Romantik
Barış Öztürk, Pankuş Yayınları, 2024, 53 s.
Gerçek ile hayali ayıran sınırın belirsizleştiği, her biri birer romantik serüven gibi okuyanları da içine alıp baş döndüren yolculuklara çıkarmayı bekleyen Romantik’te zaman, kentler ve insanlar; coşku, hüzün, melankoli ve aşk içinde birer kahramana dönüşmüş. İtalya’da portikolar altında yürürken Almanya’da bir kasabada uyanan, Venedik’te Bellini ile konuşurken Tuna’yı özleyen, Ankara bozkırından kaçıp tahripkâr Karadeniz’e ve kıyılarına uzanan öykü tadında denemeler…
Diskalkuli Matematik Öğrenme Güçlüğü: Matematik Kaşifleri
Elif Özcan, Nobel Akademik Yayıncılık, 2024, 148 s.
Bu kitap, matematik becerilerini basitten zora doğru ilerleterek geliştiren etkinliklerden oluşmaktadır. Sayı kavramını, matematik sembollerini, dört işlem ve
problem çözme becerilerini geliştiren çocuklar matematiği yeniden keşfedecek ve öğrenmeyi seveceklerdir. İlkokula başlayan tüm çocuklara hitap eden bu kitap, matematiği kolaylaştırarak öğretecektir. Kitapta yer alan etkinlikler hem öğrenme güçlüğü yaşayan çocuklara hem de hiçbir tanısı olmadığı hâlde matematikte zorlanan çocuklar için uygundur. Her çocuk biriciktir ve özeldir. Bu kitapta amaç, her bir çocuğun öğrenme kapasitesini geliştirmek ve kendilerine olan inancı ortaya çıkarmaya yardımcı olmaktır.
İnsanın Yanlış Ölçümü
Stephen Jay Gould, Çev. Ebru Kılıç, Nova Kitap, 2024, 432 s.
Bilim, insanlığın en büyük keşif aracı olabileceği gibi, yanlış yönlendirilmiş ellerde tehlikeli bir silaha dönüşebilir. “Ne kadar zekisiniz?” sorusunun beraberinde getirdiği soruların nasıl tedirgin edici olabileceğini bir düşünün: Zekiden kastedilen nedir? Zekâ nasıl ölçülür? Bu soruyu kim soruyor? İnsanın Yanlış Ölçümü, yayımlandığı 1981 yılında bilimsel otoritenin masum gibi görünen maskesi altında ırkçılık, sınıf ayrımcılığı ve cinsiyetçilik gibi önyargıların nasıl körüklendiğini çarpıcı bir şekilde ortaya koydu. Gould’un sosyal bilimler için büyük önem taşıyan eseri, zekâyı ve dolayısıyla insan “değerini” kafatası büyüklüğüne, kıvrımlara ya da dar kapsamlı testlerdeki puanlara göre değerlendirenlerin ana motivasyonlarını inceliyor. Darwin’den önce bile 19. yüzyılın Avrupalı erkekleri kendilerini yaradılışın zirvesi olarak görüyor ve bu iddialarını katı ölçümlerle kanıtlamaya çalışıyorlardı. Bir ölçünün, kadınlar ya da Asyalılar gibi “aşağı” bir grubun üyelerini sözde “şampiyonların” üzerine yerleştirdiği tespit edildiğinde, eski ölçüm teknikleri bir kenara atılıyor ya da daha yeni, daha rahat “ulaşılabilir” ölçüler idealleştiriliyordu. Bu noktada 20. yüzyıldaki sayı saplantısı, IQ testlerinin kurumsallaşmasına ve “ideal” sonuçların haksız rekabetin galibi olmasına neden oldu. Gould bunun sadece yanlış yönlendirilmiş olmakla kalmayıp –çünkü zekâ kesinlikle çok faktörlüdür– aynı zamanda zengin ve güçlüleri ödüllendiren bir geribildirim döngüsü yaratarak gerici olduğunu göstermişti. Genişletilmiş ve gözden geçirilmiş yeni baskısında okurunu yeni bir giriş bölümüyle selamlayan İnsanın Yanlış Ölçümü, sadece bilimi anlamak isteyenler için değil, adalet ve eşitlik arayışında olan herkes için bir sosyal bilimler klasiği olma iddiası taşıyor.
At Tekerlek ve Dil – Bugünü Doğuran Uzak Geçmişin Hikayesi
David W. Anthony, Fol Kitap, 2024, 688 s.
