Dünyanın başındaki bin türlü derde Dünya Sağlık Örgütü yenilerini ekledi. 2019-2023 arasını kapsayan ve küresel ölçekte temel sağlık sorunlarının çözülmesini amaçlayan DSÖ 13. Çalışma Programı’nın ilk beş yılda atacağı stratejik adımların öncelikli hedeflerini aşağıdaki başlıklar oluşturacak. Bu maddeler aynı zamanda, 2019’da dünya nüfusunu bekleyen küresel tehditler başlığıyla ayrı bir raporun konusu oldu.
Hava kirliliği: DSÖ’nün tahminlerine göre hava kirliliğinin tetiklediği hastalıklara bağlı ölümlerin sayısı her yıl yaklaşık 7 milyon kişiye karşılık geliyor ve vakaların %90’dan fazlası düşük ve orta gelirli Asya ve Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanıyor. Solunan kirli havadaki ince partiküller akciğer ve kalp-damar sistemine yerleşip inme, kalp hastalığı, akciğer kanseri, kronik akciğer hastalıkları ve solunum hastalıklarına yol açıyor. Sanayi, tarım ve ulaşım kaynaklı kirli gazların yanında evlerde pişirme amaçlı kullanılan kirli yakıtlar da etkenler arasında.
Bulaşıcı olmayan hastalıklar: Diyabet, kanser ve kalp hastalığı gibi bulaşıcı olmayan hastalıklar dünyadaki tüm ölümlerin %70’inden sorumlu, bu da 41 milyon insan demek! DSÖ verilerine göre bunların 15 milyonu 30-69 erken yaş aralığında hayatını kaybediyor. Düşük ve orta gelirli ülkelerin sakinleri burada da ilk kurbanlar arasında yer almaktan kaçamıyor. Söz konusu hastalıklardaki patlamanın sorumlusu ise her yerde karşımıza çıkan ölümcül beşli: sigara, hareketsizlik, aşırı alkol kullanımı, sağlıksız beslenme ve hava kirliliği.
Küresel grip salgını: “Dünya yeni bir grip salgını ile karşı karşıya kalacak; sadece bunun bizleri ne zaman ve ne şiddette vuracağını bilmiyoruz.” DSÖ’nün resmi sitesinden alınan bu sözler tüyler ürpertici ama gerçek. DSÖ dünya çapında 114 ülkeden 153 kurumla ortaklaşa çalışarak potansiyel salgın tehlikesi arz eden virüs soylarını ve bunlardan hangilerinin grip aşısına dahil edilmesi gerektiğini belirliyor. Salgın potansiyeli olan yeni bir soyun ortaya çıkması halinde tanı, aşı ve tedaviyi içerecek bir savunma sistemi de hazırda bekliyor. Ancak tüm çabalara rağmen virüsün hızlı mutasyon ve adaptasyon yeteneğinin aşının etkinliğini azaltan bir faktör olarak ortaya çıkması ve düşük etkinliğin daha da perçinlediği aşı karşıtlığı, salgının asıl sorumlusu olacak gibi.
Yetersiz temel sağlık hizmetleri: DSÖ’nün verilerine göre kuraklık, açlık, çatışma ve yerinden edilmenin eksik olmadığı bölgelerde yaşayan insanların sayısı, dünya nüfusunun %22’sini oluşturuyor. Bu da 1,6 milyar insan demek. Sağlık hizmetlerinin yetersizliği ve temel bakım imkanlarından yoksunluk en başta bu bölgelerde yaşayanları, özellikle de yaşlı ve çocukları vuruyor. Her zamanki gibi düşük ve orta gelirli ülkeler başrolde.
