Toplumların bilinçlenmesindeki gelişmeler, tıbbi ve aromatik bitki tüketiminde artışlara neden olmaktadır. 2000’li yıllarda 60 milyar US$ olan dünya ticaret hacminin, günümüzde ikiye katlanmış olacağı beklenmektedir. Bunda, sentetik ilaçlarda yaşanan yan etki sorunlarının payı yüksek olsa gerek…
Bu durumda, Türkiye biyoekonomisi için bazı fırsatların öne çıkacağı muhakkak. Çünkü ülkemiz on bini aşan bitki türü ile zengin bir floraya sahiptir ve bunların üç bini de endemiktir[1]. Söz konusu bitkilerden 400’e yakını iç piyasada ticarete konu olmakta ve hatta yüz kadarı da ihraç edilmektedir. Örneğin: kekik, haşhaş, kapari, meyankökü, defne, çay, anason, kimyon, adaçayı, mahlep, kırmızıbiber vd. Aslında bu grupta kozmetik ve boya bitkileri de yer almaktadır.
Ülkemiz tür ve çeşit zenginliği yanında, uygun ekolojisi ile bu grup bitkiler için çok uygundur. Ayrıca birçok bitkinin de gen merkezidir. O nedenle gerek doğadan toplama ve gerekse kültürü ile tıbbi ve aromatik bitkiler alt sektörü, hiç de küçümsenmeyecek ekonomik bir potansiyeldir. Fakat bu artıları biyoekonomiye aktardığımızı söylenemez. O nedenle, söz konusu bitkileri işlenmeden, katma değer sağlanmadan ihraç etmemiz, kârdan zarar olarak tanımlanabilir.
Diğer taraftan ihraç etmekte olduğumuz ürünler -kekik hariç- ağırlıklı olarak doğadan toplanmaktadır. Hâlbuki ticarette, standart kalite ve yeterli miktar aranmaktadır. Doğadan toplanan ürünle bunun sağlanması beklenemez. O nedenle birçok bitkinin kültüre alınması, ıslah edilmesi, çeşitlerin tescil edilerek, fikri mülkiyet haklarının elde edilmesi gerekir. Bu konuda gerek Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve gerekse Üniversiteler 60 civarında yeni çeşit tescil ettirmişlerdir.
Doğadan toplama konusunda da, floraya zarar vermeksizin, özellikle “kökünü kazıma”ya meydan vermeyecek yasal tedbirlere gereksinim vardır.
İlginçtir, konu birçok bakanlığın uğraş alanına girmektedir ve dolayısı ile çok başlılığın olumsuzluklarından etkilenmektedir. Nitekim konu, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Gümrük ve Tekel Bakanlıklarının yanında, özellikle yoğun araştırmalar gereksinimi nedeniyle üniversiteleri de ilgilendirmektedir. Konunun ortaklaşa, koordineli ve hızlı yönetimi için bir “Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Kurulu’nun kuruluşu uygun bir çözüm olabilir.
Konunun yönetsel boşluklarının yanında, araştırma açısından da acil çözümlere gereksinim vardır.
Türkiye’de kullanılan ilaçların 2/3’sine yakını sentetik iken, Batıda bu oran 1/3’lere düşmektedir. Yani Batı toplumu daha çok organik kaynaklı ilaç kullanırken, tıbbi bitki deposu olan ülkemizde durum tam tersidir. Ülke çapında hazırlanan bir “Tıbbi ve Aromatik bitki araştırmaları” makro projesi belirlenmediği için üniversitelerde araştırmalar, genelde, bütünün parçası olmaktan uzak, ferdi düzeyde sürdürülmektedir. Batı üniversitelerinde araştırma projelerin çoğunluğu özel sektör talepleri doğrultusunda iken bu, ülkemizde maalesef ancak % 20’lerde kalmaktadır.
Ülkemizde diğer kültür bitkileri ile karşılaştırıldığında, tıbbi ve aromatik bitkiler üzerinde yürütülen çalışmaların sınırlı sayıda olduğu görülmektedir. Kaldı ki dünya sağlığında kaynak olarak tıbbi ve aromatik bitkilerin dışına da taşmıştır (“İlaçlar Artık Tarlalardan”[2]). Örneğin vitamin A’ca zenginleştirilmiş tatlı patates, mısır, kasava ve demirce zenginleştirilmiş bakla, demirce zenginleştirilmiş cin darı, çinkoca zenginleştirilmiş çeltik ve buğday çeşidi tescil edilmiştir.
Birçok olumsuzluklara rağmen, Tıbbi ve Aromatik Bitkiler konusu, ülkemiz için büyük fırsatlar sağlayabilecektir. Bu bağlamda azami yarar elde etmek için, bilinçli araştırma planlamasına ve uygun yatırımlara gereksinim vardır. Özellikle organik öncelikli üretimler ihracat potansiyelini artıracaktır. Yönetsel reorganizasyonla bunların orta vadede gerçekleşebileceği beklenebilir. Fakat araştırma konusunda bazı ülkelerdeki modellerden yararlanılabilinir: Kamu, özel sektör ve üniversitelerin birlikte oluşturacakları “Türkiye Tıbbi Ve Aromatik Bitkiler Araştırma Enstitüsü”.
Bütün önemli konuların, 2-4 Ekim 2018 tarihinde, Ege Üniversitesi. Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü tarafından, Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü’nün katkılarıyla düzenlenen, uluslararası katılımlı Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Sempozyumunda, Çeşme-İzmir’de, detayları ile ele alınacak olması, konu paydaşları için kıvanç nedeni olsa gerek.
Dipnotlar
[1] Yalnız Türkiye’de yetişen.
[2] Nazimi Açıkgöz (2013)(http://blog.milliyet.com.tr/ilaclar-artik-tarlalardan-/Blog/?BlogNo=427502)