Türkiye akademisinin son yıllarda maruz kaldığı erozyonun yıkıcı etkisi tartışılmaz. Bu erozyonun sonuçlarından biri hiç kuşku yok ki vasatlaşma oldu. Sonu olmayan bir niteliksizleşme süreci olarak tanımlayabiliriz bu vasatlaşmayı. Liyakat kurallarını hiçe sayan nepotizm pratikleri, akademik unvanları amiyane tabirle cukkayı doldurma aracı olarak gören zihniyetin serpilip gelişmesi ve elbette trajikomik bir biçimde bilim ve aydınlanma karşıtı bir akademisyen profilinin meşruiyet kazanması da o vasatlaşmanın saç ayakları olarak okunabilir. Erozyonun bir diğer sonucu ise bilgiyi, özellikle de muhalif kimliği, paraya ve şöhrete tahvil etmede uzman, son otuz yıldır var olan liberal bir kesimin giderek daha da fütursuz bir biçimde kendisini ifade etmesi oldu. Bu eğilimi de fonculuk/projecilik olarak niteleyebiliriz. Akademik erozyonun bu iki çocuğu gün geldi birbiriyle kavga etti, an oldu ortaklık kurup işine baktı. Günahlarının niteliği farklı olsa da akademinin içini boşaltmada ikisi de aynı derecede işlevsel oldu, olmaya da devam ediyor. Sonuç olarak, bugün itibarıyla Türkiye’de akademi, vasatlık ve projecilik tarafından istila edilmiş durumdadır ve maalesef bu ikili istilanın parçası olmayan çok az sayıda akademisyen vardır. Bu yazının konusu da işte o akademisyenlerden birine, Seyhan (Erdoğdu) Hoca’ya, armağan edilmiş bir kitap. Hasan Tahsin Benli, Elif Hacısalihoğlu, Denizcan Kutlu ve Güven Savul’un editörlüklerinde hazırlanan Sosyal Politika-İktisat Yazıları: Prof. Dr. Seyhan Erdoğdu’ya Armağan* -sunuş ve önsöz yazıları hariç- on sekiz makaleden oluşan ve Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları’ndan çıkan bir derleme. Çalışmada, ayrıca, Hoca’nın fotoğraflarla zenginleştirilmiş yaşam öyküsünü ve yayınlarının dökümünü de bulabilirsiniz.
Armağan kitap akademide bir gelenektir. Alanında duayen bir akademisyenin resmi emekliliği geldiğinde, onun öğrencisi olmuş meslektaşlarının öncülüğünde çok sayıda makaleden/yazıdan oluşan bir derleme kitap hazırlanır. Burada asıl amaç hocaya olan vefa borcunun birazcık olsun ödenebilmesi olduğundan, ne ölçüde bütünlüklü ve doyurucu bir çalışmanın ortaya çıkacağı genelde tali bir sorun olarak kalır. Sosyal Politika-İktisat Yazıları: Prof. Dr. Seyhan Erdoğdu’ya Armağan‘da bu tür bir sorunla karşılaşmadığımızı belirterek başlayalım değerlendirmemize. Makalelerin Hoca’nın çalışma alanlarıyla da örtüşen dört kategori altında sınıflandırılması, aynı kategorideki yazıların birbirleriyle olan uyumuna mümkün mertebe dikkat edilmesi ve itinalı yazar seçimleri, tali de olsa, armağan kitaplarda sıklıkla görülen bir sorunun daha ortaya çıkmadan çözülmesine yol açmış sanki. Bunu bir editoryal başarı olarak baştan not etmek gerekir.
Kitapta yer alan makaleler “Türkiye’nin Ekonomi-Politiği”, “Sınıf Mücadelesi ve Sendikacılık”, “İş Hukuku” ve “Sosyal Politika, Emek ve Göç” alt-başlıklarında kategorize edilmişler. “Türkiye’nin Ekonomi-Politiği” başlığı altındaki ilk makale Korkut Boratav’ın “Neo-Liberal Dönemde Kur Hareketleri ve Dış Bağımlılık” adlı çalışması. Boratav, her zaman yaptığı gibi, incelikle kullandığı nicel veriler aracılığıyla Türkiye’deki neo-liberal dönüşümü inceliyor. Bunu yaparken döviz kuru ve cari işlemler dengesine odaklanan Boratav, özellikle sanayi sektöründe ortaya çıkan ithalat bağımlılığı sorununa işaret ediyor yazısında. Oğuz Oyan’ın kaleme aldığı ve Türkiye’deki neo-liberal yeniden yapılanmayı anayasal düzen bağlamında tartıştığı Türkiye’de Gelişmeci Anayasal Düzenden İkinci Cumhuriyet’in Anayasasına adlı çalışma da aynı bölümde yer alıyor. Oyan, Türkiye’nin bugünkü siyasi rejimini “başkancı rejim” olarak nitelediği yazısında, Türkiye’nin neo-liberal dönüşümünde artık “tam otokrasi” evresine geçildiğini tespit ediyor ve rejime dayanak olan 2017 yılındaki anayasa değişikliklerini İkinci Cumhuriyet’in Anayasası olarak kodluyor.
