İnsanlar arasında en sık ölüme neden olan hastalıklardan başı çeken on tanesini ele alsak, dördünün önüne -kalp, şeker, obezite ve felç- daha aktif bir yaşam tarzına sahip olarak geçebiliyoruz. Aslında ilginç değil. Sadece, vücudumuzun evrimini saatlerce ofis masasında ya da direksiyonda vakit geçirmek üzere geçirmemiş olmasının bazı sonuçları. Atalarımız yüz binlerce yıl boyunca gerek Afrika savanasında, gerekse Sibirya steplerinde avcılık ve toplayıcılık yaparak karınlarını doyurabildi. Bunun için ise her gün ama her gün, istisnasız ya yürüdü ya da koştu. Bu sayede, örneğin bacak kasları kasıldı ve bacak toplardamarlarındaki kan buralarda birikmeyerek “varis” oluşturmadı. Yine bu sayede örneğin rektum toplardamarlarında kan birikmedi ve “basur” oluşmadı. Popoların yumuşak yüzeye kavuşmasının bedeli olmayacak mı zannediyordunuz?
Hastalıklarımızın kökenleri, aktif primatlardan ofis memelilerine dönüşmemizle sınırlı bir yaşam tarzı sorunu ile sınırlı değil. Köpekbalığı geçmişimizden devraldığımız fıtık ve balık-iribaş geçmişimizden devraldığımız hıçkırık gibi problemler de var. Milyonlarca yıllık bir miras! İçimizdeki Balık’ta bu mirasın kökenlerine dalıyoruz.
Neil Shubin bir paleontolog. Uzun yıllar fosil aramalarında çalışmış bir isim. Kitabın en özel yanlarından biri bize doğrudan sahadan bilgi verebilen bir araştırmacının kaleminden çıkmış olması. Shubin’in en önemli özelliği ise balıklarla tetrapodlar arasındaki, özelleşmiş yüzgeçleri ile karakterize olan meşhur Tiktaalik isimli ara türü keşfeden ekibin bir üyesi olması. Zaten kitabımız da bu özel keşfin hikâyesi ile başlıyor ve canlılar arasındaki sıra dışı akrabalıkları özellikle anatomik delillerle ortaya koyuyor. İlk hücrenin oluşumundan günümüze, 3,5 milyar yıllık bir serüvenin içine dalıyoruz. Kitap şeklen, temel duyu ve organlarımızı sınıflandırarak ilerliyor. Diş, baş, koku, görme, kulak gibi bölümlerle konuların detayına giren yazar her defasında döne döne sudan karaya evrimimizi gözler önüne seriyor.
Eserin hikâyesi de hayli ilginç. Shubin akademik kariyerinin çoğunu balıklar üzerinde geçirmiş bir paleontolog. Bir gün Chicago Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki bazı öğretim üyelerinin fakülteden ayrılması ile kendini tıp öğrencilerine anatomi dersi verirken buluyor. İlk bakışta, balık üzerine özelleşmiş bir akademisyenin insan anatomisi üzerine ders vermesi kulağa garip geliyor. Ancak bu durumu ona büyük bir avantaj sağlıyor. Çünkü kendi ifadesi ile insan vücudunu en iyi şekilde tanımlayan yol haritaları diğer hayvanların vücutlarında, örneğin balıklarda bulunuyor. Bu hayvanlar bizim vücutlarımızın daha basit versiyonları sadece! İş böyle olunca, balıklar üzerindeki tecrübesiyle insan anatomisi üzerine anlattığı derslerin deneyimleri arasındaki bağlantıyı kurarak böyle bir çalışma üretiyor.
Örnek olarak uzuvlar
Canlılardaki uzuvların benzerliği 1800’lü yılların ünlü anatomistlerinden Sir Richard Owen’ın da dikkatini çeker. Hayvanlar üzerinden yaptığı incelemelerde belirli kalıplar olduğunu görür. Özellikle uzuvlarımızdaki bir kemik, onu takip eden iki kemik, bileklerde dokuz kemik ve parmaklarda beş kemik şeklindeki kalıp pek çok hayvanda ortaktı! Bu uzuvlar ister kanat, ister yüzgeç, ister bizdeki gibi kol-ayak şeklinde olsun hiç fark etmiyordu. Bir yarasa kanadı oluşturmak istiyorsanız eğer, parmakları iyice uzatın. At elde etmek istiyorsanız ön ve arka ayakların orta parmaklarını uzatın ve dışta kalan parmakları kısaltıp ortadan kaldırın kâfi. Kurbağa bacağı mı elde edeceksiniz? Bacak kemiklerini uzatın ve birkaç tanesini birleştirin. Görünürde büyük farklılıklar olmasına rağmen temel şablon tamamen aynıdır.
Tabi, Owen’a göre bu benzerlik Yaratıcı’nın bir planıydı. Ancak akla yatkın açıklama aynı dönemde yaşamış ünlü biliminsanı Charles Darwin’den geldi. Darwin’e göre bu benzerliğin esas sebebi ortak bir atadan geliniyor olmasıydı! Owen’ın açıklaması bizi uzuvlu canlılarla sınırlandırırken Darwin’in açıklaması uzvu olmayan balıkları da inceleme gereksinimi doğuruyordu.
Uzuvlarla yüzgeçlerin bariz benzerlikleri yoktur. Hatta Owen’ın “bir kemik-iki kemik-çok sayıda ufak kemik-parmaklar” şeklindeki kalıbına da uymaz. Biri hariç! Akciğerli balıklarda omuzla birleşen tek kemik (humerus) bulunur. Fosil olarak bulunan Eusthenopteron balığında da “bir kemik-iki kemik” prensibi bulunur.
İçimizdeki Balık, Neil Shubin, Çev. Aysun Yavuz, NTV Yayınları, 2010, 260 s.