Ay tutulması ve güneş tutulması üzerine Nadir Doğan, Güneş Fiziği ve Güneş-Ay Tutulmaları adlı ders kitabında şu satırları kaleme almıştır: “Çok eski çağlardan itibaren insanların dikkatini çekmiş olan gök olaylarından birisi de Güneş’in ve Ay’ın tutulmaları olayıdır. Zamanımızdan 2000 sene kadar önce Çin’de, tutulmaların bir canavarla ilgili olduğu, Güneş veya Ay’ın canavar tarafından yutulduğu düşünülmüş ve tutulma esnasında silah atarak, davul çalarak, teneke tangırdatarak canavar kaçırılmak istenmiştir. Bu gün dahi ilkel kabileler tarafından bu usul tatbik edilmektedir. Bu konu ile ilgili bilimsel çalışmaların ilkini, M.Ö. 584 yılında, Thales başarmış ve bir Güneş tutulması zamanını önceden hesaplayabilmiştir. Bu hal, 2600 sene evvel yaşamış olan Yunanlıların, tutulmaların gerçek nedenini bildiklerini göstermektedir. Kendi başlarına ışık veremeyen Ay ve Dünya’nın Güneş ışığiyle aydınlatıldığı bilinmektedir. Güneş ışığının aydınlattığı yüzeyin arka tarafında bir gölge konisi oluşur. Bu koniye Ay’ın veya Dünya’nın gölgesi adı verilir. Genel olarak bir gözlem yerinin, Ay’ın gölgesi içine girmesiyle Güneş tutulması; Ay’ın, Dünyamızın gölgesi içine girmesiyle de Ay tutulması olayı ortaya çıkmaktadır.”[1]
Gerek Osmanlı ve gerekse ondan önceki dönemde Arapçayı bilim dili olarak kullanan âlimler, bu iki gök olayı için husuf ve küsuf terimlerini kullanmaktaydılar. M. Kâmil Yaşaroğlu, sözlük anlamı örtmek anlamına gelen küsuf kelimesinin güneş için kullanıldığında güneş tutulması olayını ifade ettiğini; batmak, görünmez olmak anlamına gelen husufun ise ise ay ile ilgili olarak kullanıldığında ay tutulması olayını ifade ettiğini belirtir. Ayrıca husuf ve küsuf kelimelerinin güneş ve ay tutulmalarını ifade etmede birbirinin yerine kullanıldığından da bahseder. Fakat bununla beraber fıkıh ve astronomi alanında genellikle güneş tutulması için küsuf, ay tutulması için de husuf kelimesinin yaygın olarak kullanıldığını söylemektedir. Diğer yandan bu iki tutulmanın birlikte “küsûfân” veya “husûfân” şeklinde dillendirildiğini de belirtir. Hatta bu iki tutulmada kılınan husuf namazı ve küsuf namazı olduğuna da değinen Yaşaroğlu, bunlardan hangisinin sünnet olup olmadığına dair öne sürülen görüşlere de kısaca değinir.[2] Aynı ansiklopedik maddenin ikinci kısmını kaleme alan Yavuz Unat, ilk ve orta çağda Batlamyus’un yer merkezli felek sisteminin kabul görmesinden dolayı bu iki gök olayının açıklamasının bu sisteme bağlı kalınarak yapıldığını belirtir ve Biruni ve Fergani gibi Müslüman âlimlerin bu gök olaylarını nasıl açıkladıklarını kısaca anlatır.[3] Bu açıklamalar, açık erişimli olduğundan burada sözü uzatmamak adına detaya inmiyoruz.
