdir.(7) Velhasıl bu çizgi romanda da Amerikan halkına Çinli ve Asyalı korkusu zerk edildi. Anılan çizgi romanın olağanüstü rağbet görmesi üzerine roman art arda beyaz perdeye uyarlanmaya başladı. İlk Flash Gordon filmi, Uzay Gemisiyle Bilinmeyene Yolculuk (Spaceship to the Unknown, 1936) oldu. Film, çizgi romanının tıpatıp beyazperdeye uyarlamasıydı. Filmde de romandaki tema işlenmişti. Özetle Flash Gordon dizileri, 30’lu yılların en başarılı ürünleri oldu. Çinlilerin habis insanlar olduğu 30’lu yıllarda çevrilen başka filmlerin de konusu oldu. Fu Manchu’nun Maskesi (The Mask of Fu Manchu, 1932) filminde Fu Manchu (Boris Karloff), beyaz ırkı yeryüzünden kazımak ve Asya’nın egemenliğini bütün dünyaya yaymak isteyen Çinli bir gizli örgütün üyesiydi. Baltalı Adam (The Hatchet Man, 1932) filminde de Çinli Wang (Edward G. Robinson) Tong Topluluğu’nun (Tong Society) verdiği görevle beyazları keskin bir baltayla doğrayan bir caniydi. (8) Bu filmlerle Amerikan halkının zihnine Çinli korkusunun silinmez biçimde nakşolması sağlandı.

Amerikalıların korkuları başka filmlere de konu olmuştur. Mesela, Frankenştayn (Frankenstein, 1931) filmi gibi. Mary Shelley’nin (1797-1851), 1818 yılında yazdığı Frankenstein (9) adlı kurgusalbilim romanından esinlenerek sahneye konulan bir dizi oyundan yapılan alıntıların başarılı şekilde birbirine bağlanmasıyla oluşturulan bu filmdeki (10) yaratığı Boris Karloff canlandırır. Karloff, asıl adı William Henry Pratt olan bir İngiliz tiyatro ve sinema oyuncusudur. Pratt, gerçek hayatında sevimli, sakin mizaçlı ve nüktedan bir insanmış. Kemerli burnu, koca kulakları, sivri çenesi, tümsek alnı ve gür kaşları, mağara ağzı izlenimi veren göz çukurları vardı Pratt’in. Hollywood, onun bu özelliklerini makyajla abartarak, korku filmlerinde ve fantastik filmlerde, habis ruhlu karakterleri canlandıracak bir başoyuncu yarattı. Amerika için Ruslar; aşağı ırktan, kötü, barbar ve üstüne üstlük komünist olduğundan (!?) ona Boris Karloff adını taktılar. Bu kez de Amerikan halkına Rus korkusu aşılandı. Peki ama, Puşkin, Tolstoy, Çehov, Dosteyevski, Gorki… Rus değil miydi? Onlar da mı aşağı ırktan barbarlardı? Tüm eserlerini Amerikancaya çevirmediniz mi onların? Kem küm!

 

Wells’in radyo oyunundaki uzaylı istilası kurgusu, gerçek sanılınca…

30 Ekim 1938 yılı gecesi Amerikalılar çoğu, dönemin popüler bir müzikli radyo gösterisini dinlemektedir. Bir süre sonra yayına mutat ara verilir. O zaman Amerikalıların önemli bir bölümü CBS radyosunu açar. (11) CBS’de H. G. Wells’in The War of the Worlds (Dünyalar Savaşı, 1898) romanından uyarlanan bir skeç yayımlanmaktadır. Uyarlama Orson Welles ve Mercury Tiyatrosu tarafından gerçekleştirilmiştir. Birdenbire yayına son verilir. Titrek bir sesle spiker, New Jersey Eyaleti’ndeki muhabirlerinin geçtiği bir haberi okumaya başlar. Mars gezegeninden gelen istilacı güçlerin öncülerini taşıyan bir uzay gemisi, New Jersey’e inmiştir. Resmi makamlar önlemler almaktadır. Halk büyük bir paniğe kapılır. Borsa altüst olur. Bankaların önünde kuyruklar oluşur; herkes parasını çekmek istemektedir. Gıda maddeleri adeta yağma edilir. New Jersey’e bağlı telefon hatları felç olur. Başlarını sokacak, gizlenecek bir yer aramaya başlar Amerikalılar. Bütün bu olayların hemen ardından, radyoda haber gibi yansıtılan olayların gerçekle alakası bulunmadığı, yalnızca H. G. Wells’in Dünyalar Savaşı romanının radyoya uyarlanması olduğu açıklanır. Buna rağmen, yabancı ülkeler ile uzaydan gelebilecek istilalar bağlamında ruhsal durumunun ve beklentisinin altyapısı oluşmuş Amerikan toplumu için anılan açıklama pek işe yaramaz. İstila korkusu, yok edilemez biçimde içlerine işlemiştir Amerikalıların. Bu bakımdan heyecan ve kargaşa bir süre daha devam eder. (12)

