“Fakat uzaklık engelleri parçalanıyor, bir gün bizim denklerimizle veya efendilerimizle karşılaşacağız yıldızlarda. İnsanoğlunun bu olasılıkla yüz yüze gelmesi uzun zaman almıştır, bazıları hâlâ asla gerçek olamayabileceğini umut ediyor. Artan bir çoğunluk ise daima şunu soruyor. ‘Neden biz uzaya gitmeye cesaret ettiğimizden beri bu tür buluşmalar gerçekleşmedi?’ Gerçekten de neden? İşte bu çok makul sorunun olası cevaplarından biri elinizde.”
Bilimkurgu edebiyatının önemli isimlerinden Artur C. Clarke’ın Uzay Destanı serisinin ilki olan 2001: Bir Uzay Destanı (2001: A Space Odyssey), gerçeğin, sinemanın ve edebiyatın birbiri içinde çözündüğü; Stanley Kubrick ve Arthur C. Clarke’ın elbirliği ile oluşmuş bir eser olarak düşünülmelidir. Şöyle ki, filmin gösterime girdiği 1968 ilkbaharından birkaç ay sonra kitap yayımlanıyor. Bundan yaklaşık bir sene sonra ise Apollo 11 görevi başarıya ulaşıp insanlık ilk kez Ay’a ayak basıyor.
2001: Bir Uzay Destanı’nın hikâyesi, insanlığın evrendeki yeri hakkında bir bilimkurgu filmi yapmak isteyen Stanley Kubrick’in, Arthur C. Clarke’a bir hikâyesinin olup olmadığı hakkında mektup yazmasıyla başlıyor. Kubrick’e 1948 yılında yazdığı Gözcü (The Sentinel) öyküsünü yollayan Clarke ise, filmin bunun üzerine kurulabileceğini söylüyor. Her ne kadar Clarke’ın, Gözcü ve Şafakta Karşılaşma (Encounter in the Dawn) başta olmak üzere dört kısa hikâyesi daha filmin zeminini oluştursa da ortaya yepyeni bir şey çıkıyor ve Clarke tarafından romanlaştırılıyor. Roman ve senaryo, aynı anda ve iki yönde bir geri beslemeyle değiştirilip son hallerine getiriliyor.
Artık Afrika olarak adlandırdığımız topraklarda, kuraklık ve açlıkla boğuşan bir maymun kabilesi, gizemli bir taşla (monolit) karşılaşır. Monolit, maymunlar üzerinde gözlem ve deneyler yapıp, potansiyellerini ölçmek ve zihinlerini tasarlamak için Dünya dışı varlıklar tarafından yerleştirilmiştir. Dünya üzerinde ayakları üzerinde doğrulabilen tek maymun; en yüksek potansiyelli kabile üyesi Ay Gözcüsü’ne alet kullanmayı öğreten monolit, kabilenin diğer kabileler üzerinde üstünlük kurmasını sağlar. Böylece kemik sopalardan yapay uydulara uzanan teknoloji yolculuğunun fitili, dünya dışı varlıkların desteği ile ateşlenir. Yaklaşık 3 milyon yıl sonra ise, önce Ay’da ve daha sonra Satürn’de yeniden benzer monolitlerle karşılaşılacak ve insanlığın kendi sınırlarını adım adım aşması gerekecektir.
Kitabın yayımlanmasından bir sene sonra Ay’a ayak basılması, Satürn’e gitmek için Jüpiter’in çekiminden faydalanan uzay gemisine benzer bir manevrayı Voyager’in kitaptan on yıl sonra gerçekten yapması, dijital bir bloknot ile haberleri çevrimiçi takip edebilmenin günümüz internetine olan benzerliği, çekimsiz veya düşük kütle çekimli ortamlarda en ince ayrıntılarına kadar yaptığı tasvirler, kitabın gerçekle olan bağını sağlamlaştırıyor. İnsan beyni taklit edilerek yaratılan bilinçli bilgisayar HAL 9000’in yaptığı insansı davranışlar ise yapay zekâ hakkında önemli bir soru soruyor.
Clarke ve Kubrick, insan türü olarak ne kadar çok yol kat ettiğimizi, önümüzde ne kadar uzun bir yol olduğunu 2001: Bir Uzay Macerası’nda destansı bir şekilde anlatıyor. Alet kullanmaktan aciz atalarımızdan, Ay’a ayak basmayı başaran bizlere kadar geçen sürece şöyle bir dönüp baktığımızda insanlığın kat ettiği aşamalar, henüz tamamlanmamış bir destandaki satırlardan ibaret. Destanın bizlerden sonraki satırları ise, yazar ve yönetmenin vurguladığı gibi önce Güneş’in ve ardından galaksimizin fethiyle ilgili olacak. İnsanlık, yıldızlararası uzaya açılıp Clarke’nin bahsettiği “yıldız çocuk” doğacak.
Bireysel olarak bakıldığında evrenin yaşına kıyasla sıfır kabul edilebilecek yaşam sürelerimiz, galaksimizin belki de en uzun şiirindeki önemsiz harflerden ibaret olsa da atalarımızdan elde ettiğimiz birikimleri ardımıza alarak, tarihe yazılan bu şiire her gün yeni satırlar eklemeye devam ediyoruz. Bu satırlar, dün avcılık ve toplayıcılıkla ilgiliyken bugün Mars yolculuğunu anlatıyor. Yarın ise başka yıldızlara gidenlerin hikâyeleri anlatılacak. Milyonlarca yıl önce yaşamış Ay Gözcüsü’nün mirası, belki de milyonlarca yıl sonra ışığın kat etmesinin bile yıllar alacağı uzak mesafelere ulaşacak. Yazar ve yönetmen, sonunda tüm galaksiye dökülecek insanlık nehrinin bir damlası olmamızın verdiği heyecan ve gururu tüm ihtişamıyla sunuyor.
2001 ile başlayan Uzay Destanı, 2010: Uzay Efsanesi, 2061: Uzay Efsanesi ve 3001: Son Efsane ile devam ediyor. Eserin sinemadaki yansıması, birçok otorite tarafından gelmiş geçmiş en iyi bilimkurgu filmi olarak addediliyor. Bilimkurgu edebiyatını sevenler için de kesinlikle okunması gereken bir kitap. 2001: Bir Uzay Destanı, insanlığın evrendeki yeriyle ilgili bir cevap sunuyor. Ancak Arthur C. Clarke’ın da dediği gibi, “bu yalnızca kurmaca bir eserdir. Gerçek, her zaman olduğu gibi, çok daha tuhaf olacaktır.”
2001: Bir Uzay Destanı, Arthur C. Clarke, Çev. Oya İşeri Gever, İthaki Yayınları, 1998, 304 s.