Tehdit düzeyi yüksek patojenler: Sayıları kısıtlı fakat etki düzeyleri müthiş korkutucu… Örneğin HIV: Antiretroviral tedavi ile hayatına devam eden 22 milyon kişiye karşılık hâlâ her yıl 1 milyon insan HIV/AIDS yüzünden ölüme gidiyor. Ya da sivrisineklerle bulaşan, semptomları itibariyle gribe benzeyen ve ölüm oranı %20’ye varan Dang hummasına yakalananların sayısı her yıl 390 milyon! Üstelik DSÖ hastalığın daha önce görülmediği daha ılıman ülkelere de yayılmaya başladığını bildiriyor. Bitmedi… Bunlardan başka Ebola, Zika, SARS (ağır akut solunum yolu yetersizliği sendromu), MERS-CoV (Orta Doğu solunum yolu sendromu koronavirüsü) ve hatta ciddi bir salgın tehdidine dönüşmesi beklenen, henüz tanımlanmamış X Hastalığı da listede!
Antimikrop direnci: Antibiyotik ve antiviraller muhtemelen modern tıbbın en büyük mucizeleri olarak 20. yüzyıla damga vurdu ve sayısız hayat kurtardı. Peki ya bakteri ve virüslerle yarışımızda geride kalmaya başladıysak? DSÖ’nün en büyük 10 tehdit kapsamına aldığı antimikrop direnci (yani bakterisavar ve virüssavar ilaçlara direnç) tam da bununla ilgili. Örneğin tüberküloz gibi her yıl 10 milyon insanı ağına düşüren ve bunlardan 1,6 milyonunun canını alan bir hastalıkla başa çıkmanın başka bilinen bir yöntemi yok. Gel gör ki 2017’de hastalığa karşı kullanılan rifampisine dirençli 600.000 vaka bildirilmiş. Zaatüre, bel soğukluğu ve salmonella gibi hastalıklarda da 100 yıl öncesine dönmemiz an meselesi olabilir. DSÖ bunun tek sorumlusunun bilinçsiz antibiyotik kullanımı olmadığını, gıda sanayiinde hayvanlara verilen aşırı antibiyotik ve antivirallerin de meselede çok büyük pay sahibi olduğunu vurguluyor.
Aşı karşıtlığı: DSÖ verilerine göre aşılar her yıl 2 ila 3 milyon insanı olası bir ölümden kurtarıyor. Daha yaygın biçimde uygulanabilse bu sayıya 1,5 milyon insan daha eklenecek. Ancak pek çok Batılı ülkeden sonra Türkiye’de de giderek yaygınlaşan aşı karşıtlığı o kadar ciddi boyutlara ulaştı ki, güvenilir ve yararlı olduğuna dair onca bilimsel veriye ve kanıta rağmen insanları neyin aksi yöne sürüklediği, bilimsel araştırmaların konusu olmaya başladı. ABD’deki Dartmouth College araştırmacılarının bu konuya cevabı “Histerezis”. En basit haliyle bir sistemin yakın geçmişteki durumuna duyarlı olması anlamına gelen bu ifade bir anlamda geçmişteki olumsuz birkaç örneğin ya da yanlış uygulamanın bugünkü karar alma süreçlerini radikal biçimde etkilemesini ifade ediyor. Proceedings of the Royal Society B dergisinde 9 Ocak’ta yayımlanan araştırma sonuçlarına göre aşı karşıtlığı, aşı aracılığıyla salgın hastalıkların toplumda yayılmasını engelleyen “sürü bağışıklığını” tehdit edecek düzeye varmak üzere. Öyle ki cüzzam, kabakulak ve boğmaca gibi hastalıklar Avrupa ve Kuzey Amerika’nın çeşitli bölgelerinde tekrar hortlamış durumda. Araştırmada belirtildiğine göre boğmaca aşısının İngiltere’de 1978’deki %30’luk uygulama düzeyinden %91’e çıkması 13 yıl sürmüş. İdeal şartlarda bir yılda ulaşılabilecek ilerlemenin bu kadar uzun zaman almış olması bir yana, aşıya duyulan yeni nesil önyargının yarattığı hasar nelere mal olacak bilinmiyor.
Kaynaklar
1) World Health Organization, “Ten threats to global health in 2019”; https://www.who.int/emergencies/ten-threats-to-global-health-in-2019
2) Xingru Chen ve Feng Fu, “Imperfect vaccine and hysteresis”, Proceedings of the Royal Society B: Biological Sciences, cilt 286, sayı 1894.