 

Komünistlerin Hollywood’u istila ettiği korkusu…

1947’de cumhuriyetçi meclis üyesi J. Parnell Thomas, komünistlerin Hollywood film endüstrisini yıkmaya çalıştıklarını ispat etmeye çalıştı. Bir cadı avı başladı, on senaryo yazarı, HUAC’ın (13) sorularını cevaplamayı reddettikleri için tutuklandılar. Tutuklamaya öfkelenen ünlü film oyuncusu Humphrey Bogart, bu siyasi kampanyanın kurbanlarını savunmak amacıyla bir komite kurdu. Komite, Senatör Joseph R. McCarthy dönemindeki (1950-4) kovuşturmalara karşı bir bildiri düzenledi. Bildiride, bireyin siyasal haklarının denetlenmesinin demokrasinin temel ilkeleriyle çeliştiği belirtiliyordu. Bildiriyi imzalayanlar arasında Katherine Hepburn, Gregory Peck, Gary Cooper, Judy Garland, Billy Wilder ve John Huston gibi tanınmış oyuncular, yönetmenler ve senaryo yazarları vardı. Bildiri New York Herald Tribune’de yayımlandı. Ayrıca Bogart, şu açıklamayı da yaptı: “Bence anayasayı çarpıtarak yorumlamaya bu ülkede HUAC da dahil hiç kimsenin hakkı yoktur.” Anılan bildiri ve açıklama Bogart’a pahalıya mal oldu. Gerçi McCarthy Komisyonu’na ifade vermedi ama, film şirketleri onunla yaptıkları anlaşmaları derhal iptal ettiler.(14)

Gene bu bağlamda Charles Chaplin, New York’ta yapılan bir basın toplantısında siyasal görüşleri dolayısıyla gazeteciler tarafından şiddetle eleştirildi. HUAC Komitesi üyesi ve Demokrat Parti Milletvekili John Rankin, Chaplin’in ABD’den sınır dışı edilmesini önerdi. Chaplin’in HUAC Komitesi’nin bir toplantısında üst üste birkaç kez suçlanması ve Monsieur Verdoux (1947) filmi aleyhinde yapılan gösteriler, filmin birçok eyalette yasaklanmasına yol açtı…(15) Özetle, Amerikan toplumunun düşünen ve sorgulayan bireyleri ile yaratıcı azınlığını oluşturan bilim insanları, düşünürler ve sanatkârlar HUAC Komitesi ya da McCarthy Komisyonu ile başlarının derde girmemesi için etkinliklerini korkusuzca ve çekinmesizce sürdüremediler. Bu da onların kişiliklerini olumsuz yönde etkiledi.

 

Ruslar geliyor! Ruslar geliyor!..

1959 Küba Devrimi oluştu. Diktatör Batista Dominik Cumhuriyeti’ne kaçtı. Fidel Castro Küba Başkanı oldu. Burnunun dibinde komünist bir devletin varlığı Amerika’yı tedirgin etti. Küba’ya ekonomik ambargo uyguladı. Sovyet Rusya Küba’ya lojistik ve askeri yardım yaptı, uzmanlar yolladı. Amerikan toplumunun komünist ve Rus korkusu nüksetti.

Amerikan toplumunun Rus ve komünist korkusu beyazperdeye de yansır. Örnekse, Norman Jevison’ın yönettiği Ruslar Geliyor! Ruslar Geliyor! (The Russian Are Coming! The Russian Are Coming!, 1966) filminde, bir Rus denizaltısı New Jersey kıyısına yakın bir yerde arıza yapar. Olayı öğrenen Amerikan halkı, Ruslar ülkemizi işgal etmeye geldiler diye dehşete kapılır…

Bu örnekler günümüze dek devam ettirilebilir. İyisi mi örnek vermeyi burada keseyim ve yazımın başında belirttiğim gibi, Amerika’nın neden korktuğunu, niye halkının korkular içinde yaşamasını istediğini açıklayayım.

