AVM’lerin Yorgun Gençleri: Tezgâhtarlıktan Satış Elemanlığına Emeğin Dönüşümü organize perakendecilik sektöründe istihdam edilen ve büyük çoğunluğu genç olan emekçi bireylerin sınıf deneyimlerini bize sunuyor. Sosyal Araştırmalar Vakfı (SAV) Yayınları’ndan 2017’de çıkan kitap, toplumsal sınıf mefhumuna ilgi duyan akademisyenler başta olmak üzere, sınıfın izini süren hemen herkese hitap eden güçlü denebilecek bir çalışma olarak okurlarını bekliyor.
Nurcan Özkaplan, Ece Öztan ve Ester Ruben tarafından kaleme alınan çalışma, giriş ve sonuç kısımları dışında dört ana bölümden oluşuyor. Birinci bölümde tüketim toplumu nosyonuyla ilgili genel bir literatür aktarımına, Türkiye’nin tüketim toplumuyla tanışma sürecine ve “öncü AVM” olarak kapalıçarşılara ve pasajlara yer verilmiş. Yine aynı bölümde son olarak ise -yazarların deyimiyle- “AVM’lerin eksik yüzleri olan” mağaza çalışanlarının hem sahadaki hem de yazındaki genel durumlarına ilişkin okuyucunun dikkati çekilmiş. Söz konusu dikkat çekmenin aynı zamanda çalışmanın amacını yansıttığını ise yazarların şu satırlarından anlıyoruz: “…‘çalışanı görmezden gelme’ tavrının çok bilinçli bir sınıfsal duruşun ürünü olduğunu söylememiz gerekir… AVM’lerde çalışanlar hakkında hiçbir bilgimiz yok. Müşterilerin ne istediğini, ne beklediğini biliyoruz; ama onlarla yüz yüze, yoğun etkileşim içinde çalışan kadın ve erkeklerin kim olduklarını, ne istediklerini, işlerini ve kariyer yollarını nasıl algıladıklarını, bu algıları ve deneyimleri oluşturan/denetleyen çok katmanlı mekanizmaların, maddi koşulların neler olduğunu bilmiyoruz. Bu çalışma, bu konudaki büyük eksikliği gidermede bir ilk adım olacaktır diye umuyoruz.” (s.36-37)
Çalışmalarının ikinci bölümünde, Türkiye’de kentsel kadın istihdamını ve hizmet sektörünü kısaca ele alan yazarlar üçüncü bölümde, “10 AVM’de, 11 farklı sektörden toplam 21 marka ve 130 mağazada” gerçekleştirilen anket uygulamasının sonuçları gayet ayrıntılı olarak değerlendirilmiş. 404 emekçiyle yapılan anket çalışmasının sonuçlarının oldukça dikkat çekici bulgularla dolu olduğunu söylemek de mümkün. Çalışanların yüzde 80’inden fazlasının bekâr, yüzde 94’ünün 35 yaş altı ve nerdeyse tamamının sigortalı, yaklaşık yarısının şu anda çalıştığı firmalarda en fazla 1 yıllık kıdemlerinin olması gerçekten çarpıcı. Benzer şekilde, ankete katılanların yaklaşık yüzde 70’inin, henüz öğrenciyken sektörde istihdam edilmeye başladıklarını beyan etmeleri de, Türkiye’de eğitim-istihdam ilişkisinin dikkat çeken bir yönüne işaret etmekte.
Dördüncü bölümde yer alan kimi alıntılar okuyucunun dikkatini rahatlıkla çekecek türden. “AVM’lerin yorgun gençleri: Tezgâhtarlıktan satış elemanlığına emeğin dönüşümü”nün dördüncü bölümünü okuduğumuzda, çalışma koşullarının bireyin sosyal hayatına olumsuz etkilerine yol açtığı, ciddi sağlık sorunlarına tanıklık ediyoruz. Müşteri odaklılık denen pazarlama laflarının özellikle kadın çalışanlar için nasıl kolaylıkla taciz vakalarına dönüşebildiğini, çalışanlar arası rekabeti ve bu rekabetin bizzat çalışanlarca nasıl normalleştirildiklerine dair pek çok somut olguyu gözlemlemek de mümkün. Yeri gelmişken çalışmanın asıl gövdesinin üçüncü ve dördüncü bölümler tarafından oluşturulduğunu; birinci ve ikinci bölümlerin deyim yerindeyse genişletilmiş bir giriş minvalinde işlendiğini ifade edelim.
