Ana Sayfa Bilim Gündemi ‘Australopithecus sediba’ Homo cinsinin atası mıydı?

‘Australopithecus sediba’ Homo cinsinin atası mıydı?

1635

Güney Afrika’daki Malapa lokalitesi insan atası fosilleri bakımından Afrika’nın en zengin lokalitelerinden biri. Bu lokalitenin bütün dünyada ünlü olması sağlayan ise Lee Berger ve ekibinin 2008 yılının Ağustos ayında keşfettikleri ve 2010 yılında Science dergisinde yayınlayarak duyurdukları Australopithecus sediba insan atası. 2011 yılında ise araştırmacılar aynı türe dair yeni keşifleri yine Science dergisinde yayınlamışlardı. Bilim ve Gelecek dergisinin 92. sayısında bu keşfin insan evrimi bakımından önemini yazmıştım. Bu fosil insan hakkında tekrar bir yazı yazmamın nedeni ise Science dergisinin geçen ay (12 Nisan 2013) 340. sayısını Au. sediba’ya ait yeni keşifleri ve analizleri duyuran yayınlara adamış olması. Au. sediba araştırmacı Lee Berger ve ekibi tarafından ilk duyurulduğunda paleoantropoloji çevresi tarafından şüphe ile karşılanmıştı, çünkü Berger Au. sediba’nın Autralopithecus cinsinden Homo cinsine evrimsel değişimde temel bir rol oynadığını iddia etmişti. Australopithecus ve Homo cinsi arasında anatomik özelliklere sahip olan bu Güney Afrikalı türün insanın soyağacındaki evrimsel yeri yeni keşifler ile daha da sağlamlaşmış görünüyor.

Şekil 1: Sediba’nın bulunan fosillerinden yola çıkılarak kurgulanan rekonstrüksiyonu (Berger, 2013). Sol baştan, minyon tipli bir kadın modern Homo sapiens, ortada Au. sediba ve sağda erkek bir şempanze. Bu karşılaştırmada Au. sediba’nın vücut iskeletinin şempanzeden daha çok Homo cinsine yani insana benzediğini görebilirsiniz. Özellikle kalça kemiği, kol ve bacak kemiklerinin uzunlukları ve el anatomisi insana çok benzer. Bununla birlikte göğüs kafesi insanda silindirik iken Au. sediba’da koni şeklinde daha farklı bir biçimde.

Daha önceki çalışmalarda vurgulanan önemli noktaları kısaca hatırlayalım. 2010 yılındaki çalışmada Au. sediba’nın bulunduğu tabaka ağır metallerden uranyum merkezli yapılan yaşlandırma metodu ile 1,78 ile 1,95 milyon yılları arasına tarihlendirilmişti, ancak 2011 yılında çözünürlüğü daha yüksek yaş analizleri 1,977 ve 1,98 milyon yılları arasında bir jeolojik tarihi önerdi. Malapa lokalitesinden biri yetişkin olmakla birlikte üç farklı bireye ait buluntular tanımlanmıştı. Bu buluntular yeni bir tür -Au. sediba- adı ile sunulmuş olsa da uluslararası paleoantropoloji camiası taksonomik durumuna temkinli yaklaşmıştı. Bu türün Au. africanus’un tür içi varyasyon aralığında yer alabileceği öne sürülmüştü, yani Au. africanus’un bir coğrafik varyasyonu olabilirdi. Ayrıca erkek bir bireye atfedilen Au. sediba’nın erkek mi dişi mi olduğu da tartışmalıydı. İkinci öneri ise Au. sediba’nın Homo cinsine ait bir tür olma ihtimali. Ünlü paleoantropologlardan Don Johanson bu fosilin Homo cinsinin bir üyesi olabileceği olasılığı üzerinde durulması gerektiğini açıklamıştı. Diğer bir sorun ise bu kadar türemiş özelliklere sahip ve Homo cinsine evrimsel olarak yakın olan tür ile birlikte herhangi bir taş alet kalıntısına rastlanmamış olması. Bilindiği gibi Homo cinsinin ürettiği düşünülen en eski taş aletler Doğu Afrika’da (Etiyopya’da) keşfedildi ve yaklaşık 2,6 milyon yıl öncesine tarihlendiriliyor. Homo cinsinin Güney Afrika’da mı yoksa Doğu Afrika’da mı ortaya çıktığı uzun süredir araştırmacılar arasında tartışılıyor. Güney Afrika’da çalışan araştırmacılar Au. africanus’tan türeyen bir atasal potansiyelin Homo cinsine atalık ettiğini düşünürken Doğu Afrika’da çalışanlar Au. afarensis’ten türeyen Au. garhi’nin Homo cinsine giden yolda olduğunu iddia ediyorlar.

