Yayın dünyasında boy göstermeye başladığı ilk yıllardan itibaren hevesle okuduğum nehir söyleşi biçiminin zamanla cazibesini yitirdiğine daha evvel de işaret etmiştim. Ortaya koyduğu pek çok eserin yanında yaşamıyla da bir başarı hikâyesi yazabilmiş ve neredeyse 80`ine merdiven dayamış birinin karşısına “bize hayatınızdan ve eserlerinizden bahseder misiniz?” sorusuyla çıkılmasını eskisi kadar ilgi çekici ve zekice bulmuyor olabilirim. Bilimcilerimizin, sanatçılarımızın kendi çocukluklarından, okullarından, yetiştikleri aile ve memleket ortamından bahsetmeleri her ne kadar ilginç görünse de bu kitapların ışıltısını belli bir sınırda tutan şey sanırım dişe dokunur tartışmalar barındırmamaları, yani bir diyaloğa veya diyaloglar zincirine dönüşememeleriydi. Kayıt cihazının zamanla bilimciler ve sanatçılar yerine girişimcilerin, bankacıların, meslek profesyonellerinin önüne konulmasının ve birer monolog olarak içeriklerin giderek zayıflamasının da payının az olmadığını düşünüyorum bu cazibe yitiminde. Bu kitaplara yönelen ilginin Vedat Özdemiroğlu’nun deyimiyle azalarak bitmeye yüz tuttuğunu düşünürken alışılmış dar çerçeveyi aşan iki kitabın birbirlerinden habersiz hazırlanıp birkaç ay arayla yayımlanması türün başka bir tarza dönüşüyor olma ihtimaline dair umutlarımı yeşertti yine.
İlki Everest Yayınları tarafından Toplumsal Hafıza, Mimarlık, Tarih ve Kuram başlığıyla yayımlanan Uğur Tanyeli ile söyleşi kitabı. Söyleşiyi kendisi de mimarlık tarihi, şehir sosyolojisi gibi konularda çalışan ve doktora tezini Tanyeli’nin danışmanlığında tamamlamış olan Erhan Berat Fındıklı yapmış. Tanyeli, Türkiye mimarlık tarihi üzerine söz alanlar arasında kuramsal, belgesel, bilgisel birikiminin yanında problemlere yaklaşımı, çözümleme mantığı ve esprili ifade gücüyle zenginleşen konuşmacı kimliğiyle de özgün bir yere sahip. Başlıktan da anlaşılacağı gibi kitabın amacı konuşmacının hayatına değil, bazı konulara dair fikirlerine odaklanmak. Elbette Tanyeli’nin de fikirlerini biyografisinden tam anlamıyla soyutlamak mümkün değil. Tanyeli Türkiye’nin farklı üniversitelerinde çok sayıda mimarlık fakültesinde görev yapmış bir akademisyen. Aynı zamanda hayli üretken bir tarihçi, yazar, küratör, dergici, yayıncı. Mesleki deneyim ve entelektüel biyografinin akademik ve akademik olmayan uğraşlar olarak iki başlıkla ilk yarısını oluşturduğu 532 sayfalık bu hacimli söyleşinin kalan yarısı tamamen mimarlık sorunsalları ve mimarlık tarihi tartışmalarına ayrılmış. Her ne kadar konuşmacı olarak Tanyeli görünse de Fındıklı, sorduğu sorular, yaptığı katkılar, açtığı tartışmalarla tüm metni takibi çok keyifli bir diyaloğa dönüştürmüş. Söyleşiler boyunca kontrolü sürekli elinde tutarak, Tanyeli’ni yönlendirerek kitabın mimarisinde önemli pay sahibi olmuş.
Dikkat çekmek istediğim diğer kitap ise Can Yayınları’ndan. Bıçkın ve Ağlak başlığı altında “Yeni Türkiye’nin hikâyesi”nin konu edildiği Can Kozanoğlu ile söyleşi. Söyleşiyi yapan Mirgün Cabas. Bu kitabın ortaya çıkışının ilginç bir hikâyesi var. Kozanoğlu 90’lı yıllarda gazeteci-yazar olarak popüler kültür incelemeleriyle öne çıkan bir isim. Cilalı İmaj Devri, Pop Çağı Ateşi, İnternet Dolunay Cemaat, Yeni Şehir Notları isimli kitaplarını hatırlayanlar olacaktır. Bu metinler hem yazıldıkları dönemin popüler kültürünü, tüketim alışkanlıkları, yaşam tarzları açısından mercek altına alıyor hem de geleceğe dair bazı öngörülerde bulunarak toplumsal değişimi çözümlemeye çalışıyordu. Kozanoğlu basım tarihlerinin üzerinden yaklaşık 20 ila 25 yıl geçmiş kitaplarındaki tespit, analiz ve iddialarını Türkiye’nin geçirdiği dönüşümü ve bugün vardığı yeri de dikkate alarak yeniden irdeleyip tartışan bir kitap yazmak istiyor. Bu çalışma sırasında genellemelere ve yargılara belki, ama, fakat gibi çıkmalar eklenerek dallanıp budaklanan metin üzerinde ilerlemek hayli güçleşince başka bir yol arıyorlar. Çareyi söz konusu tartışmaları Mirgün Cabas’ın yönlendirdiği bir söyleşi olarak kurgulamakta buluyorlar. 1980’lerde gazetecilik ortamı, ANAP’lı yıllar, arabeskin yükselişi, Kemalistler, pop çağı, Erdoğan fenomeni, Gülen cemaati, Kürt siyaseti, gezi direnişi, porno, yemek kültürü ve gurmeler ve daha sayamadığım pek çok başlığı mevcut. Kozanoğlu’nun kendi kanaatlerini sürekli sorgulayan, gözden geçirip revize eden düşünme alışkanlığı metne de yansıyor. Ayrıca Mirgün Cabas’ın yıllara dayanan dostluğun ve konulara aşinalığın verdiği güvenle rahat müdahaleleri, araya girip aynı anda başka konulara dair tartışmaları da kışkırtması anıların, gözlemlerin, tezlerin harmanlandığı 500 sayfalık metnin bütününü keyifli bir sohbete dönüştürmüş.
Konuları bakımından alakasız görünen bu söyleşilerin bence biçim, yaklaşım ve üslup bakımından ciddi benzerlikleri var. Evvela meselelerine, kavramlarına tarihselliği ve toplumsallığı ihmal etmeden yaklaşmaya çalışıyorlar. İkincisi, sorunların müsebbibi olarak yalnızca toplumun belli bir kesimini veya tarihin belli bir dönemini suçlamaktan kaçınıyorlar. Eleştiriden herkesin ve her devrin payına düşeni alması konusunda hakkaniyeti gözetiyorlar. Tarihin ve sosyolojinin belli bir kesitinde bulunduğumuzu, bizim de bu kesitin ürünü olduğumuzu, günümüze, geçmişe ve geleceğe bulunduğumuz noktadan bakabildiğimizi unutmadıkları için somut tahlillere değer veren, iyimser olasılıklara yönelen bakış açılarına sahipler. Ayrıca tüm bu olumlu yanlarını bence Tanyeli ve Kozanoğlu kadar soruları ve katkılarıyla konuşmacılarının zenginliklerini en iyi biçimde yansıtmalarına olanak sağlayan Fındıklı ve Cabas’a borçlular.