Bir yıl daha bitti. 2024’ü geride bırakıp 2025’e başlayacağız. Yani 21. yüzyılın bir çeyreğini tüketmiş bulunuyoruz. Bir bilim dergisi yıl sonunda veya yıl başında geçtiğimiz yılın önemli bilimsel-teknolojik gelişmelerine ele alır ve yorumlar. Bunu Ocak sayımızda yine yapacağız; ama dürüst olalım, pek heyecan duyarak değil. Çünkü öyle bir ülkede ve dünyada, öyle koşullarda yaşıyoruz ki, insan gönül rahatlığıyla ve heyecanla bilimsel gelişmeleri ele alamıyor. Kafalar ister istemez ülkemizdeki ve dünyadaki politik gelişmelere takılıyor, olası tehlikelere yoğunlaşıyor ve bilimsel-teknolojik gelişmeler -ne kadar önemli olsalar da- anlamını yitiriyor. Dünyada ve ülkemizde yüz milyonlarca insan açlığın pençesinde yaşarken, milyonlarca insan yollara düşüp vatansızlaşırken, her an dünya çapında bir savaşa dönüşebilecek büyük çatışmalar sürerken, insan yapay zekâ alanındaki gelişmelere veya evrenin derinliklerindeki astronomik olaylara yoğunlaşamıyor. Kendinde bu hakkı göremiyor, hele politik ve toplumsal duyarlılıkları da bulunuyorsa…
Bilim ve Gelecek camiası, “biz bilimimize bakarız, ötesi bizi ilgilendirmez” diyen bir topluluk değil. Politik gelişmelerin ve toplumsal süreçlerin bilim dahil tüm insanlık etkinliklerini dolaysız etkilediğinin bilincinde olan insanlardan oluşuyor. Aydökümü köşesi aslında dergi mutfağından haberler ve duyurular için tasarlanmıştı. Genellikle de içeriği bu çerçevede tutmaya çalışıyoruz. Ama günümüz politik koşulları bazen ne mutfak bırakıyor ne de duyuru. İster istemez dergiden değil, dünyamız ve ülkemiz siyasetinden söz etmek ve tutum almak zorunda kalıyoruz.
21 yıl önce Bilim ve Gelecek dergisini çıkarırken, bu “şizofrenik” durumun farkındaydık elbette. O nedenle yayın kulvarımıza ilişkin, bilimsel-teknolojik gelişmeleri sadece aktaran değil, yorumlayan, insanlığa ne getirip ne götürdüğünü sorgulayan, toplumsal ilişkiler bağlamında ele alan bir çerçeve belirlemiştik. Ne kadar haklı olduğumuz ortada. Ama bu kadar da haklı olmak istemezdik doğrusu… Çünkü bilim dünyası ile geniş kitlelerin dünyası arasındaki uçurum öyle bir genişledi ki, toplumcu bakışa sahip bilim yayımcıları için bu iki dünya arasındaki bağı sağlayabilmek ve anlamlandırabilmek zorlaştı.
Neyse, Bilim ve Gelecek okurlarının bu bağı sağlayabilecek entelektüel düzeyde olduklarını biliyoruz. Zaten bu sayede dergimiz yayım hayatına devam edebiliyor. Ama bir de bu açıdan ne kadar zorlandığımız konusunda okurlarımızla dertleşmek istedik. Zaten dertlerimiz aynı…
Bilim etkinliği de bir cendere içinde, dar bir tünelden geçiyor. Toplumcu bakış açısıyla politik tutumlar alarak bilimi de özgürleştirebiliriz ancak. Biz böyle bir dergiyiz.
***
Geçtiğimiz ay Üsküdar Üniversitesi tarafından bir “Yaratılış Manifestosu” yayımlandı. Tam bir rezalet! Ortaya attıkları fikirleri Bilim ve Gelecek’te yaptığımız yayınlarda defalarca çürüttük. Evrim bir olgudur artık. Ama yine de bir yanıt vermek zorundaydık. Elinizdeki sayının kapağı bu nedenle yaratılışçıların temel bir argümanını çürüten bir makaleden oluşuyor: İnsan anatomisi akıllı tasarım ürünü müdür, yoksa evrimsel onarımın ürünü mü? Sürekli okurlarımız için tekrar olacak ama tekrar tekrar yanıt vermek zorundayız ne yazık ki…
***
Muazzez İlmiye Çığ’ı kaybettik. Dile kolay 110 yıl yaşadı “son Sümer kraliçesi”. Daha bedeni toprağa kavuşmadan dincilerden ve liberallerden kaynaklanan saldırılar da başladı. Biz Muazzez İlmiye Çığ’ın topluma ve aydınlanmaya yaptığı katkıları biliyoruz ve bu saldırıları göğüslüyoruz. Elinizdeki sayıda onun katkılarını yansıtan bir dosyayı okuyacaksınız. Güle güle Muazzez, İlmiye ve Çığ…
Dostlukla kalın…