Alexander Rabinowitch’in 1968 yılında kaleme aldığı Devrime Doğru aslında bir üçlemenin ilk kitabı. Kitap Türkçe’ye 2012 yılında Serpil Pehlivan tarafından kazandırılmış. Rusya’da Şubat ve Ekim devrimleri arasındaki olağanüstü zamanların, bir diğer deyişle, tarihin çok hızlı aktığı bir dönemin hikâyesi anlatılıyor Devrime Doğru‘da. Konu edinilen dönem çok kısa olduğundan, olaylar da son derece detaylı biçimde, deyim yerindeyse gün be gün aktarılıyor okuyucuya. Aktarımın başarılı olmasında yazar kadar -hatta belki ondan daha çok- çevirmen Serpil Pehlivan’ın payının olduğunu mutlaka belirtmeliyiz.
1917 yılının yaz aylarındaki siyasal çatışmaları ele alan çalışma Bolşevikler arasındaki ayrışmaları başarılı biçimde sorunsallaştırıyor. Rabinowitch, Sovyetler Birliği Komünist Parti (SBKP) tezlerinin aksine, Bolşevikler arasındaki strateji farklarının “Nisan Tezleri”nden sonra da önemli ölçüde devam ettiğini ve başarısız Temmuz ayaklanması da dahil olmak üzere sürecin her anında o farklılıkların tespit edilebileceğini ileri sürüyor. Rabinowitch’e göre 1917’nin bahar ve yaz ayları itibarıyla ne Lenin ne de Merkez Komite (MK) parti örgütüne hakim durumda. Petersburg Komitesi ile Tüm-Rusya Askeri Örgütü MK’den özerk hareket edebilen, MK’deki genel eğilime kıyasla genel olarak daha solda duran örgütsel yapılanmalar olarak öne çıkıyorlar. Haziran-Temmuz ayları Askeri Örgüt’ün risk almaya dayanan, özgüveni oldukça yüksek atak hamleleri ile MK’nin daha akılcı, sabırlı ve temkinli yaklaşımı arasındaki rekabetle geçiyor ki, o rekabet aslında kitabın da konusunu teşkil ediyor. Sözü edilen rekabet dolaylı yoldan bir teze daha dayanak oluyor: Haziran ve Temmuz aylarındaki hareketlenmeler SBKP resmi tarihinde ileri sürüldüğü gibi kendiliğindenci değil, esas olarak Askeri Örgüt’ün kısmen de Petersburg Komitesi’nin öncü rolüyle hazırlanmış girişimlerdi. Dahası, özellikle Askeri Örgüt bünyesindeki Bolşeviklerin söz ve eylemlerine bakıldığında bunun bir deneme olmanın çok ötesine geçen -belki de MK’ye rağmen- iktidarı alma hamlesi olduğu iddia edilebilir ki, Rabinowitch’in iddiası da bu yönde.
