İnsan, evrenin soyutlanamaz bir parçasıdır. Yaşadığı evrende insan, ‘yalnız’ ol(a)mayandır. İnsanın hayvan dostlarıyla ortak özellikleri olduğu kadar -belki de- en ayırıcı özelliği, dil yetisidir. İnsanın sembolik ve soyutlama düzeyindeki dil yeteneği iletişim kurabilmesine ve bu iletişim kurma yetisi de toplumsallaşmasına neden olmuştur. Aristoteles’in ifadesiyle insanın siyasal bir hayvan olması onun toplumsallığına işaret eder.
İnsanın toplumsallığı bir başka deyişle siyasallığı kendi eylemleri üzerinde bir takım tasarruflarda bulunmasını zorunlu kılmıştır. Çünkü insan tek başına, kendi kendisiyle toplumsallaşamaz. Kendisinden başkasıyla toplumsallaşır. Bir başka deyişle, insan, ancak başka insanların eylemleri aracılığıyla toplumsallaşan ve sosyalleşendir. Adına ister sosyalleşmek deyiverin ister toplumsallaşmak, özünde insanın iletişimi kendisinden başkasına yönelir. İletişimleriyle anlatır, dinler, açıklar, betimler, tanımlar, tarif eder, paylaşır, okur, yazar, söyler, dans eder, çalgı aleti çalar, eyler… İnsan, sembolik dil yetisiyle iletişim kurabildiği içindir ki bilgiyi üretir, ürettiklerini paylaşır ve yayar. Tarih sahnesine çıktığı andan itibaren iletişiminin ‘iletişim araçları’ değişse de maksadının değişmediği aşikârdır. Duman, güvercin, ulak, papirüs, kâğıt, kalem, telgraf, mektup, televizyon, radyo, bilgisayar, eposta, internet vb. insanın kendi aklıyla icat ettiği iletişim araçlarının varlık sebebi yine ‘iletişimdir’. Hal böyle iken değişse de teknolojisi, kitle iletişim (sosyal medya) araçlarıyla aracı kılınan iletişimin maksadını bir parça sosyolojinin kuram ve kavramlarıyla ele alıp zenginleşelim.
İletişimin/iletişim araçlarının ‘propaganda ve hegemonik’ yorumu
Harold D. Lasswell, “Kim, kime, hangi araçla ve nasıl bir etkiyle ne söylüyor?” ifadesiyle iletişim araçlarıyla sesli ya da görsel olarak kitlelere sunulan iletileri/düşünceleri “propaganda” kavramıyla ele alır. Dolayısıyla iletişim araçlarıyla kitlelere gönderilen iletiler, birer propagandadır, yani yayılacak bir mesajdır. Lasswell’in görüşleri “dünyanın kıyıcı savaşları” sırasında vuku bulmasından olsa gerek o, kitle iletişim araçlarını fazlasıyla olumsuzlar. Lasswell, iktidarın kitle iletişim araçlarını (günümüzün bilindik kavramıyla sosyal medya araçlarını) kontrol etmesine işaret ederek insanların sadece güç sahibi otoritenin istediği iletilere maruz bırakılmasını “hipodermik şırıngaya” benzetir. Günümüz gazeteciliğinden örneklersek birbirinden bağımsız gibi görülen 10 farklı gazetenin aynı manşetle piyasaya sürülmesi, bilinçlere zerk etmektir.