Bölümün üçüncü makalesi olan Aziz Konukman imzalı Türkiye’de Sermaye Birikimi Çerçevesinde Yeni Rejimin İnşa Süreci de diğer iki makale gibi neo-liberal dönüşüme odaklanmış bir yazı. Konukman, 15 Temmuz darbe girişiminden günümüze kadar olan dönemi neo-liberal dönüşümün üçüncü evresi olarak tanımlıyor ve bu evreyle birlikte “neo-liberal devlet oluşumunun tamamlandığını” ifade ediyor. Konukman’ın yürüttüğü “bütçe hakkı” tartışmasının altını özellikle çizelim ve gerisini okuyucuya bırakalım. Aynı bölümdeki sıradaki makale ise bana ait. Türkiye’deki egemen sınıflar arası çatışmaları, 1930-32 dönemi özelinde ve zabıt ceridelerine dayanarak takip ettiğim yazıda, o yıllarda yeni doğmuş -bir bakıma da ölü doğmuş- radikal devletçi eğilimi incelemeye çalışıyorum. Yazımın başlığı: Türkiye’de Radikal Devletçiliğin Kısa Hikayesi: Devlet Sanayi Ofisi ve Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası Örnekleri. Bu bölümün son makalesi ise Serdar Şahinkaya’ya ait Yerli Üretim, Sektörel Serencam ve Kimi Örnekler adlı çalışma. Şahinkaya GSMH’nin sektörel gelişimini yerli üretimin seyrini merkeze alarak inceliyor ve imalat sanayinin öneminin altını çiziyor.
Sosyal Politika-İktisat Yazıları: Prof. Dr. Seyhan Erdoğdu’ya Armağa ‘ın ikinci bölümünde yer verilen yazılar ise “Sınıf Mücadelesi ve Sendikacılık” başlığı altında toplanmış. Bu bölümün ilk makalesi Aziz Çelik ve Can Şafak’ın birlikte kaleme aldıkları DİSK’in DGM Direnişi ve Genel Yas Eylemi (1976)-Türkiye Tarihinin En Büyük Siyasi Genel Grevi başlıklı makale. Aynı zamanda kitabın en hacimli metni de olan çalışma itinayla hazırlanmış bir emek tarihi araştırması. Milliyetçi Cephe hükümetini düşürmek ve DGM yasasının çıkarılmasını engellemek gibi amaçlarla yapılan direnişi “Türkiye sendikal hareketinin en büyük doğrudan siyasal eylemi” ve “siyasi hedefi açısından emek tarihinde benzeri olmayan bir eylem” olarak niteleyen yazarlar, hem DİSK’in karar alma sürecini ve eylemi hem de eyleme karşı tepkileri belgelere dayanarak inceliyorlar. Eylemin sol-sosyalist kamuoyu nezdinde yol açtığı tartışmalar, Türkiye işçi sınıfının bu eylem için ödediği bedeller ve elbette eylemin kazanımı -yani DGM yasasının çıkartılmaması- da incelikle işlenen diğer konular arasında. İkinci bölümün bir diğer yazısı ise Atilla Özsever’in İşçi Sınıfı Ne Zaman Ayağa Kalkar isimli makalesi. Çalışmasında 1960-2018 yılları arasında cereyan etmiş ve çoğunluğu işçi sınıfı hareketi temelli önemli toplumsal olayları işleyen Özsever yazısını “ne yapmalı?” sorusuna alternatif yanıtlar üreterek tamamlıyor. Aynı bölümde Gamze Yücesan-Özdemir, Sınıf Mücadelesinde Kritik Bir Uğrak: Sendikal İletişim adlı makalesinde, iletişimin sendikaların kurumsal işleyişinin ötesine geçen bir amaçla ele alınması gerektiğini vurguluyor ve sendikacılığın bitmek tükenmek bilmeyen krizinin aşılabilmesi için ön-şart olan sınıf-sendika-sınıf mücadelesi arasındaki bağın dinamik bir biçimde yeniden kurulmasında iletişimin işlevsel bir araç olarak kullanılabileceğini hatırlatıyor. Kitabın ikinci bölümü Erkan Kıdak tarafından yazılan Uluslararası Örgütlerde İşçi Aristokrasisinin İzleri adlı makale ile son buluyor. Kıdak, sınıf ve sendikacılık tartışmalarında unutulan bir kavramı ve ismi -işçi aristokrasisi kavramını ve Lenin’i- uluslararası sendikal örgütlerin güncel politikaları özelinde yeniden hatırlatıyor. İşçi aristokrasisi yaklaşımı temelinde geliştirilecek politikaların enternasyonalist ve dayanışmacı bir işçi hareketine olan inancı zayıflatma tehlikesine de dikkat çeken Kıdak, işçi sınıfı içerisindeki tabakalar arasındaki farkların giderek silinmeye başladığını vurgulayarak tamamlıyor çalışmasını.