Bugün yeryüzünde insanların yarıya yakını tarihöncesinde var olmuş ortak bir dilden türemiş dilleri konuşmalarına rağmen Proto-Hint-Avrupa dili adı verilen bu atanın kimliği ve kimlerce konuşulduğu uzun bir süre boyunca gizemini korudu. Peki, kimdi bu insanlar ve yaptıkları toplumsal ve kültürel yenilikler insanlığın rotasını nasıl belirledi? Bu soru son iki yüzyılda akademik çalışmalardan çiğ propagandalara kadar uzanan bir çizgide sayısız yanıtın verilmesine neden oldu. Proto-Hint-Avrupa dilini ve o dili konuşanları keşfetme ve sahiplenme yarışı zaman zaman bilim insanlarından devrimcilere ve ırkçılara kadar birçok zümrenin uğrunda mücadele ettiği bir siyaset ve savaş alanına bile dönüştü.
Tarihöncesi antropoloji ve arkeolojinin yaşayan en önemli isimlerinde David W. Anthony, her mitte olduğu gibi Babil Kulesi mitinde de bir gerçeklik payı bulunduğunu gösterircesine bu soruya çığır açıcı bir yanıt veriyor: Demir Perde’nin yıkılışının ardından Batılı arkeologların Avrasya’da daha kolay erişir hâle geldikleri antropolojik ve arkeolojik bulgulardan hareketle Proto-Hint-Avrupa dilini ve halklarını Avrasya’nın bozkırlarına yerleştiriyor. Ortak bir dili kullanan, ata binen, araba kullanan bu halkların ve kültürlerin nasıl kıta boyunca var olan kültür adalarını Avrasya’yı saran bir uygarlık koridoruna dönüştürerek yeni diller, yeni siyasi sistemler ve bir tarihöncesi kültür devrimi ortamı yarattıklarını ortaya koyuyor. Bir bulmacanın parçalarını birleştiren dedektif hassasiyetiyle en küçük arkeolojik ve dilbilimsel kalıntılardan hareketle adım adım ilerleyerek okura bugünü doğuran uzak geçmişin hikâyesini anlatmayı amaçlıyor.
Çevre Ekolojik İktisat Büyüme ve Sürdürülebilirlik İlişkileri
Cengiz Zengin, Efil Yayınevi, 2024, 214 s.
20. yüzyılın son çeyreğinde tartışılmaya başlayan çevre sorunu, 21. yüzyılın hemen en önemli problemlerinden biri haline gelmiştir. Son yıllarda ekonomi literatüründe çevre ve ekonomi ilişkilerine dair önemli yayınlar yapılsa da halen özellikle Türkiye’de çevre, ekoloji, ekonomik büyüme ve sürdürülebilirlik ilişkilerini irdeleyen çok fazla kaynak bulunmamaktadır. Elinizdeki kitap bu boşluğun çok ufak bir kısmını doldurabilmek amacıyla kaleme alınmıştır.
Aslında asırlar önce bilge Kızılderililer, “Dünya bize atalarımızın mirası değil, torunlarımızın emanetidir” darbımeseliyle sürdürülebilirliği çok çarpıcı bir biçimde özetlemiştir. Ancak 21. yüzyılda olunmasına ve üstün teknolojiye rağmen, gelecek nesillerimizi hayal kırıklığına uğratmaya devam ediyoruz.
Sürdürülebilirlik, ekonomik büyüme ve ekonomik kalkınma arasında çok sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Ekolojik tahribata neden olmadan ya da en asgari zarar ile bir ekonomik büyüme yaratılabilir mi? Ekonomik büyüme modern dünyanın ve ekonomilerin olmazsa olmazı mıdır? Ekonomik büyüme olmadan ya da minimum büyüme oranları ile ekonomik kalkınma ve çevre sorunlarının çözümü sağlanabilir mi? Batılı gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler için öngördüğü çevre/büyüme modellerinin uygulanabilirliği bulunmakta mıdır? Gelişmiş batılı ülkeler ve dev küresel kapitalist firmalar çevre sorununa karşı ikiyüzlü bir tavır mı sergilemektedir. Bu kitapta bu sorulara yanıt aranıyor.
Matematikte Kaybolmak
Sabine Hossenfelder, Çev. Murat Havzalı, Alfa Yayıncılık, 2024, 304 s.
Fizikçiler, ister kara deliklerin varlığı üzerine düşünüyor ister maddenin doğasını inceliyor olsunlar, en iyi kuramların güzel, basit ve zarif olduğuna inanırlar. Ama ne yazık ki, fizikçi Sabine Hossenfelder’in savunduğu gibi, bu standartlar, fizikte kırk yıldır önemli bir kuramsal atılım yapılamamasına yol açmıştır. