Ana Sayfa Dergi Sayıları 180. Sayı Ofis hayatı çifte bir varoluştur

Ofis hayatı çifte bir varoluştur

403
0

Beyaz yakalıları nasıl bilirsiniz? Liberalizmin besleyip büyüttüğü ve hayli şımarttığı bu kitlenin dilimize pelesenk olması ve sosyolojinin ilgi odağı olması çok eski sayılmaz. Bir ara-orta sınıf denebilecek beyaz yakalıları “plaza insanları” olarak da yaftalıyoruz aramızda ve onlar özel sektörle özdeşleşmiş durumda. Kol gücüyle ekmeğini kazanan “mavi yakalıların” üstünde konumlanmış ama iktidarı kendi iş tanımıyla sınırlı bu kesimi konuşma, düşünme, giyinme biçimleriyle karikatürize ediyoruz. Ama yeri geldiğinde siyasette dengeleri değiştirebilecek “şehirli/okumuş/laik/tepkili modernler” gibi isimler de alıyorlar.

Peki, beyaz yakalılığı kazıdığımızda tarihte ne kadar geriye gidebiliriz? Bir beyaz yakalı tarihçesi yazmaya kalksak hangi kaynaklara başvurabiliriz? İşte Çalışanın Fizyolojisi bu konuda ilk kaynaklardan biri sayılabilir. Balzac’ın kaleminden çıkmış olması da bizi 1840’ların Paris’ine götürüyor, gözümüzün önünde anlatılan karakterlerin ve mekânların canlanmasına vesile oluyor. Balzac’ın bahis konusu çalışanı ise dönemin Parisli kamu memurları. Okudukça Balzac’ın kamu memurlarının bugünkü liberalizmin beyaz yakalılarıyla ne çok ortak yanlarının olduğunu keşfediyorsunuz.

Üstüne bir sürü laf etmektense bu incecik kitabın içinde kısa bir tura çıkalım isterseniz.

Balzac meşhur Fransız bürokrasisinin ve bu bürokrasinin altında çalışıp devletten düzenli maaş alan çalışan kitlesini 40.000 kişi olarak hesaplıyor. Öncelikle çalışanın kim olduğunu tanımlıyor:

“Yaşamak için maaşına ihtiyaç duyan ve istifa etmekte özgür olmayan kişi; çünkü bu kişinin, sonsuz kâğıt kalabalığı üretmekten başka hiçbir alanda donanımı yoktur.”

Balzac tarif ettiği çalışanın sınırlarını da keskin hatlarla çiziyor:

“Kişinin maaşı yılda 20.000 frankı geçerse, artık bir çalışan sayılamaz.”

Balzac bu sınırı çizerken dönemin resmi memur kadrosu yılda 12 milyon Frank maaş alan Fransız Kralı’nı da kapsayacak kadar geniştir oysa. Balzac ise modern bir tanım sunuyor bize. Yılda 1 milyon dolardan fazla kazananları süper-müdürler olarak tanımlayıp “kapitalist” yani sermayedar kabul edilmeleri gerektiğini söyleyen Thomas Picketty de Balzac’ın söylediğini söylemiyor muydu?
Balzac bir yandan bürokrasiyi doyasıya hicvederken diğer yandan da bu çarkın yarattığı insan tiplerini memuriyet derecelerine ve unvanlarına göre tüm detaylarıyla birkaç fırça darbesiyle resmediveriyor. Balzac’ın çalışanları her şeyden önce Paris’e özgüdür:

“Taşra çalışanı birisidir, ama Parisli çalışan bir şeydir.”

Ve tabii bu çalışan türünün doğal mekânını da anlatıyor bize:

“(…) Çalışan bir masada oturup yazan kişidir. Ofis, çalışanın doğal ortamıdır. Çalışanlar ofissiz var olamaz ve bir ofis de çalışanlarsız var olamaz.”