Mustafa Hilmi Üzerine
Mustafa Hilmi hakkında yaptığımız araştırmalarda hayatıyla ilgili bilgiler içeren evrakın ve çalışmanın son derece kısıtlı olduğunu görmekteyiz. Yavuz Unat’ın Hoca İshak’tan Hoca Tahsin’e Çağdaş Astronominin Türkiye’ye Girişi başlıklı makalesinde onun Bahriye Mektebi’nde okutulan iki eserinden bahsedilir. Bu eserlerden Unat, şöyle bahsetmektedir: “Heyet-i Bahriye (1888) ve Heyet-i Felekiyye (1889): Yine derslerde okutulan bir başka eser, Bahriye Binbaşısı olan Mustafa Hilmi’nin (ö. 1890’dan sonra) yazmış olduğu Heyet-i Bahriye (1888) ve Heyet-i Felekiyye (1890) adlı eserlerdir. Mustafa Hilmi, bunlardan Heyet-i Bahriye’yi İngiliz müelliflerden çeviri yoluyla meydana getirdiğini söyler. İkinci eseri ise Bahriye birinci sene öğrencilerine okutulmaktaydı.”[4] Unat, burada ölümünün 1890’dan sonra olduğunu da belirtmektedir. Piyade Efrâdına Mahsûs Hizmet-i Askeriye Dersleri adlı kitabının basım yılı 1912 olduğundan onun yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde hâlâ hayatta olduğunu söyleyebiliriz. Makalemizin başlığında adı geçen eserinin iç kapağında şu künye verilmiştir: Mekteb-i Bahriye-i Şahanede Heyet ve Seyf-i Sefain Muallimi – Mülazım-ı Evvel Mustafa Hilmi.[5] Bu künyeden anlaşıldığı üzere Mustafa Hilmi, Bahriye Mektebi’nde hem astronomi hem de gemilerin güvenlik içinde seyretmesi için gerekli teknik hususları araştıran bilim dalında hocalık yapmaktaydı. Yaptığımız katalog taramalarından elde ettiğimiz bilgilerden yola çıkarak kendisine ait eserleri şöyle listelendirebiliriz:
1) Heyet-i Bahriye, Mekteb-i Fünûn-ı Harbiye-i Şahane Matbaası, İstanbul, R 1305 / M 1888, 388 s.
2) Heyet-i Felekiye, Karabet Matbaası, İstanbul, R 1307 / M 1891, 528 s.
3) Husuf ve Küsuf, Matbaa-i Ebüzziya, Kostantiniye, R 1304 / M 1889, 38 s.
4) Kamere Ma’tuf İstidlalat-ı Hevaiye, Kütüphane-i Ebuzziya, Konstantiniye, R 1306 / M 1891, 40 s.
5) Hazarda ve Seferde Piyade, İstanbul, Mekteb-i Harbiye Matbaası, R 1325 / M 1909, 321 s.
6) Piyade Efrâdına Mahsûs Hizmet-i Askeriye Dersleri, İstanbul, Artin Asaduryan ve Mahdumları Matbaası, R 1328 / M 1912, 241 s.
Husuf ve Küsuf Eseri ve İçeriği
Astronomi, denizciler için yer tayini ve yön bulma açısından önemli bir bilim dalıdır. Hangi yarımkürede hangi yıldızlar görülür, yıldızların açısına göre dünyanın hangi tarafındasınızdır ve enlem-boylam dairesi nasıl tespit edilir, belli başlı yıldızlar dönencelerden ve ekvatordan hangi açıyla görülür gibi pek çok bilgi denizciler için hayati önem taşıyan astronomik bilgilerdir. Sadece keşif amaçlı sefer düzenleyen denizciler veya ticari amaçlı sefere çıkan denizciler için değil aynı zamanda askeri sefere çıkan bahriye sınıfı için de astronomi bilimi oldukça önem arz etmektedir. Bu sebeple Bahriye Mektebi’nde heyet (astronomi) dersleri veren Mülazımıevvel Mustafa Hilmi’nin ay ve güneş tutulmaları ile ilgili bilgiler içeren bu eseri kaleme almış olması oldukça anlamlıdır. Matbaa-i Ebüzziya tarafından 1891 yılında ilk baskısı yapılan Husuf ve Küsuf, otuz sekiz sayfadan oluşmaktadır. Kitabın iç kapağında ‘Maarif-i Umumiye Nezaret-i Celilesi’nin Ruhsatıyla’ ibaresi yer almakta olup çeşitli alt başlıklardan oluşmaktadır: Mukaddime, Makale-i İbrahim Hakkı, Husuf ve Küsuf Küsuf-ı Şems, Husuf-ı Kamer, Diğer.
Mukaddime: Eserine kısa bir ön sözle başlayan Mustafa Hilmi, husuf ve küsufun İslam âlimlerince nasıl anlaşıldığını belirtmek üzere Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname’sinin ikinci babını kitabının başına aynen aktarmıştır. Birebir yapılan bu alıntının sebebini, onun ruhiyatından medet ummak ve de ‘burası böyle alınmış, şurası şöyle tahrif edilmiş’ gibisinden yapılacak eleştirilerden uzak kalabilmek olarak açıklar.