 

Düşünmeyen bir halk ve çıkar gruplarınca desteklenen iktidar: Amerika

Amerikalı toplumbilimci Wright Mills, The Power Elite (16) adlı eserinde, Amerikan toplumunun dış dünyaya iletildiği gibi, gerçek demokratik bir toplum olmadığını; düşünme ve sorgulama yetenekleri geliştirilmemiş standart bireylerden oluşan bir kitle toplumu olduğunu, ve bu toplumun, kendi toplulukları dışında hiç kimseye karşı sorumluluk duymayan çok küçük bir azınlık tarafından yönetildiğini; ve bu azınlığın da büyük sanayi kapitalistlerinden, bunları besleyen finans kuruluşlarının başkanlarından ve Pentagon’daki üst yöneticilerden oluştuğunu belirtir. Ayrıca kitapta, kitle toplumu ve kamu toplumu kavramlarını, ayrıntılı olarak tanımlar. Söz konusu kitap, Prof Dr. Ünsal Oskay’ın çevirisiyle 1974 yılında İktidar Seçkinleri adıyla Türkçede yayımlanmıştır. (17)

Bilimsel kitapları, özellikle tarih ve toplumbilimle ilgili kitapları ve makaleleri okurken her zaman aklımda tuttuğum genel geçer bir gerçek vardır: Bilimsel bilgiler onları üreten kişilerin inançlarından ve tercihlerinden tamamen soyutlanamaz. Bu nedenle, elde edebildiğim güvenilir yabancı kaynaklara başvurdum. Mills’in kitabındaki verilerin, bu kaynaklarda verilen bilgilerle uyuştuğunu gördüm.

Sonuç olarak Amerikan toplumu, iktidarın ve onu destekleyen çıkar gruplarının öngördüğü modele göre biçimlendirilmiş bir teknolojik kitle toplumudur. Bu toplumu oluşturan standart kitle bireylerinin belirgin özellikleri şunlardır: (18) Her şeyi evinin ve ailesinin dar çerçevesi içinde düşünür. Malperesttir, fetişi paradır, gününü gün etmekten başka bir şey düşünmez. Karşılaştığı sorunları kişisel şanssızlık ve felaket olarak görür, onların var olan toplumsal sistemden kaynaklandığını fark etmez. Toplum sorunlarına karşı kayıtsızdır, tecrit edilmiştir. Toplumsal belleği yoktur, felaketleri kısa sürede unutur, kadercidir, hurafelere inanır. Bir futbol maçını ya da bir rock şarkıcısının konserini, politik ve insani bir drama yeğler. Savaş, barış, politik ahlaksızlık gibi önemli sorunlardan kaçar. Kitle iletişim araçlarıyla kendisine iletilen haberlerin, yorumların, bilcümle iletilerin aslını faslını araştırmaz, sorgusuz sualsiz kabul eder. Mesela, ona düşmanının komünizm olduğunu söylerler. Komünizmin ne olduğunu bilmeksizin bu savı kabul eder… Bu kabullenmeler onun korkularının temelini oluşturur. Korkular onu acımasız yapar. Kızılderililerden korkar. Siyahlardan korkar. Çinlilerin, uzaylıların, Rusların, Müslümanların ülkesini istila etmesinden korkar… Korkular içinde yaşar. Özlemi mutlu robot olan standart bireylerden oluşan, olgunlaşmamış, olgunlaştırılmamış; çocuk kalmış, çocuklaştırılmış, hasta görünümlü (patolojik) bir toplumdur Amerikan toplumu. Böyle bir toplum Amerikan iktidarlarını rahatlatır, iktidar olduklarına inanmalarını sağlar. Kitle toplumları ve iktidarları miyoptur, uzağı göremezler.

Oysa amaç bir toplumun kamu toplumu olmasıdır. Onu oluşturan bireylerin düşünce ve kanaatlerini -kapalı kapılar ardında değil- açıkça ifade edebildikleri, karşılıklı ve serbest tartışmayla kamuoyu yaratabildikleri bir toplum olmasıdır. Kamu toplumu, gerçek demokratik bir toplumdur. Bir ülkede gerçek demokrasinin var olabilmesi için iki önkoşulun gerçekleşmesi gerekir: Bilgili ve etkin bir kamu; bilgili olmasa bile, bilgili kimselerin bu kamuyla iletişim kurabilmesi ve iktidar sahibi kimselerin kamuya karşı sorumlu tutulabilmesi. Böyle bir kamu toplumunda kamu ile iktidar karşılıklı olumlu etkileşmeyle her an kendilerini aşar ve gelişirler.

