Sibirya’daki Bronz Çağı doktorlarının trepanasyon (kafatası delme) işlemini nasıl uyguladıkları sorusu Krasnoyarsk bölgesindeki Anzhevsky arkeolojik alanında, Nefteprovod II isimli gömütte bulunan erkek kafatası üzerinde yapılan akademik araştırma sayesinde aydınlanmakta.
“Hasta” 30 ile 40 yaşları arasında ölmüş ve arkeologlar kafatası üzerindeki izlerin dini ritüellerden değil, tıbbi müdaheleden kaynaklandığı konusunda hemfikir. Kesinlik kazanan bir diğer durum, eğri bir bıçakla birlikte gömülen bu adamın ameliyattan sonra bir süre daha yaşadığıdır. Kafatasındaki parietal kemikte (yan kafa çeper kemiği) kemiğin iyileştiğine dair kanıtlar ile kemik plakalarında oluşmuş iltihaplı tepkimeler bu sonuca götüren örneklerdir.
Adamın sonunu, operasyon sonrası baş gösterip, yavaş yavaş ölüme götüren bir iltihabın hazırladığından şüphe edilmektedir. Sibirya’da trepanasyon geleneğinin ilk örnekleri bu kişiden daha öncelere, örneğin Neolitik döneme kadar gitmektedir.
Şimdi Novosibirsk’teki Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü’nde araştırmacı olarak çalışan ve eski bir cerrah olan Dr. Sergey Slepchenko, “Ameliyatın başarılı geçmesinin hastanın, cerrahın böyle bir operasyonu gerçekleştirecek yeterli beceri ve bilgisi olduğuna dair güvenine bağlı olabileceğini” belirtiyor.
Bu noktada hastanın acısını azaltabilmek amacıyla, kişiyi normal uyku veya uyanıklık durumundan farklı bir bilinç şekline sokacak olan elemanlar devreye girmekteydi. Bu tip ağrı kesicilerin sayısı ve çeşiti şaşırtıcı derecede çoktur. Örneğin bazı etnik gruplar Şaman törenlerinde ardıç ve kekik kullanmıştır. Nivkhi topluluğu vahşi biberiye dallarını ve yapraklarını yakarken, kuzey yerlileri güçlü halüsinasyonlar görülmesine sebep olan sinek mantarını (Amanita muscaria) kullanmaktaydı. Bu bitkilerin içinde en öne çıkan ise elbette kenevirdir.
Hastanın bilinç durumunu değiştirerek acısını azaltmak için mantar tüketimi ile birlikte esrik danslar ve davul çalmak gibi çeşitli Şaman adetleri birlikte kullanılmış olabilir.
Kemik plakalarında oluşmuş iltihaplı tepkimeler ile kafatasındaki parietal kemikte (yan kafa çeper kemiği) bulunan izler, operasyon sonrasında hastanın yaşadığna kanıttır.
Araştırmacılar, “Operasyonun hazırlık aşaması için ancak tahminde bulunabiliriz. Bununla birlikte kesiklerin şekline ve eğimine baktığımızda, hastanın kafası sağa dönük bir şekilde sırtüstü yattığını söyleyebiliriz” diyorlar. “Cerrah ise ya hastayla yüz yüze durmakta ya da hastanın kafasını sol koluyla veya dizlerinin arasına alarak sabitlemiş halde operasyonu sağ eliyle gerçekleştirmekteydi” diye ekliyorlar.
Dr. Slepchenko ve ekibinin aldığı sonuçlara göre, cerrah deriyi kesme işlemini gerçekleştirirken yardımcı bir kişi yaranın çevresindeki deriyi germekte ve aletleri uzatmaktaydı. Araştırmacılar aynı zamanda kemiğe ve altındaki dokulara kadar ulaşan bir kesikten de bahsetmekteler.
Kafa derisinin kesilmesi işleminden, Sibirya’daki trepanasyondan 600 yıl kadar sonra Hipokrat da söz etmektedir. Deri kesilip açıldıktan sonra çalışılacak alan ortaya çıkmaktaydı. Deri ve ak örtü, altındaki kemik ortaya çıkana dek kesilmekteydi. Bir sonraki aşama kemiği kazımaktır. İyileşme sonrası kemikte meydana gelen değişimler bu iş için hangi aletin kullanıldığını ve işlemin tam olarak nasıl gerçekleştiğini anlamayı engeller.