Science dergisinde yayınlanan yeni çalışmalar altı ayrı önemli makaleden oluşuyor. Bunlar dişler, çene, kol ve bacak kemikleri, omurga ve göğüs kafesine ait fosil kalıntıların ayrıntılı analizlerinden oluşmakta. Dişlere ait morfolojik analizler Au. sediba’nın Doğu Afrikalı Australopithecus türlerinden Güney Afrikalı olan Au. africanus’a evrimsel olarak daha yakın olduğunu göstermekte. Aynı zamanda bazı diş özellikleri Homo cinsi ile benzer. Berger Güney Afrikalı Australopithecusların (Au. africanus ve Au. sediba) Doğu Afrikalılardan daha farklı bir grup oluşturduğunu ve bu grubun Au. afarensis’ten evrimleşmediğini düşünüyor. Au. sediba’ya ait çene kemiği ve kafatası üzerinde yapılan çalışmalar onun Au. africanus olmadığını kanıtlıyor ve bu anlamda taksonomik pozisyonunu sağlamlaştırıyor. Ayrıca çene kemiğinin özellikle erken Homo türlerininkine (Homo habilis, Homo rudolfensis ve Homo erectus) benzer oluşu ise onun daha türemiş bir tür olduğunu da belirginleştiriyor.

Şekil 3. Au. sediba’nın MH1 ve MH2 buluntularına ait kol, kürek ve köprücük kemiklerine ait fosiller. MH1 buluntuları arasında dirsek kemiğinin, üst kol (pazı) kemiği ve köprücük kemiğinin bir parçası. MH2 buluntuları arasında ise dirsek kemikleri (ulna ve radius), üst kol (pazı kemiği), kürek kemiği, köprücük kemiği ve yine bu tür kemiklere ait parçalar gösterilmiş.
Au. sediba’ya ait boyun, sırt, bel ve kuyruk sokumu omurları bu türün Homo cinsi ile aynı sayıda omurlara sahip olduğunu kanıtlıyor. Bununla birlikte bu omurların morfolojisi Au. sediba’nın Homo cinsine göre daha uzun ve mekanik olarak esnek bir bele sahip olduğunu gösteriyor. Au. sediba’nın bacak kemikleri ise onun ne çeşit bir dik yürüme hareket biçimine sahip olduğuna dair çok özel bilgiler veriyor. Topuk, ayak tarak kemikleri, diz, kalça ve bel bölgesi onun dik yürüdüğünü kanıtlıyor, ancak Homo cinsi kadar yetenekli olmadığı da aşikar. Son buluntular Australopithecusların farklı dik yürüme biçimlerine sahip olduğunu öneriyor. Bu grup henüz ağaç yaşamına bağlı ancak belli süreler karada dik yürüyebiliyordu. Homo cinsi ise Australopithecuslardan farklı olarak daha çok yerde yaşayan ve zorunlu dik yürüme hareketine sahipti. Bilim ve Gelecek dergisinin 99. sayısında yayınlanan geçen yıl Etiyopya Middle Awash bölgesinde Burtele lokalitesinde keşfedilen insan atasının ayak iskeleti onun diğer Australopithecus türlerinden farklı bir dik yürüme biçimine sahip olduğunu öneriyordu. Au. sediba’nın özellikle alt uzuvlarının anatomisi bu türün muhtemelen Homo cinsine en yakın dik yürüme biçimine sahip olduğunu öneriyor.