Makale-i İbrahim Hakkı – Babüs-Sani: Bu makalenin ilk cümlesinde İbrahim Hakkı, bu bölümün astronomik âlemin yuvarlak olduğunu ve yıldızlar ile feleklerin durumu açıkladığını ifade etmektedir. Felek katmanları, bu felek katmanlarındaki cisimlerin şekilleri ve dizildikleri sıra gibi hususlardan bahseder. Gök cisimlerinin ve dünyanın yuvarlaklığı görüşünün şeriat hükmüne aykırı olduğu iddiasının asılsız olduğunu beyan eder ve İmam Gazali’nin konuyla ilgili görüşlerinin çevirisine yer verir. Burada Dünya ve Ay’ın yuvarlaklığı ve bu yuvarlaklığın güneş ve ay tutulmasına sebep olduğuna, buna hendese ilminin (geometri) de deliller sunduğuna değinir. Husuf ve küsuf üzerine muteber bir hadisin çevirisine de yer vererek görüşlerini destekler.
Husuf ve Küsuf – Husuf ve Küsufa Dair Malumat-ı Mücmele: Güneş ve ay tutulmasının, gök cisimlerinin birbirlerine perde ve engel olmasından yani birbirleri arasına girmelerinden meydana gelen gök olayları olduğu belirtilmektedir. Gök cisimleri sürekli hareket halinde olduğundan bunların birbirine olan yörüngeleri de elbette sürekli değişmektedir. Bu değişen yörüngeler bazen de aynı hizada olabilir. İşte tutulma denilen olay da bu anda yaşanır. Araya giren cisim güneşten alınan ışığı engeller ve tutulma gerçekleşir. Arayan giren gök cisminin hangisi olduğuna göre isim almaktadır ve araya giren cismin büyüklüğüyle ışığı ne kadar engelleyip ne kadar alanı karanlıkta bıraktığı, üç cismin yani Güneş, Ay ve Dünya’nın yörüngelerindeki uzaklığa ve yakınlığa göre değiştiği anlatılmaktadır.
Bölümün ilerleyen kısmında Mustafa Hilmi, Güneş’in, Dünya’nın ve Ay’ın bulundukları açılara göre oluşan kavuşum noktalarından, ekliptik noktalardan, tam ve yarım tutulmalardan, tutulma çaplarından bahsetmektedir. Bu hesaplamalara göre üç gök cismi arasında meydana gelen kesişmelerden kaçta kaçının tutulmaya neden olabileceği hesabı yapılır. Kesişmelerin açılarına ve o açılarda gelen ışığın miktarına göre oluşan gölge miktarından bahsedilir.
Daha sonra Güneş’in, Dünya’nın ve Ay’ın yörüngelerinin kesişim noktalarına göre açı hesaplamaları yer alır. Bir senelik devirlerinde yörüngelerinde meydana gelen derece, dakika ve saniye cinsinden değerleri ele alınır. Diyojen Laërtius’un Mısır’da, milattan önce 373 yılında gerçekleşen güneş tutulması, 832’de gerçekleşen ay tutulması kaydına da yer verilir. Yine dünyanın çeşitli yerlerinde meydana gelen ay ve güneş tutulmalarının ne kadar süre gözlemlendiği ve yarım mı tam mı tutulma olduklarına dair kayıtlar da diğer tarihsel veriler arasında yer almaktadır.
Küsuf-ı Şems: Bu bölümde güneş tutulması gerçekleştiğinde Dünya’nın o bölgesi tamamen karanlığa gömüldüğünden gök cisimlerinin dahi görünür hale geldiğinden, uçan kuşların ve vahşi hayvanların yuvalarına ve inlerine çekildiğinden bahisle konuya giriş yapan Mustafa Hilmi, önceleri cahil kavimlerin güneş tutulmasının Tanrı’nın insanlara kızıp onları cezalandırmak istemesinden ileri geldiğine inandıklarına değinir. Bir çeşit Tanrı gazabının ilahi alameti olarak veya meydana gelecek kötü bir olayın alameti olarak görülmüştür. Hatta bununla ilgili eski kitaplarda çeşitli kayıtlar da bulunmaktadır. Ama artık bilimin ilerlemesiyle birlikte karın yağması, yağmurun yağması, kışın gelmesi ve yaz mevsimine geçilmesi nasıl bir doğa olayıysa ay ve güneş tutulmalarının da doğal birer olay olduklarının açığa çıktığına değinilir. Güneş tutulmasıyla ilgili çeşitli halkların inançlarından da bahsedilir. Örneğin Hinduların güneş tutulmasını, güneşin bir canavar tarafından yutulması olayına bağladıklarına ve tekrar güneşe kavuşmak için çeşitli velveleler ile canavarı korkutup Güneş’i kurtarmaya çalıştıklarına değinilir. Çeşitli tarihlerde meydana gelen tam veya yarım güneş tutulmalarından da bahsedilir. Yarım ve tam güneş tutulmalarının nasıl oluştuğuyla ilgili bilgilerle bu bölüm tamamlanır.