Çarpıcı araştırma sonuçlarının yanında, çalışmanın diğer güçlü yönlerinin de altını çizmemiz gerekir. Her şeyden önce bulguların ele alındığı kısımlarda, kuru bir olgu bombardımanı yapılmadığını, hemen her olgunun o olguyla ilişkilendirilebilecek bir kuramsal tartışma eşliğinde sunulduğunu belirtelim. Özkaplan, Öztan ve Ruben, daha önce duymadığınız ya da duymuş olsanız bile hâkim olmadığınız kavramları araştırma sorunsalıyla harmanlayarak okuyucuya anlatabilmiş. Bu kitapta, “sosyal ve estetik beceri” ve “beden denetimi” gibi kavramlar, retorikle bezenmiş ve ayağı yere basmayan postmodern kuram kitaplarında olduklarından çok daha anlaşılır, gerçek yaşam ile çok daha alakalı olarak işlenmiş. Dahası, detay bilgilerin sadece kavram bilgisinden ibaret olduğunu söylersek, yazarlara haksızlık etmiş oluruz. Bazı hukuki düzenlemeleri ve çalışma hayatının içerisindeki kimi uygulamaları da bu kapsama dahil etmek gerekir. Mesela AVM’lerde çalışma saatlerinin düzenlenmesinin ve pazar gününün tatil edilmesinin 2015 yılında çıkarılan bir yasayla valilerin yetkilerine bırakıldığını ve fakat fiilen bu yetkinin kullanılmadığını bu kitaptan öğrenebilirsiniz. Keza firmaların tebdili kıyafetle gezen padişah misali işyerlerine “gizli müşteri” gönderdiğini ve çalışanlarını sahada bu yolla sınadığını da… Çalışmanın görece zayıf yönleri ise gerçekten çok az. Çalışmanın temel sorunsalıyla doğrudan alakalı olmamakla birlikte, iki şeyden bahsetmek anlamlı olabilir: Birinci olarak toplumsal cinsiyet tartışmalarının bazı durumlarda zorlama bir hal aldığını ve sınıf nosyonunun önüne geçtiğini söylemeliyiz. İkinci olarak ise çalışmada organize perakendecilik sektöründe çalışan emekçilerin örgütlenme ve mücadele stratejilerine yönelik somut bir strateji önerilmediğini belirtmek yerinde bir eleştiri olabilir.
Marks 1844-El Yazmaları’nda yabancılaşma mefhumunu tartışırken, insanın makinenin bir parçası haline geldiğinden de bahseder. Makinenin bir parçası haline gelmek ise emeğin yaratıcı etkinliğinin sona ermesinin, insanın emek süreci üzerindeki kontrolünü yitirmesinin ve emek gücünün işyerindeki diğer nesnelerle eşitlenmesinin hikâyesidir aslında. Bu hikâyenin bir başka sürümünü neredeyse iki asır sonra bir emekçi şöyle deneyimlemiş: “Biz burada işte şu yerdeki taş gibi, şuradaki yazarkasa gibi, tavandaki avize gibi bir şeyiz. Birimiz gider, diğerimiz gelir. Öyle meslek gibi bir şey değil yani…”. Özkaplan, Öztan ve Ruben emekçileri daha görünür kılabilmek için işte bu deneyimin ve benzerlerinin güzel bir anlatısını inşa etmişler çalışmalarında.
– AVM’lerin Yorgun Gençleri, -Tezgâhtarlıktan Satış Elemanlığına Emeğin Dönüşümü-, Nurcan Özkaplan, Ece Öztan, Ester Ruben, Sosyal Araştırmalar Vakfı, 2017, 280 s.