Au. garhi mi Au. sediba mı?

Au. sediba’nın Australopithecuslar ve Homo cinsi arasında evrimsel değişimde rol alan tür olduğunun iddia edilmesinden yaklaşık olarak 10 yıl önce Middle Awash (Etiyopya) lokalitesinde keşfedilen Au. garhi, Tim White ve ekibi tarafından Au. afarensis ve Homo cinsi arasında ortak morfolojik özelliklere sahip olan tür olarak aday gösterilmişti. Au. garhi’nin bulunduğu tabaka yaklaşık olarak 2,5 milyon yıl öncesine tarihlendirildi. Bu tarih Au. sediba’nın bulunduğu tabakanın yaşından  5 milyon yıl daha yaşlı. Kronolojik olarak Homo cinsine ait en eski fosil buluntusu ise 2,4 milyon yıla tarihlendirildi. Bu fosil Chameron (Kenya) lokalitesinden biliniyor. Ayrıca Etiyopya’da ünlü Hadar lokalitesinden de 2,33 milyon yıl öncesine tarihlendirilen Homo cinsine ait fosiller keşfedildi. Bu fosiller Australopithecuslardan farklı olarak daha büyük beyin hacmine ve bununla birlikte dairesel bir kafatası biçimine, daha dar azı ve küçük azı dişleri ile karakterize idiler. Moleküler genetik çalışmalar insan evriminde çene ve kafatasında bulunan çiğneme kaslarının zayıflamasına neden olan ve dolayısıyla kafatasının gelişim evrelerinde daha da büyümesine olanak sağladığı düşünülen (MYH16 geninde meydana gelen) genetik değişimin yaklaşık olarak 2,5 milyon yıl önce gerçekleştiğini önerdiler. Bu genetik değişim tam da Au. garhi’nin yaşadığı, Homo cinsinin ilk ortaya çıktığı ve taş alet üretiminin başladığı döneme denk geliyor.

Homo cinsinin evrimsel olarak ortaya çıkışını fosillerin morfolojik özellikleri dışında karakterize eden ikinci en önemli kanıt kültürel buluntulardır. İlk Homo türlerinin bıraktığı tek kültürel kalıntılar ise taş aletler. En eski taş alet kalıntıları 2,6 milyon yıl öncesine tarihlendirilen Gona (Etiyopya) lokalitesinden biliniyor. Ayrıca Gona lokalitesinde taş aletler ile birlikte bulunan antilop kemikleri üzerinde taş alet izlerine de rastlandı. Bu izler 2,6 milyon yıl önce Homo cinsinin üyelerinin taş alet kullanarak beslendiğini gösteriyor. Bununla birlikte 2,6 milyon yıl önce Doğu Afrika’da taş alet üreten ve bu aletleri kullanarak beslenen atalarımızın varlığına dair bilgiye sahip iken 1,9 milyon yıl öncesine tarihlendirilen Güney Afrikalı Au. sediba’nın Homo cinsine atalık ettiğini düşünmek için daha fazla kanıta gerek olduğunu düşünüyorum.

