Iréne Némirovsky’yi bilir misiniz? Ben Can Yayınları’nın Kısa Modern serisine kadar adını hiç duymamıştım. 1903’te Kiev’de doğan yazar genç yaşında, 1942’de Auschwitz toplama kampında hayata veda etmiş,Türkçede yayımlanan birkaç eseriyle de bizlere selam etmekteymiş meğer. Aile Bağları, şimdiki çocukların pek çoğunun bilemeyeceği ama bir zamanların orta sınıf ailelerinde kardeşleriyle büyüyen pek çok çocuğun okurken hissedeceği detaylarla bezeli uzun öyküsü Némirovsky’nin. Kimi zaman aynı yatakta yattığınız, kimi zaman beşiğini salladığınız kardeşiniz zaman içinde size çok yakın olabilir, şanslıysanız… Kimileri ise yıllar geçtikçe öyle uzak düşer ki, en iyi oyun arkadaşının nasıl da bir yabancıya dönüştüğünü anlayamaz. Tabii ki kardeşiniz en yakınınızdır ama bunun da bazı olumsuz yönleri olabilir, kusurlarını en iyi bildikleriniz en yakınınızdakilerdir. İşte Aile Bağlarıözellikle kardeşler arasında değişen, dönüşen ilişkileri temel alan sade, gösterişsiz ama etkileyici bir öykü.
Üçü erkek, dört kardeşin her Pazar aile yemeğinde bir araya geldikleri anne evleri, hem kendileri hem de eşleri için sıkıcı, boğucu zamanlardır. Ancak hiç biri de “görev icabı” yapılan bu toplantılara sırt çevirme cesaretini gösteremez. Annenin çocuklarını hȃlȃ eskisi gibi, “yemeğini ye, kardeşinle iyi geçin” komutlarıyla yönlendirip koruyabileceğini düşünmesine rağmen, artık birer yetişkin olan evlatları için bu buluşmalar katlanılıp geride bırakılması gereken mecburi birlikteliklerdir. Bir gün annelerinin hastalanması ile bu rutin de değişime uğrayacaktır. Her evlat, bir yandan çocukluğuna dönüp – şimdi bu kadar uzak oldukları kardeşleriyle sanki hiç ayrılmamışlar gibi kenetlenerek – geçmiş günlerin ortak tanıdıklarını konuşurken, diğer yandan da kendi hayatlarına, ailelerine, eşlerine olan uzaklıklarını sorgulayacaklardır. Kardeşler arasındaki gerginliğin yok olsa ve ortak bir endişede birleşen çocuklar kendilerini eski günlerdeki gibi hissetse de bu birliktelik ne kadar sürebilir? Demestre ailesinin üyeleri, anneleri Anna’nın evinde yeniden hiç ayrılmamış gibi bir birlik hissettiklerinde şimdiki hayatlarının merkezinde olduğunu düşünen eşleri ayrı bir huzursuzluğa düşer. Bu açıdan baktığımızda, kadınların sahipleniciliği ve kimi zaman erkeklerin farkında olmadığı bazı detayları da ele alır Némirovsky: “Birbirlerine güvenle gülümsediler. “Kadınlara” diye daldı Augustin, “güvenebilmek imkânsız. Şunları, şu anıları bile açgözlülükle dinlerler, sevdikleri adamın geçmişine dair her bir kırıntıydı toplar, kendileri ile ilgili olup olmamasına göre ya benimser ya da sonsuza dek yadsırlar: “Bu beni tanımadan önce miydi? Bu bizden sonra mı oldu?” Gerisi yoktur. Erkeklerin hayatı, kadınların onlara ele geçirdiği gün ve anda başlamalıdır.”
Annenin hastalığı ve ölümüne dair bekleyiş sürerken, ailenin küçüğü Alain, kardeşlerinden istediği borcu yeni bir işe atılmaktan ziyade metresinin peşinden ülkeyi terk etmek için istediğini itiraf eder. Daha önce bu işe yanaşmayan ağabeyleri onun çaresizliğine, istediği hayatı yaşayamayışına üzülür, yardımcı olmak isterler. “Hayatımızı fena ıskaladık… Zaten sırf yaşayarak bile ıskalamaya devam ediyoruz.” diye düşünür her biri.Ancak herkesin hayatının içinde mecburiyetleri, sorumlulukları ve esaretleri vardır. Kim bir başkasının sorumluluklarını onun yerine sırtlanabilir ki? Ölüm fikrinin yaklaştırdığı vakitte aile bağlarını hatırlayan Albert ve Augustin, tehlikenin hafiflediğini hissettiklerinde aynı şekilde kararlı olacaklar mıdır? Ya onların kendisine tekrar sırt çevirmeleri ihtimali Alain’in içinde nasıl bir isyan yaratacaktır?
Öte yandan anne iyileşmeye başlayınca, bir başka gerginlik daha ortaya çıkar. Zaten boşanmış olduğu için bir nebze de olsa hor gördükleri Mariette’in bundan sonrası için annelerinin yanına taşınmasını önerdiklerinde Mariette itiraz eder: “Ben de varım sonuçta, benim de bir hayatım var, tıpkı sizinkiler gibi.” Bu tür bir vazifelendirme hikâyenin yazılmasının üzerinden 100 yıla yakın bir süre geçmiş olduğu halde ülkemizde de dâhil olmak üzere ataerkil yaklaşımların baskın olduğu toplumlarda sıkça görülür. Malum, hem kadın, hem de boşanmış olduğu için toplumun dışına itilmiş, atıl kalmış görünen ve ancak böylesi bir fedakârlıkla kendini görünür kılan kadınlar alışılagelmiştir. Aksi durumda, kadın asi, saygısız, hürmet göstermeyen yahut nankör sayılacaktır. Peki, ya yıllarını çocuklarına adayan annenin sorumluluğunu kim alacaktır?
Aile ilişkilerini pek çok yönüyle ele alan bu uzun öykü, kimimizin kendi ailesinde, kimimizin de çevresinde görmüş olduğu pek çok hesaplaşmayı hatırlatıyor. Bu öyküyle yazar en yakın hissettiğimize uzaklaşmayı sadelikle anlatırken, sanki kitapların her zaman yanı başımızda olup bizden uzağa hiç düşmeyeceğini fısıldıyor.
Aile Bağları, Iréne Némirovsky, Çev. Ebru Erbaş, Can Yayınları, 2020, 66 s.