Hakkınızda yazılmış iddianamedeki tüm iddiaları ve sözde delilleri tek tek ele alıp çürütüyorsunuz, hepsinin yalan olduğunu, çarpıtma olduğunu kanıtlıyorsunuz. Sizin hakkınızda bu iddianameyi yazan savcı, tek bir söz söylemiyor, sizinle tartışmıyor, iddialarını savunmuyor veya yeni deliller getirmiyor. Doğal olarak aklandığınızı ve serbest bırakılacağınızı umuyorsunuz. Hayır! Karar çıkıyor: Tutukluluğunun devamına… Peki, neden Hakim Bey? Hiçbir gerekçe yok! Tutukluluğunun devamına…
Ne idüğü belirsiz bir PKK itirafçısı, hangi koşullarda alındığı bilinmeyen ifadesinde demiş ki: “2005-2007 arasında Türkiye’den gelen 3-5 kişilik bir grup, Kuzey Irak’taki PKK kamplarında eğitim gördü. Bir gün onları uzaktan gördüm. İçlerinde Baha Okar da vardı.”
Peki, bu itirafçı nasıl teşhis etmiş Baha’yı? Bundan 6 yıl önce uzaktan gördüğü bir kişiyi, 10 yıl önceki bir fotoğrafına bakarak bugün teşhis etmiş. İnanılmaz bir hafıza! Olabilir, diyelim ki böyle bir yeteneği var.
Baha’nın 2005-2007 arasında İstanbul’da işinde gücünde olduğuna dair sayısız tanık ve kanıt var. İş arkadaşları olan bizler, işi gereği ilişkide olduğu yayıncılar, bilimciler, yazarlar, teknik elemanlar, eşi, dostu, akrabası… yüzlerce kişi. Mahkeme heyeti nezdinde bu kişilerin söylediklerinin ve Baha’nın İstanbul’daki yaşamına ilişkin somut delillerin hiçbir değeri yok. Varsa yoksa o itirafçının “teşhisi”!
Diyelim ki hepimiz yalan söylüyoruz! Veya yanılıyoruz; o birlikte dergiler çıkardığımız, yazılar yazdığımız, yedip içtiğimiz kişi Baha değilmiş! Peki, iddianameyi yazan Savcı Bey, iddialarını kanıtlamak, bizim “yalancılığımızı” ortaya çıkarmak zorunda değil mi? Evrensel hukuk ilkelerine göre, iddia makamı iddiasını kanıtlamak zorunda değil mi? İddia makamı mı iddiasını kanıtlayacak, yoksa suçlanan kişi mi suçsuz olduğunu kanıtlayacak? Hangisi öncelikli? İddia atan kişi iddiasını kanıtlamak zorunda değilse, ortada hukuk-mukuk, bilim-milim, yaşam-maşam kalır mı? İddiada bulunan kişi kanıtını getirmeli; getiremiyorsa ona yalancı, iftiracı veya en hafifinden deli demezler mi?
İddia makamının en önemli “delil”lerinden biri, Bostancı’daki malum evde, bir fotokopi kâğıdının üzerinde Baha’nın tek bir parmak izinin çıkması. Bu evin değişik yerlerinde 2400 adet farklı parmak izi tespit edilmiş. Bir örgüt evinde bile 2400 adet farklı parmak izi çıkıyor! Bundan daha doğal bir şey yok. Birimizin evinde çalışma yapılsa, sanırım 10 binden fazla farklı parmak izi tespit edilebilir. Ama herhalde evimize 10 bin kişi girip çıkmadı!
İstanbul’da kitap fuarı vardı. Bu fuarı gezdik ve yüzlerce kitabı karıştırdık. Yüzlerce kişiye standımızda kitap ve dergi sattık. Şimdi o kitapları alan herkesin evinde bizim parmak izimiz bulunuyor! Fuarda onlarca kitap aldık. Alıp evimize getirdiğimiz bu kitapları bizden önce kim bilir kimler elledi. Hepsinin parmak izleri şu anda bizim evimizde! Bir ağırlaştırılmış müebbettin hücresinde bile kim bilir kaç tane parmak izi vardır!
Tutukluluğunun devamına… Ergenekon, Balyoz, KCK, Devrimci Karargâh, Hopa, Odatv… ve benzeri uydurma davalarda tutuklu olarak yatan binlerce kişi gibi Baha Okar arkadaşımızın da hayatına el konulmuş bulunuyor. Bir sonraki duruşma 6 Şubat 2012’de, üç ay sonra. Bu faşizan uygulamaların hesabının sorulacağı günler de gelecektir elbet.
Dostlukla kalın…