Şekil 4. Australopithecusların kronolojik ve bölgesel dağılımı. Bu şekilde sadece erken homininler ve australopithecuslar gösterildi, Homo cinsi dahil edilmedi. En erken hominin (dik yürüyen insansı) fosillerine yaklaşık olarak altı ile yedi milyon yıl arasında Kuzey ve Doğu Afrika’da rastlanıyor. 4,4 milyon yıl önce Ardipithecus ramidus türünden Australopithecus anamensis türüne evrimsel bir değişimin gerçekleştiği de genel olarak kabul görmekte. Bu dönem ilk Australopithecusların ortaya çıkışını karakterize ediyor. Australopithecuslar dik yürüme, görece küçük beyin hacmi, büyük ve güçlü çene ve buna göre küçük beden büyüklükleri ile belirginler. Birçok paleoantropolog ve arkeolog Australopithecusların taş alet üretebildiğini düşünüyor, ancak insan atası ve taş aletlerin aynı lokalitede birlikte bulunduğu dönem Homo cinsi ile başlıyor. Bu durum yani taş alet ve Australopithecuslara ait iskelet kalıntılarının birlikte bulunmayışı elbette Australopithecusların alet üretemeyeceklerini göstermiyor. Muhtemelen Australopithecuslar Homo cinsi kadar pratik ve sofistike alet üretemiyorlardı, ancak basit düzeyde bir hammaddeye fonksiyonel biçim verip kullanıyor olmalıydılar. Şekilde görüldüğü gibi özellikle üç ve bir milyon yıllar arasında Güney ve Doğu Afrika’da birden fazla tür aynı dönemde bir arada bulunuyor. Bu onların bir arada yaşadıklarının kanıtı. Şekilde yer almasa da Homo cinsinin yaklaşık olarak 2,4 milyon yıl önce ilk taş aletlerin bulunmasına paralel olarak ortaya çıktığını biliyoruz. Bu durumda Australopithecuslar sadece kendi cinsinin türleri ile değil aynı zamanda Homo cinsinin üyeleri ile de bir arada yaşıyorlardı. Bu benzer türler birbirleri ile aralarındaki yaşam savaşını minimuma indirmek için farklı beslenme biçimlerine yönelmişlerdir. Özellikle robust yani iri yapılı Australopithecuslar (Au. aethiopicus, Au. bosei ve Au. robustus) daha fazla sert otlarla ile beslenme uyum sağlamışlar. Bu nedenle sert otları öğütebilmek için çok büyük dişlere ve güçlü, masif çeneye sahipler. Bu özellikleri onların yüksek derecede çiğneme gücü oluşturmalarını sağlıyordu. Bu iri yapılı türlerin dişleri üzerinde yapılan microwear (mikro-aşınma) yani yedikleri yiyeceklerin dişler üzerinde bıraktığı mikro çiziklerin ve çöküklerin analizleri onların çok sert otlar ile beslendiğini gösteriyor. Diğer grup ise narin yapılı Australopithecuslar: Au. afarensis, Kenyanthropus platyops, Au. bahrelghazali, Au. africanus, Au. sediba ve Au. garhi. Bu türler daha çok omnivor (hepçil) yani hem ot hem de fırsat buldukça yüksek protein barındıran hayvansal ve böcek içeren besinler ile besleniyorlardı. Homo cinsinin üyeleri (Homo habilis, Homo rudolfensis ve Homo erectus) ise bütün bu türler içerisinde yerde yetenekli bir biçimde dik yürüyerek daha uzun mesafeler hareket edebilecek bir vücut anatomisine sahiptiler. Bu nedenle onlara göre daha kısa sürelerde daha uzun alanı tarayıp besin bulma şansları vardı. Ayrıca daha sofistike taş alet üretme ve kullanma yeteneğini de eklersek protein değeri yüksek besinlere ulaşmada daha başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Şekil Craig Stanford, John Allen ve Susan Anton’un yazdığı Biological Anthropology (2013, 3. Baskı) kitabından değiştirilerek alınmıştır (Sayfa: 316).

KAYNAKLAR
1) L. Berger, 2013, “The Mosaic Nature of Australopithecus sediba”. Science 340:
163-164.
2) Science dergisinin Au. sediba’nın yeni buluntularına adanan 340. sayısında yer alan Williams et al., De Silva et al., Irish et al., Churchill et al., Ruiter et al. ve Schmid et al. yazarlarına ait ilgili makaleler.
3) Link: http://www.sciencemag.org/content/340/ 6129/ 163.full
4) F. Kaya, 2011, İnsanın evrim ağacında yeni bir fosil tür: Australopithecus sediba. Bilim ve Gelecek, Sayı 92.
5) F. Kaya, 2012, İnsan evrimindeki önemli basamakların nedenleri: Neden dik yürüme, büyük beyin ve kılsız beden?, Bilim ve Gelecek, Sayı 95.

Kaynak:Bilim ve Gelecek, Sayı:111, Mayıs 2013, s.36-39