Güç sahibi otoritenin mesajlarına ve hatta iletişim üslubuna maruz bırakılan (adeta bombalanan) insanların mevcudiyeti, A. Gramsci’nin “hegemonya”sını’da haklı çıkartmaktadır. Bu açıdan sosyal medya gibi iletişim araçları, sembolik dili kullanma yetisiyle övülen insanın, başkalarını baskı altına alarak üstünlük sağlama alanı olmuştur. Bir olumsuzlama da L. Althusser’den gelir. İnsanın doğal ve gayet masum görülen iletişim kurma eylemi, sosyal iletişim araçlarıyla kitlelere yöneldiğinde “devletin baskı ve ideolojik aygıtları” arasında konumlanır. Adı ister hipodermik şırınga, ister hegemonya ya da ideolojik aygıt olsun otorite sahiplerinin tekelinde servis edilen içerikler (manşetler, programlar, yayınlar, haber metinleri gibi) Harold D. Lasswell’in kitle iletişim araçlarına atfettiği propaganda yaklaşımını doğrular niteliktedir. Sosyal medya platformlarında yahut iletişim araçlarıyla özellikle seçim zamanlarında kimler ne söylüyor, neyi yayıyor? Düşünmeye değmez mi? Ne dersiniz?
İletişimin/iletişim araçlarının ‘sınırlı etkiler’ yorumu
Harold. D. Lazarsfeld, “sınırlı etkiler” yaklaşımıyla iletişim araçlarıyla kitlelere sunulan mesajların sanıldığı gibi bir etkisinin olmadığı görüşüyle propaganda yaklaşımına karşı antitezini oluşturur. Lazarsfeld, ABD’deki seçimlerde seçmenlerin oy verme davranışı üzerine bir çalışma yapar. Ona göre medyanın -bize göre sosyal medyanın- sanıldığı gibi uzun salınımlı bir etkisi yoktur, sınırlı bir etkisi vardır. Yüz yüze kurulan iletişimlerin, seçimlerimizi, düşünce ve eylemlerimizi yönlendirmekte olduğu daha çok önemsenir. Bu açıdan sosyal medya araçlarıyla ulaştırılan iletilerin ne kadarı kitlelerin düşünce ve eylemlerini yönlendiriyordu? Yönlendirmenin etkisi, insanlar üzerinde ne kadar sürüyordu? Milyon tane takipçisi bulunan kişiler, takipçilerinin hepsini aynı derecede mi etkiliyordu? Bu türlü bir kıyas, yüz yüze kurulan iletişimin gücünü düşünmek için yeterli görülebilir. Düşündünüz mü?
İletişimin/iletişim araçlarının ‘çoğulcu ve 4. kuvvet’ yorumu
Sembolik dili kullanma yetisiyle övülen insan, kendisini-düşüncelerini ifade etmenin bir yolunu her daim bulmuştur. Sosyal medya araçları da bu yollardan sadece bir tanesidir. Bu açıdan sosyal medya araçları, her bireyin düşüncesini ifade ettiği bir “düşünce pazarı”dır. Bu pazarda, sadece güç sahibi otoritenin sazı da çalın(a)maz. Çünkü orada herkes vardır. Tez de vardır, antitez de. Evrim yoktur diyen de, evrim vardır diyen de aynı ağda mevcudiyetini gösterir. Aynı pazarda bilim de vardır, bilim dışı safsatalarda… Orada mizah da vardır, kara mizah da. Sanat da vardır, felsefe de. Savaş da vardır, barış da. Üstelik sosyal medyanın kendisi, toplumu yansıtan net bir aynadır. Serbest düşünce pazarı olarak atfedilen sosyal medyada, adeta iletişim araçlarının kullanıcıları tarafından kamu yararına bir tür denetleme ve kontrol görevi icra edilir. Kitle iletişim araçları -bir başka deyişle sosyal medya araçları-, bir tür 4. kuvvet olarak “çoğulcu yaklaşım” savıyla karşımızda durur. Sosyal medya, hem baskı kurmanın hem de düşüncelerin özgür dolaşımının aracısıdır dersem sembolik dili kullanma yetisiyle övülen insanın diyalektiğine de hoş gelmişsinizdir. Hoş geldiniz.