 

DİPNOTLAR VE KAYNAKLAR

1) Lady Macduf: “Our fears do make us traitors.” William Shakespeare, The Complete Works, Collins, London and Glasgow, 1951; Macbeth, Act 4, Scene 2, p.1018, 1376 p.

2) Eric Hobsbawm, Sermaye Çağı (The Age of Capital), Çev. Bahadır Sina Şener, Dost Kitabevi, Ankara, 1998, s.156, 375 s.

3) Charles Johnson, Köle Seferi (Middle Passage), 1990 “National Book” Ödülü, İngilizceden çev. Sibel Özbudun, Simavi Yayınları, İstanbul, 1992, 201 s.

4) Attilâ Tokatlı, Gizli Örgütler, Gezegen Yayınevi, Ankara, 1971, ss.185-92, 234 s.

5) “I am talking of millions of man who have been skilfully injected with fear, inferiority complexes, trepidation, servility, despair, abasement, Aimé Césaire, Discours sur le Colonialisme” (Paris, Présence Africaine, 1956), pp.14-5. Bkz.: Frantz Fanon, Black Skin White Mask (Originally published in France as Peau Noire, Masques Blancs), Translated by Charles Lam Markmann, Granada Publishing Limited, Published by Paladin, London, 1972, p.7, 174 p. Fanon’un bu kitabı, zencilerin psikolojisini ve felsefesini çözümleyen bir baş eserdir, kanımca.

6) Hobsbawm, Sermaye Çağı, 1998, s.77.

7) Flash Gordon çizgi romanı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Altay Gündüz, “1930’ların çocuk dergileri, çizgi romanlar ve güdümleme,” Bilim ve Gelecek, İstanbul, Sayı: 55, 2008 Eylül, ss.72-75.

8) Bu konuda kapsamlı bilgi için bkz.: Bernhard Roloff ve Georg Seesslen, Ütopik Sinema – Bilim Kurgu Sinemasının Tarihi ve Mitolojisi, Almancadan çev. Veysel Atayman, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1995, ss.171-202, 372 s.

9) Mary Shelley, Frankenstein or the Modern Prometheus (Frankenştayn ya da Modern Prometheus), Wordsworth Classics, Hertfordshire, England, 1999, 175 p.

10) Mary Shelley, Frankenstein, Çev.Elif Özsayar, Arion Yayınevi, İstanbul, 2002, s. xxı, xxxıx + 305 s.

11) CBS: Columbia Broadcasting System / Kolombiya Radyo Yayın Sistemi; ABD.

12) Peter McKellar, Experince and Behaviour, Penguin / Pelican, Hormondsworth, Middlessex, England, 1968, p.189, 422 p. Bernhard Roloff ve Georg Seesslen, Ütopik Sinema, 1995, ss.181-2.

13) HUAC: House Un-American Activities Committee / Amerika Karşıtı Faaliyetler Komitesi.

14) Unda Hörner, Lauren Bacall ve Humprey Bogart, Almancadan çev. Hulki ve Monika Demirel, İletişim, İstanbul, 2000, ss.75-8, 144 s. + 7 s. fotoğraf.

15) Kapsamlı bilgi için bkz.: Marcel Martin, Charlie Chaplin (Şarlo), Çev. Timuçin Yekta, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1972, s.261 ve devamı, 263 s.; Nijat Özön, Ansiklopedik Sinema Sözlüğü, Arkın Kitabevi, İstanbul, 1958, ss.70-75, 464 s.; Charles Chaplin, My Autobiography, Penguin, London, 1966, 490 p.

16) Wright Mills, The Power Elite, Oxford University Press, 1956, 448 s.

17) Wright Mills, İktidar Seçkinleri, Çev. Ünsal Oskay, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1974, 579 s.

18) Kitle toplumu ve kitle bireyi konusunda kapsamlı bilgi için bkz.: Wright Mills, The Power Elite, 1956. Wright Mills, İktidar Seçkinleri, 1974. Ayrıca bkz.: Altay Gündüz, “Yapılar neden çöküyor?” ve “Üniversite-toplum ilişkisi,” Cumhuriyet, 16 Eylül ve 15 Ekim 1986. Sessiz Çoğunluk, Sessiz Çoğunluk-Olaylar ve Görüşler, Büke Kitapları, İstanbul, Temmuz 2005, ss. 1-6 ve 7-11. Sidney Lens, Standart Adam, Çev. Süha Çilingiroğlu, Kovan Kitabevi Yayınları, İzmir, 1961, 38 s.