“İş Hukuku” başlığı altında sıralanan üçüncü bölümün ilk makalesi Murat Özveri’ye ait. Barışçıl Toplu Eylem Hakkı adlı çalışmasında Özveri, ikna edici bir biçimde, Türkiye’deki toplu pazarlık sistemini sorguluyor. Toplu iş sözleşmesi hakkının düzenleme, koruma ve barış gibi işçi-işveren çatışmasının önüne geçilmesini hedefleyen işlevlerinin olduğunu ifade eden Özveri, bu işlevlerin dengeli bir biçimde gerçekleşebilmesi için söz konusu hakkın gerçek manada var olması gerektiğinin altını çiziyor. Özveri’ye göre Türkiye gibi, sendika özgürlüğü, sendika bağımsızlığı, sendika seçme özgürlüğü ve sendika çokluğu ilkelerinin işlemediği bir sistemde gerçek bir toplu pazarlık sisteminin varlığından da bahsedilemez. Yazar, bu ilkelerin hayata geçirilebilmesi, dolayısıyla da özgür bir toplu pazarlık sisteminin kurulabilmesi için, işçi sınıfının bedel ödemeyi göze alan bir mücadele örmesi, bir diğer ifadeyle, toplu eylem hakkını devreye sokması gerektiğinin altını çizerek bitiriyor yazısını. Üçüncü bölümün ikinci makalesi olan Toplu İş Sözleşmelerinde Çözüm Bekleyen Sorun: Kapsam Dışı Personel ise Mahsun Turan’ın kaleminden çıkmış. Toplu iş sözleşmesi özerkliğinin sınırlarını masaya yatırarak çalışmasına başlayan Turan, kapsam dışı personelin hukuki durumlarına ve konuyla ilgili farklı görüşlere de yazısında yer vermiş. Yazar, toplu iş sözleşmelerinde giderek daha fazla çalışanın kapsam dışı bırakılmasını, işçileri sendikadan uzaklaştıran, sınıf bilincini olumsuz etkileyen, dahası işçilerin birlikte hareket etme kabiliyetine de zarar veren bir uygulama olarak değerlendiriyor yazısında. Aynı bölümün üçüncü yazısına baktığımızda, yine toplu sözleşme sistemiyle alakalı olmakla birlikte bu sefer işçilerin değil memurların (kamu çalışanlarının) toplu pazarlık deneyimlerini ele alan bir makaleyle karşılaşıyoruz. Ebru Yeşim Sargıcı’nın makalesinin adı Kamu Emekçilerinin Grevsiz Toplu Sözleşme Sistemi. Kamu emekçilerinin sendikal haklarının gelişim sürecine odaklanan çalışmasında Yargıcı, memurlara uygulanan toplu sözleşme sisteminin taraflar, konu ve bağıtlanma süreci yönlerinden genel hukuk ilkelerine aykırılıklar barındırdığının; bunların da ötesinde, grev uygulamasının -zorunlu tahkim sistemi benimsendiğinden- zımmen yasaklandığının altını çiziyor makalesinde. Bu bölümün son yazısı ise Gaye Burcu Yıldız’ın Toplum Yararına Program Katılımcılarının İş Hukuku Açısından Hukuki Niteliğinin Değerlendirilmesi isimli makalesi. Yıldız, çalışmasında, aktif işgücü piyasası politikaları kapsamında yer alan toplum yararına programların dayandığı mevzuatı detaylı olarak inceliyor ve Türkiye İş Kurumu’nun yayınladığı Toplum Yararına Çalışma Programları Genelgesi‘nde yer alan hükümlerin aksine, bu tür programlarda istihdam edilenlerin işçi olarak değerlendirilmeleri, dolayısıyla da işçilerin yararlandığı haklardan yararlanmaları gerektiğinin altını çiziyor.
