Hüseyin Karakuş
Her şey Kenan Evren’in liberal prensi Turgut Özal’la başlamıştı. Hani şu şıpıdık terlikleri ve bermuda şortuyla badi badi yürüyerek cumhurbaşkanlığı muhafız alayını denetlediği için devrim yaptığı söylenen adam. Ama Özal’a yüklenen asıl devrimsel atılımlar başkaydı. İlki “benim memurum işini bilir” cümlesinin devlette rüşvet çarkına göz kırpılması olduğu yorumları; ikincisi istihbarat ve özel operasyon gibi dar bir alan içeren bütçede örtülü ödeneğin Özal döneminde içerik ve miktarının akıl almaz boyutlara ulaşmasıydı. Öyle ki Futbolcu Tanju Çolak’ın bizzat dile getirdiği; Galatasaray’dan Fenerbahçe’ye transfer ödemesinin Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından örtülü ödenekten yapıldığı açıklaması hâlâ belleklerdedir. Konu spor dünyamızın belgelenememiş karanlık bir sayfası olarak duruyor. Bu olay sporun gün geçtikçe ticarileştiği ve spor-siyaset-ticaret üçgeninin oluştuğunun kamuoyuna ilk yansımalarıdır.
80’lerde başlayan ekonomik, siyasi, dinsel dönüşüm süreci sosyolojik alanda anomi oluşturarak kimlik kazandı. Anomi, toplumlarda bireylere hızla bulaşan değerler kaybıdır. Her toplumda yılların birikimiyle oluşan, bireyler arası ilişkinin terazisi olan değerler bütünü vardır. Değerlerin bir ucu yazısız olarak kültürün içinde, diğer ucu yazılı yasa ve kurallar içindedir. Bu değerler bütününe toplumsal normlar denir. Kısa sürede gelişen ekonomik ve siyasi altüst oluşlar, sosyal yaşamda yeni bir norm düzenine değil ahlaki çöküşle özetlenebilecek norm yitimine neden olur. Gece yarısı trafik akmazken trafikte yeşil ışığı beklemek bir normdur, trafikte çakar takarak kendine yol açmaya çalışmak anomidir. Bir profesörün üniversite kürsüsünde akademisyenlere konuşması normdur. Konuşmacının profesör değil de politikacının karısı olması anomidir.
Anomide gücün (para ve zor kullanmanın) hakimiyeti vardır. “Böylesi toplumlarda, kurallar birbiriyle çelişir. Bir gün alınan karar veya söylenen söz, ertesi gün inkâr edilir. Kanun ve kurallara uymamanın yaptırımı olmaz. Uygulamalar keyfidir; akıl erdirilemez!… Giderek ilkesiz, sorumsuz davranmak sıradanlaşır; kuralsızlık yerleşik kültür halini alır. Ortak değerlerin kaybı, insanların birbirine olan duyarlılığını ve saygısını da azaltır. Dayanışma ortadan kalkar. Paylaşım duygusu yok olur, bencillik artar. Şiddet tırmanır… Cehalet, akla ve aydınlığa fütursuzca saldırma cesaretini bulur kendinde… Eğitimin önemi azalır… Eğitim, hayatı keşfetme heyecanını yitirir; yerini bir yerlere girip para kazanmak için bir kâğıt parçası edinme telaşına bırakır.” (Durkheim) Bu yazılanları medyatik haberlerde her gün yaşamaktayız. Çalanın çaldığıyla kaldığı, hesapların bedduayla öbür dünyaya havale edildiği toplumumuzda artık “gemisini yürüten kaptan”dır.
İşte bu toplumda, futbolda “yapı” olmasını ve hakemlerin dürüstlüğünü konuşuyoruz. Bu trajikomik bir durumdur. Futbol takımlarının başkanları; ya bölgelerinin ya da Türkiye’nin en zengini olan iş insanlarıdır. Her şeyi satın almayı iyi bilirler. Süperlig’deki her futbolcu 3-4 yıl aralarla milyon eurolarla satılıyor ve kazanıyorlar. Federasyon ve futboldaki diğer yöneticilerin maaş sözleşmeleri “nazar değmesin” diye gizli tutulur. Süperlig’deki futbol takımlarının maaş ödemeleri bir tarafa, yıllık transfer harcamaları 40-50 milyon eurodan aşağı değildir. Eğitimin bu kadar düşük olduğu ama bu kadar büyük paraların döndüğü (mafyalar hariç) başka bir mesleki alan yoktur. Şan, şöhret ise pastadaki çilektir. Futbol dünyasının televizyon goygoycuları bile milyon liralarla laklak yapmaktadır.
İşte böyle bir ortamda kader belirleyici noktada duran hakemleri konuşuyoruz. Bugün bir süperlig hakemi maç başına 52.500 TL, VAR hakemi 26.250 TL, yardımcı hakemler 23.100 TL alıyor. (Ajansspor) Bu hakemler milyon eurolar kazanan futbolcuları yönetiyor, gerekirse oyundan atıyorlar. Penaltıya karar veriyorlar, oyunun kaderini ellerinde tutuyorlar. Bu hakemler milyonlar kazanan teknik direktörleri gerekli gördüklerinde sahadan atıyorlar. Milyarların sahibi olan futbol takımı başkanları, takımlarının kazanması için her şeyi yapmaya hazırlar. Siyasette ve toplumun her kesiminde ahlaki çöküntünün yaşandığı, günde 8000 TL almak için bebeklerin hayatlarıyla oynandığı bir toplumda; konuşmaları karşılığı milyonlar kazanan maç yorumcularının maç başına binler kazanabilen hakemlerin satın alınabileceğini söylemeye dilleri varmıyor. 1-2 puanla şampiyon olunduğu bir durumda örneğin 500 bin euroya maçın kaderini değiştirecek sonra da hakemliği bırakacak birilerinin olabileceğini kimse dile getiremiyor. İzleyen herkes kırmızı kart derken, VAR kayıtlarına rağmen kırmızı kart veremeyen hakeme, maç yorumcuları bir yorum yapamıyorlar. Kanıt olmadan suçlayarak suçlu duruma düşmek istemiyorlar. Alanın da verenin de suçlu olduğu ortamda, suçun kanıtının itiraf olmadan bulunamayacağı bir alışverişin gerçek kanıtı; bugüne kadar benzeri görülmeyen hakem olaylarının bugün yaşanmasıdır. Kelebeğin kanadının fırtınaya neden olması gibi kaotik öngörülemez bir durum değil, malumun ilamıdır bu. Toplumsal normlar tekrar oluşana kadar, toplumsal normları olan ülkelerden hakem getirmekten başka çözüm görünmüyor.