İletişimin/iletişim araçlarının ‘kullanımlar ve doyumlar’ yorumu
Kitle iletişim araçlarının insanlara ne yaptığını değil de insanların bu iletişim araçlarını ne amaçla kullanıldığına bakılmasına işaret eden E. Katz’ın yorumu, bir nebze olsun gönüllerimizi ferahlatdır. Katz’ın “kullanımlar ve doyumlar” yaklaşımına göre yalnızlık duygularımızı hafifletmek, kendimizi önemli hissetmek, bilgi edinmek, eğlenmek gibi pek çok psikolojik, sosyolojik ve ontolojik gerekçeyle iletişim araçlarını kullanarak aslında geçmişte ne yapıyorsak onu yapmaya devam ediyoruz. Bir nevi sosyal medyanın #hashtag’leri sayesinde iletişim kurarak toplumsallaşıyoruz. Yaz ve tıkla. Paylaş ve rahatla. #hashtag’lerle daha büyük öfkeli çatışmalar sünger gibi emilmektedir. #hashtag’ler, L. Coser’in deyimiyle toplumun “emniyet supaplarıdır”.
Kimi durumda #hashtag’ler, kitlelerin gazını almaktan ziyade onları gaza getirmekte ve kontrol edilemez tepkilerin ayyuka çıkmasının da sebebi olmaktadır. Sosyal medyanın platformlarında bile isteye katkı sağladığımız imza kampanyalarına, kınamalara, lanetlemelere, tebriklere, teşekkürlere, kutlamalara bakacak olursak insanın -sanıldığının aksine- kitle iletişim araçlarının karşısında pasif değil pekâlâ aktif olduğunu söyleyebiliriz. Kitle iletişim araçlarıyla iletilen içerikler, aynı zamanda kullanıcıları tarafından yorumlanıyordur. Ortada yorumlayan bir insan olduğuna göre düşünen bir insan da var demektir. Eh, ne de olsa insan, düşünendi. Kimin hangi içeriği nasıl yorumladığı, kişinin zekâsının ne derece kristalize olduğu ile ilişkilendirilir artık.
İletişimin/iletişim araçlarının ‘Marksizme’ göre yorumu
Sosyal medyada insan toplumsallaşırken bu toplumsal ilişkinin içinde ekonomik ilişkilerin olduğu göz ardı edilemez. Dolayısıyla insanın kendi icat ettiği iletişim araçları aynı zamanda üretim araçlarındandır. Marksist bir yorumlamayla kitle iletişim araçları, ekonomik ve toplumsal üretim araçlarının ta kendisidir. T.W. Adorno’nun “kültür endüstrisi” kavramıyla (teknolojik) iletişim araçlarının tamamını “ekonomik açıdan birer üretim aracı” olarak değerlendirebiliriz, demektir. Sanal ve sosyal iletişim grupları F. Tönnies’in kavramıyla “sanal cemaatler” de ‘toplumsal açıdan birer üretim aracıdır. İnsanoğlunun düşündüklerini iletme (iletişim) yetisi onu bir taraftan toplumsallaştırırken aynı yeti, ekonomik ve toplumsal üretim faktörlerini oluşturmaktadır. Hem üretimin hem tüketimin en önemli öğesi reklamlar, Adorno’nun deyimiyle, kültür endüstrisinin yaşam iksirlerindendir. Kitle iletişim araçlarıyla sunulan ve karşımıza çıkarılan reklamları bir düşünelim. Kitle iletişim araçlarıyla toplumsallaşan insanlara sunulan reklamlar, bir taraftan kapitalizmi meşru kılarken diğer taraftan egemen sınıfın varlığını pekiştirir. Kitle iletişim araçlarının kullanıcılarının karşı karşıya bırakıldıkları reklamlar, şimdi Lasswell’in propaganda yaklaşımı kadar masum mudur? Hegemonya mıdır? Hipodermik bir şırınga mıdır? Kitleleri yönlendiren egemen bir sınıf var mıdır, yok mudur?
Kitap-imza reklamları, bağış toplama reklamları, seminer-konferans reklamları… daha masumane bir tabirle duyurular (ticari tabiriyle sponsor bağlantılar) ne içindir? Tüketmek, tükettirmek için olamaz mı? Tüketmek de insanın bir tür iletişim biçimi olamaz mı? Pekâlâ olur. İletişim kuruyorsak tüketiyoruzdur. Kapitalizme bir göz kırpalım mı?