Kitabın son bölümü olan Sosyal Politika, Emek ve Göç ise beş ayrı makaleden oluşuyor. Akademik Bir Yaşamın Keyifli Yol Arkadaşlığı ve Göç Araştırmaları adlı birinci makale Gülay Toksöz imzalı. Toksöz’ün çalışması farklı coğrafyalardaki göçmen işgücü sorununu toplumsal cinsiyet boyutunu da tartışarak ele alıyor. Seyhan Erdoğdu’yla birlikte yaptıkları ortak çalışma ve deneyimlere de makalesinde yer veren Toksöz’ün yazısı, söz konusu sorunun çözümüne yönelik tavsiyelerle noktalanıyor. Dördüncü bölümün ikinci yazısı olan Türkiye’de Sığınmacıların Temel Refah Hizmetlerine Erişimi ise yine göçmen işgücü sorununu tartışan bir başka makale. Yazar Çağla Ünlütürk Ulutaş, sığınmacıların sağlık ve eğitim gibi temel sosyal haklar ile sosyal yardımlara erişiminde yaşanan sorunlara dikkat çekiyor ve bazı sosyal politika önerileriyle çalışmasını tamamlıyor. Elif Tuğba Doğan’ın Geçmişten Günümüze Latin Amerika’da Göç Dinamikleri adlı çalışması ise göç olgusunun tarihsel arka planını başka bir coğrafya özelinde ele alıyor. Doğan, sömürgecilik dönemindeki göç dinamiklerine de, 21. Yüzyıl’daki göçmen hareketlerine de çalışmasında yer vermek suretiyle bütünlüklü bir tarihsel analiz yürütüyor. Makalenin göç olgusunu dünya kapitalizminin temel yönelimleriyle ilişkilendiren makro ölçekli bir perspektifle yazılması da ayrıca dikkate değer. Kitabın son bölümünde yer verilen bir diğer makalenin başlığı ise Sağlık Harcamaları ve Finansmanı: OECD Ülkeleri ve Türkiye. Gülbiye Yenimahalleli Yaşar ve Jebağı Canberk Aydın imzalı çalışmada, 2013 yılında gündeme gelen Sağlıkta Dönüşüm Programından itibaren Türkiye’deki sağlık harcamalarındaki temel eğilimler ile bu harcamaların finansmanında yaşanan dönüşümler diğer OECD ülkeleriyle ile karşılaştırılmalı olarak tartışılıyor. Yazarlar çok sayıda nicel veriyi de argümanlarını desteklemek üzere başarıyla kullanıyorlar. Tam da bu nedenle, makale, muhalif iddialar toplamı olmanın çok ötesine geçip ayrıntılı ve açık bir sağlık bilançosu dökümüne dönüşüyor ki, çalışmayı övgüye değer kılan da kanımca bu dökümün ustalıkla ifade edilmesinde yatıyor. Covid-19 salgınını yaşadığımız şu günlerde sağlık harcamalarının sınıfsal yönünün başarıyla vurgulanması da çalışmanın bir diğer başarısı olarak hemen göze çarpıyor. Hem bu bölümün hem de kitabın son makalesi ise Serter Oran’a ait. Katı Atık Toplayıcılarının Gözünden Katı Atık Piyasası adlı makalesinde Oran, işçi sınıfının yeni ve alt tabakalarında yer alan bir kesitine, katı atık toplayıcılarına ve onların gündelik yaşam deneyimlerine odaklanıyor. Katı atık toplayıcılığının arkasında türlü hikâyeler olsa da, her hikâyenin açlık, yoksulluk ve istihdam edilememe ortak paydalarında kesiştiğinin altını çizen yazar, sorunu sorunun öznesi olan emekçilerin gözünden çok boyutlu olarak tartıştıktan sonra bu görece yeni istihdam biçimini düzenleyen bir yasal mevzuata duyulan ihtiyaçtan bahsederek çalışmasını bitiriyor.
Sosyal Politika-İktisat Yazıları: Prof. Dr. Seyhan Erdoğdu’ya Armağan‘ın editörleri “…bu kitap kendisine duyduğumuz saygı ve sevginin, ödenmeyecek borcumuzun bir karşılığıdır” ifadeleriyle tamamlamışlar sunuş yazılarını. O halde onlardan masum bir kopya çekerek şöyle tamamlayayım: Öğrenciniz olarak asla ödeyemeyeceğim o borcun çok küçük bir karşılığı da bu olsun, Sayın Hocam.
(*) Kitabı edinmek isteyen değerli okuyucular Mülkiyeliler Birliği’nin web sitesi üzerinden online olarak kitabı satın alabilirler.
Sosyal Politika-İktisat Yazıları:Prof. Dr. Seyhan Erdoğdu’ya Armağan, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, 2020