MK’deki temkinli eğilim sürekli vurgulanmış olsa da, okuyucu, yazarın MK’yi özdeş bir toplam olarak gördüğü yanılgısına düşmemeli. Stalin’in Smilga ile beraber MK’nin sol kanadını, Kamenev ve Nogin’in ise sağ kanadı oluşturduğu kitapta ifade ediliyor. Zinovyev’in ise genel olarak Lenin’e göre tavır aldığı, Lenin denkleme dahil olmadığında ise sağ kanatla beraber hareket ettiği anlaşılıyor. Ancak bu ayrışmalar ne MK içinde ne de parti bünyesinde örgütsel herhangi bir kopuşa dönüşmüyor. Bunda; özel olarak MK’de genel olarak ise partide herhangi bir kişi ya da birim ile kıyaslanamayacak kadar büyük bir ağırlığa sahip olan ve bu ağırlığı sayesinde neredeyse beş benzemezden oluşan bir örgütü bir arada tutan, dahası, tüm örgütleriyle partiyi ortak bir hedefe kilitlemeyi başaran bir önder olarak Lenin’in payı, hiç kuşkusuz, çok büyük. Lenin’in, bunu, bazen Kamenev ile yan yana gelme pahasına, Askeri Örgüt’te cisimleşen sol sapmayı tasfiye etmeksizin dizginleme stratejisiyle başardığını söylemek mümkün. Fiilen silahlı bir ayaklanmaya dönüşme ihtimali çok yüksek olan 10 Haziran gösterisinin iptal edilmesinden yana görüş belirtmesi, bunun yanında, ağır bir yenilgiyle sonuçlanacağını öngörerek Temmuz ayaklanmasının yarıda kesilmesini desteklemesi dizginlemeye; -MK’nin sağ kanadının ısrarına rağmen- Askeri Örgüt’ün lağvedilmesine karşı çıkıp “… onlar desteklenmelidirler. Risk almayanlar kazanamazlar” diyerek aynı özerkliği sınırlandırarak da olsa korumaya çalışması ise tasfiye taraftarı olmamasına örnek verilebilir. Sonuç itibarıyla Lenin, Haziran ve Temmuz aylarındaki ayaklanma girişimlerini bir tür prova olarak görmüş, dahası bu görüşünü en sağından en soluna parti örgütünün tamamına bir biçimde kabul ettirmeyi başarmıştır.
Kitabın temel derdiyle doğrudan bağlantılı olmasalar da, ikincil ve fakat önemli birkaç noktayı daha vurgulamak yararlı olacaktır. Bunlardan biri, MK ve parti örgütü içindeki ciddi farklılıklara rağmen, Bolşeviklerin diğer siyasi partilerle olan ilişkilerinde aldıkları ortak ve mesafeli tutumdur. 1917 yılının Şubat-Ekim ayları arasında Bolşevikler, kimseyle daimi bir ittifak kurmayan, Geçici Hükümet’ten iktidarı -er ya da geç ama mutlaka- tek başına alma stratejisiyle hareket eden bir devrimci partidir. Nitekim “Tüm iktidar Sovyetlere” sloganının terk edilip, “Tüm iktidar Bolşevik Komünistler öncülüğündeki işçi sınıfına” sloganının benimsenmesi tesadüf değildir. Bolşevikler bu dönemde politik olarak belki de en yakın oldukları anarşistlerle bile stratejik bir işbirliğine gitmezler. Askeri Örgüt ve Petersburg Komitesi’ndeki Bolşevikler anarşistlerle zaman zaman eylem birliği içinde olmuş olsalar da -Stalin ve Similga da dahil olmak üzere- anarşistleri daimi bir müttefik olarak gören herhangi biri yoktur MK içinde. Aksine, anarşistler, zamansız hamlelerle her şeyi tehlikeye atacak, amiyane tabirle “bir çuval inciri berbat edecek” aşırılar olarak görülmektedir o süreçte de.
Son olarak Geçici Hükümet ile Sovyet arasındaki ilişkilerin seyrini ele alırken Rabinowitch’in gösterdiği -deyim yerindeyse- Bolşevik tavırdan da ayrıca bahsetmek gerekir. Öyle ki “ikili iktidar” teorisindeki tarafların Geçici Hükümet ve Sovyet olduğunu konuya vakıf olmayan birinin anlaması gerçekten çok zor. Çünkü 1917 yazındaki tüm saflaşmalarda anarşistler ve Bolşevikler bir tarafta, Geçici Hükümet ve Sovyet ise karşı tarafta konumlanıyorlar. Bu durumu herhangi bir sübjektif değerlendirmeye yer vermeksizin, bir başka deyişle, siyasal çatışmaların doğal seyri içerisinde aktarabilmek ise kayda değer bir maharet olsa gerek.
Devrime Doğru, Alexander Rabinowitch, Çev. Serpil Pehlivan, Yordam Kitap, 2014.