Psikanalitik veriler üzerine çeşitli araştırmalar yapıldığında ve yeni bilgiler edinildiğinde bilinir ki, Freud’un her biri belirli senelerce korunan arşivleri açılıyor ve mektuplar inceleniyor. Freud’un Belgeleri kitabını gördüğümde hocam İskender Savaşır’ın bu konuda daha önce verdiği bir tepki geliyor aklıma: “Demek ki arşivlere birilerinin girmesine izin verilmiş ya da bazılarının süreleri açılmak üzere dolmuş.” Kitabın İngilizcesi 2011, öncesinde 2006 yılında da Fransızcası yayımlanıyor. Kitabı okuyanlar yahut okumaya girişenler görecek ki önlerinde sesi sert, gür ve dopdolu bir metin var. Kitabın temel amacı, Freud ve onun takipçilerinin kurduğu “Freud efsanesi”ne çok daha yakından bakmak. Bu bakış ise belgeci bir tutumla, oynaması imkânsız gibi görünen taşları yerinden oynatarak mümkün kılınmış. Yani ilk paragrafta şu düşüncemi paylaşabilirim ki; psikanalitik mitleri çiğnemeyi seven her kişi bu kitabı özen ve merakla okuyacak. Ancak kitaba yaklaşanların kararsız kalabileceği bir kısım var. Kitap sertliği ve kararlılığı karşısında ürkütüyor. Dolayısıyla ince bir ayrım yapmak için kitabın amacının tarihçilik mi, yoksa tarihi dönüştürmek mi olduğunu anlamak gerek. Elbette tarihçilik yapıyor olmak ona yön vermekten bağımsız değildir. Ancak birincil amaç hangisi? Bu soruyu sormak, ilgili kitap için gerekli. Çünkü kitabın yaptığı her müdahale neredeyse bir insanın anatomisini değiştirecek kuvvette. Organların yerini ve neden orada olduklarını sorgular gibi psikanalizin tarihini yeni baştan kurgulamaya aday bir kitap var elimizde.
Freud Belgeleri yoğun bir S. Freud eleştirisi içeriyor. Mektuplarda Freud’un karşısında olan pek çok meslektaşının, dahası, onun “deli” olduğunu düşünen pek çok insanın var olduğunu okuyorsunuz. Bu, bildiğiniz pek çok Freud algısının tersinde bir bilgi birikimine tekabül ediyor. Hatta Freud’un çeşitli bağımlılıkları ve sıkıntıları olduğunun açık ediliyor olmasından öte, düşünsel birikiminin de büyük bir hata olduğu anlatılıyor. Bu “Kara kutu açılıyor!” edasıyla, psikanalizin tarihinin bir “Whig tarih”e sahip olduğu işleniyor. “Whig tarih”, yani kazananın perspektifinden bir tarihçilik anlayışı. Kitap psikanalizin hata ve kusurlarının başarılı şekilde kapatıldığı düşüncesiyle, onun bir kazananlar tarihine sahip olduğunu ifade ediyor. Örneğin psikanalitik okulda sık sık dile gelen Anna O vakasının Breuer tarafından tedavi edildiğine dair hiçbir kanıt olmadığı ifade buluyor. Psikanalitik öğretinin kökünü kazıyan bu söylemlerin aynısı rüyalar konusunda da sürüyor. Bir diğer temel ve sert eleştiri şu: “Geçmişle ilgilenen bir disiplin olan psikanaliz, tuhaf bir şekilde kendi tarihine alerjiktir ve bu da anlaşılabilir: Savunmasız olduğu yer tam da burasıdır.” (s.35)
Bahsi geçen kendine körlük meselesi, kitabın içinde farklı cümlelerle aynı anlama hizmet ediyor: “Anlatılan düşünce birimi aslında yok”. Üstelik buna benzer pek çok detay mektuplarda yer alıyor. Buna benzer bir olay ise Freud’un Martha Bernays’a 28 Nisan 1885’te yazdığı mektupla belgeleniyor. Çok ilginç bir şekilde Freud kendi biyograflarının işini zorlaştıracağına dair bir mektup yazıyor Martha’ya. Öncesinde ise Freud’un paylaşmak istemediği verileri birilerinin eline geçiyor. Freud olayın öfkesi içinde “Bunların gelecek nesiller tarafından bilinmesini istemiyorum” diyerek Marie Bonoparte’a kendisi tarafından yollanan mektupların yakılmasını istediğini iletiyor. Ancak Marie, Freud’un bu isteğini reddediyor. Bunun üzerine Freud’un cevabı ise kendisini bir gün o mektupları imha etmeye ikna edeceği üzerine oluyor.
28 Nisan 1885’te Freud kendi biyograflarına şu ürpertici mektubu bırakıyor: “… Son on dört yılda aldığım tüm notları, mektupları, bilimsel pasajları ve makalelerimin elyazmalarını imha ettim. Biyograflara gelince, onlar düşünsün, bunu onlar için çok kolay hale getirmek gibi bir niyetimiz olmadı.”
Kitabın iki yazarı olan Shamdasani ve Borch-Jacobsen’in savlarını ileri sürmelerinin yanında, onları ikna edici kılmaları ve ifade bulmasını sağladıkları çoğu düşüncenin altını belgelerle doldurmaları çok ilgi çekici. Onlara göre psikanaliz kendi tarihine dokunmakta yetersiz. Ancak bu yetersizliği kapatacak hikâye anlatıcılığı ve efsane üretme kabiliyeti onu şu anda olduğu konumda tutuyor. Peki cidden öyle mi? Bu soruya verilen cevaplar psikanalistlerin odalarında neler olduğuyla bağlantılı elbette. Ancak Freud Belgeleri adlı kitabın net görüşü, psikanalizin, teorisinin kuruluş aşamasındaki kendi “pisliklerini” halının altına itmesiyle ayakta kalmayı başarmış olduğu yönünde. Bu “başarı” kimi zaman belgeleri yakarak kimi zamansa Freud’a karşı gelenlerin “vaka” olarak sunulmasıyla gerçekleşmiş. anın ürünü. Bu doğrultuda İş Bankası Yayınları’nın, kitabın çevirmeni Reha Kuldaşlı’nın ve kitabı oluşturan ekibin emeği Türkçe literatüre bu verilerin kazandırılması anlamında çok kıymetli gözüküyor.
Freud’un ve çevresinin bireysel geçmişinin lekelerinden, düzenlenen kongrelerin eleştiriyi dışarıda bırakmasına, psikanalizin önemli kavramları haline gelmiş ifadelerin altının boş olduğu iddiasından Lacan’ın pek çok mektubuna Freud Belgeleri’nden ulaşabilirsiniz. Bu kitap, psikanalizle olumlu ya da olumsuz anlamda ilişki kuran her okura büyük bir eleştiri sahası kuruyor. Ancak kurup bırakmak yerine okuyucuyu akıntısına davet ediyor. Akıntıya karşı yüzmek ya da akıntıya kapılmak okurun tercihine bağlı.
– Freud Belgeleri, Mikkel Borch, Sonu Shamdasani, Çev. Reha Kuldaşlı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2018, 440 s.