Dr. Slepchenko, “Bu operasyonun özellikli aletler ile yapıldığını kesin olarak söyleyemiyoruz. Bununla birlikte Sibirya’da tıbbi malzemelerin var olduğunu ve ölüm sonrası düzenlemelerde yaygın olarak kullanıldıklarını biliyoruz. Bu aletler aynı zamanda trepanasyon için de kullanılmış olabilir” diyor. Deliğin şeklinden ötürü, kullanılan aletin bıçaktan ziyade bir tür kazıyıcı olduğu görüşünde olup kazıma işleminin dura mater (beyin dokusunu ve omuriliği çevreleyen dokunun en kalın ve en dış zarı) ortaya çıkana dek yapıldığını ve bunun altına inilmediğini ekliyor.
Trepanasyon sonrasında hayatta kalma oranlarının yüksek olması, operasyonlarda dura materden ileriye geçmemeleriyle ilişkili olabilir. Dura materin delinmesi kafatası içi kanamaları gibi sonuçlara yol açmaktaydı. Yara apsesi, menenjit ve beyin apsesi sonunda ölüme götüren komplikasyonlardı.
Bu hastadan da anlaşıldığı üzere, trepanasyon sonrası bir süre daha yaşayan kişilerin n beyinlerinin en dış zarları iyileşme belirtisi gösterecek kadar sağlam kalmış olmalıdır.
Kafada açılan yara, trepanasyon sonrasında deri ile örtülmekteydi. Beynin en dış zarı ile ak örtünün iç kısmı arasında kalan alan kan ile dolmuş olup pıhtılar diploenin (kafatasının iç ve dış laminalarını ayıran süngerimsi kemik) daha fazla kanamasını önlemiştir.
Yara, enfeksiyon riskinden ötürü kendi haline bırakılamazdı. Ancak ne ameliyat sonrası dikiş atıldığı veya bandaj sarıldığı ne de yaranın nasıl kapatıldığı bilinebilmektedir. Yalnızca bazı etnografik kayıtlar bu tip uygulamalara kanıt gösterilebilir.
Trepanasyonun en tehlikeli komplikasyonlarından biri deri kesildikten hemen sonra oluşan kanamadır. Peşinden gelen kafatasını kazıma işlemiyle birlikte diploe kemiğinden gelen kan da eklenmiş olur.
Beynin en dış zarının sağlam kalması altında oluşacak yaraları önlemektedir. Kanamayı ve acıyı en aza indirmek için operasyonun deneyimli bir cerrah tarafından hızlı bir biçimde yapılması önemlidir. Elde herhangi bir yazılı belge olmasa da uzmanlar bitkilerin veya kızgın objelerin kullanıldığını düşünmekte.
Karasuk kültürü Bronz Çağı’nda doğuda Aral Denizi’nden Yenisey Irmağı’nın yukarılarına, batıda ve kuzeyde Altay Dağları ile Tanrı Dağları’na dek yerleşim gösteren bir grubu tanımlar. Bu insanlar tarım yaptığı gibi madencilik ile de uğraşmaktaydı. Aynı zamanda Sibirya’da atı binek hayvanı olarak kullanan ilk topluluk oldukları kabul görmüştür. Akademisyenler inceledikleri hastanın benzer yaşam tarzını benimsemiş farklı bir kültürden olduğuna inanmakta. Trepanasyon geçirmiş kafatasının bulunduğu mezarın, antik dönemde soyguna uğradığı anlaşılmıştır. Kafatasından başka; tübüler ve kaburga kemiği parçalarına da rastlanmıştır. Mezarda bulunan geleneksel Karasuk tipi bıçağın ameliyatta kullanıldığına dair bir önerme yoktur. Ayrıca iki adet taş ok ucu da ele geçirilmiştir.
Rusya Bilimler Akademisi’nin Sibirya kolu olan Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü’nün Koruma ve Kurtarma Departmanı, arkeolojik kazıların yapılmasını ve buluntuların çalışılmasını sağlamıştır.