İletişimin/iletişim araçlarının ‘post-yapısalcı’ yorumu
M. Faucault’un post-yapısalcı yaklaşımıyla iletişime konu edilen “söylemler”, dünyayı kavrayışımızın ta kendisidir. Bilhassa sosyal medya araçları üzerinden kurulan yahut bize sunulan iletişim/söylem biçimleri (emojiler, ikonlar, logolar… vb) dil yetisiyle övülen insanın aynı zamanda kavrayışını da biçimlendirmektedir. A Touraine’nin deyimiyle programlanıyoruz. Programlanmış bir toplumun inşasında hegemonik söylemler, reklamlar, propagandalar elbette kaçınılmazdır. Dış güçler, yerli ve milli, beka, adalet, vizyon gibi söylemlerin kimler tarafından ne sıklıkta söylendiği bu açıdan yorumlanabilir. Söylemlerle programlanan bireyler ve bu bireylerin oluşturduğu toplumsal bir düzenin unsurlarını düşünmeye değmez mi yoksa?
İletişimin/iletişim araçlarının ‘post-modern’ yorumu
J. Bauldrillard’in post-modern yaklaşımıyla kitle iletişim araçları -bize göre sosyal medya araçları- kullanıcılarına simüle edilmiş bir dünya yaratmıştır. Simüle edilmiş dünyanın “metalaşmış bir kültürü” vardır artık. Saygınlık, statü elde etmek için eğitime ihtiyacınız yoktur. Çünkü göstere göstere göstergelere dayalı gerçeküstü bir dünyadayızdır. Sosyal medyanın gerçeği, bilgi değeri taşıyan içerik/ileti ile eğlence arasındaki farkı, fazlasıyla silik hale getirmiştir. Tozlu sanal habitatın içinde gözlüklerle bakmak da çoğu kez faydasızdır. Gerçek ile sahte arasında sıkışmış -Bauldrillard’ın deyimiyle- “sessiz yığınlarızdır”. Kitle iletişim araçlarından gösterilen ontolojik bir sosyallikten ziyade simüle edilmiş bir sosyalliktir. Sembolik dili kullanabilme yetisiyle övülen insanın siyasal bir hayvan olma özelliği, içinde yaşadığımız yüzyılda “göstergelere” indirgenmiştir artık. Sosyal medyanın vitrinlerinde ne kadar çok yardımsever, ne kadar çok becerikli bir doktor, ne kadar çok çalışkan bir öğretmen, ne kadar çok vatansever olduğumuzu, ne kadar doğru tespitlerde bulunduğumuzu ve adeta önemli, şanlı, akil insan olduğumuzu “göstere göstere” gösteriyoruzdur. Milyon tane takipçi sayısını, iletilerin beğenilme sayısını, tarafımıza yapılan övgülerin kimlerden geldiğini, medyatik popüler kişilerle birlikte çekilen fotoğrafların paylaşılmasını elbette önemsiyoruz. Çünkü yalnız olamıyoruz, göstermeden duramıyoruz. Neden? Çünkü iletişim kurarak toplumsallaşıyorduk. Ve bu toplumsallığın içinde insanın kendi elleriyle inşa ettiği statü, saygınlık, sınıfsallık derinleşmiyor muydu yoksa?
Sözün sonu
Sembolik dili kullanma yetisiyle övülen insan, soyutlama yapar, yani düşünür. Düşünen insan, iletişim kurar. İletişim kuran insan, toplumsallaşır. Toplumsallaşan insan da hem üretir, hem tüketir. Üreten ve tüketen insan, günü gelir sistemli yapılar inşa eder. Günü gelir, inşa ettiği yapıları yıkar, yeniden inşa eder. Biteviyedir. Döngüsü, sarmaldır.