Husuf-ı Kamer: Bu bölümde ay tutulmasının güneş tutulmasından önem bakımından aşağı olduğunu belirterek söze başlayan Mustafa Hilmi, en az güneş tutulması kadar merak uyandırdığını da söylemektedir. Ayın karanlık bölgeye ne miktar girdiğine göre gerçekleşen tutulmanın yarım veya tam olarak adlandırıldığından bahseder. Gerçekleşme süresinin gözlem süresinden uzun olduğu, 1833 yılının Aralık ayının yirmi altısında meydana gelen ay tutulmasında yapılan gözleme ve hesaplamalara yer verilir. Ay tutulmasının gerçekleşmesi için gereken şartların neler olduğuna değinilir. Hatta tutulmanın oluşum aşamasını gösteren bir çizimle de açıklanır:
Afrika seyyahı Lander’in, 2 Eylül 1830 senesinde meydana gelen ay tutulmasında yaşadığı olaylara yer verilir. Tatil günü serin bir akşamda Ay dolunay halindeyken meydana gelen ay tutulmasıyla ahalinin nasıl korkmaya başladığını ve dehşete kapıldığını anlatır. Hatta hemen koşup kabile reislerini haberdar ettiklerinden ve bir araya gelerek gürültü çıkarmaya başladıklarından bahseder. Bir sonraki bahis Batlamyus’un verdiği en eski ay tutulması kayıtları olup Keldanilerin tuttukları kayıtlardır. İlki Nabunasır tarihinin yirmi yedinci, Marduk hükümetinin birinci senesi ve Mısırlıların Thot ayının yirmi dokuzuncu günü meydana geldiğinden bahsedilir. Bu tarih bugün milattan önce 19 Mart 720 tarihine tekabül etmektedir. Bu kayıtlara göre ikinci ay tutulması yarım olup Thot ayının on sekizinci gününde yani milattan önce 8 Mart 719 tarihinde meydana gelmiştir. Üçüncüsü aynı sene Famut ayının on beşinde yani milattan önce 1 Eylül 719’da meydana gelmiştir. Bir diğer tutulma doksan birinci olimpiyat oyunlarının oynandığı zamanda yani milattan önce 27 Ağustos 412 tarihinde, bir başkası milattan sonra 1 Mart 1504 tarihinde meydana gelmiş olup Kolomb’un pek işine yaradığı rivayetinden de bahsedilir. Bu bahislerden sonra Güneş, Ay ve Dünya çaplarına göre oluşan gölgeler ve tutulmalarla ilgili matematiksel hesaplamalara yer verilir.
Diğer: Bu kısımda 28 Ocak 1888 tarihinde meydana gelecek olan tam ay tutulmasının İstanbul’a göre başlangıcı, tutulmanın tam gerçekleşmesi ve son bulma saatleri, ezan saatine göre hesaplanarak bir tablo halinde verilmiştir ve tutulmasının gerçekleşme aşaması kademe kademe kısaca anlatılmıştır.
DİPNOTLAR
[1] Nadir Doğan, Güneş Fiziği ve Güneş-Ay Tutulmaları, Ankara Üniversitesi, Fen Fakültesi Yayınları, Yayın No: 131, Ankara, 1988, s. 203.
[2] M. Kâmil Yaşaroğlu, “Küsûf”, TDV İslam Ansiklopedisi, TDV Web Sitesi, https://islamansiklopedisi.org.tr/kusuf, [erişim: 23.03.2020].
[3] Yavuz Unat, “Küsuf – İlimler Tarihi”, TDV İslam Ansiklopedisi, TDV Web Sitesi, https://islamansiklopedisi.org.tr/kusuf, [erişim: 23.03.2020].
[4] Yavuz Unat, Hoca İshak’tan Hoca Tahsin’e Çağdaş Astronominin Türkiye’ye Girişi, XV. Ulusal Astronomi Kongresi, Kayseri Erciyes Üniversitesi, 31 Ağustos-4 Eylül, İstanbul.
[5] Mustafa Hilmi, Husuf ve Küsuf, Birinci Tabı, Matbaa-i Ebüzziya, Kostantiniye, R 1304 / M 1889.