Fransa bütçesinin % 2,5’una denk 60 milyon Frank maaş dağıtarak yaratılan, bürokrasi ve tabii kırtasiye üreten bu dev çarkın, monarşinin cumhuriyet kurumları içinde hâlâ yaşayan ruhu olduğuna inanır Balzac. Bu çarkın Paris kamu binalarına ve sokaklarına saçtığı tipler ise Balzac’ın tasvirlerinde birer roman kahramanı gibi gözünüzün önünde canlanıyor. Giyimleri kuşamlarıyla, modalarıyla, davranış ve düşünme biçimleriyle stajyerleri, ofisboyları, müdür muavinlerini, büro amirlerini ve “stajyer yahut müdür muavini olmayan her çalışan” dediği kâtipler geçiyor gözümüzün önünden. Kâtipler ise Zarif, Andaval, Koleksiyoner gibi nice alt tiplere ayrılıyorlar. Andaval’ı kısaca tanıyalım mesela:

“Kırkbeşinde kariyerinin zirvesini görmüştür. Her zaman evlidir ve alayında başçavuştur, dış mahallelerde bahçesi olan bir ev kiralar.”

Ya Stajyerler:

“İki tür stajyer vardır: Fakirler ve zenginler. Fakir stajyerin cepleri ümit doludur ve daimi bir maaşa ihtiyaçları vardır; zengin olansa kayıtsızdır ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.”

Aklı İşinde Memurlar:

“Bu memurlardan mükemmel birer kâtip ve ve koca olur, yuvaları mutludur. Bu memurlar, kocanın pazar günleri ve resmi tatiller dışında katiyen görünmediği bir aile hayatına ulaşmıştır. (…) genellikle köklü ticaret şirketlerinde, nalburlarda, lüks şarküteri dükkânlarında ve kitapçılarda sessiz ortaktır.”

Balzac, Balzac olduğundan olsa gerek gözünden hiçbir detay kaçmıyor. Bu tiplerin duvarlarında hangi resimlerin asılı olduğuna kadar biliyor. Akıllarından neler geçtiğini de… Balzac’a göre bu tiplere aşina oldukça “bürokrasi diyarında her şeyin neden bu kadar yavaş işlediğini anlamış olmalısınız.” Balzac’ın bürokrasiye karşı duyduğu nefreti de böyle incelikli portrelerle anlamış oluyoruz.
Peki, Çalışanın Fizyolojisi kamu memurları dışında kalan ama onlar gibi ofis doğal ortamını paylaşan, Paris’in sokaklarında boy gösteren, hayatlarını maaşlarıyla sürdüren özel sektör çalışanlarına da uzanmıyor mu diye düşünüyor insan. Uzanmıyor. Balzac’ın çalışanı devletin çalışanı. Ancak bir yerde özel sektörle ilgili kısa bir karşılaştırma yaptığında anlıyoruz ki…

“Rothschild’in yirmi çalışanı, Hazinenin çalışanlarından on kat daha fazla çalışıyor; fakat onların aksine Rothschild çalışanlarının gerçekten bir geleceği mevcut. (…) Öte yandan devlet memurlarının önünde perişan bir gelecek var.”

Varsın özel sektör çalışanları da Balzac’ın fizyolojisinde eksik kalıversin… Ne gam! Bugün herhangi bir kalabalık ofise uğrayan bir zamane Balzac’ı aynı karakterlerin hâlâ kanlı canlı karşımızda durduğunu görebilir nasıl olsa. “Unvanlardan ve kıyafetlerden başka bir şey değişmemiş” diyebilir. 1840’ların kamu memuru ile bugünün beyaz yakalısı arasında neredeyse hiçbir fark olmadığını idrak edebilir.

Çalışanın Fizyolojisi, yazarının nükte ve hiciv dolu dilini aynı tatla aktaran çevirisiyle birkaç saat içinde okunabilecek ama verdiği okuma keyfiyle birkaç gün sizi şenlendirecek bir kitap. Balzac’ın gözünden 150 yıl öncesinin çalışan profillerini okumak ve ofis hayatının ve ofis canlılarının bunca yıl sonra nasıl olup da bu kadar az değiştiğini görmek de cabası…

Çalışanın Fizyolojisi, Honore De Balzac, Çev. Münif Sair, Vakıfbank Kültür Yayınları, 2018, 120 s.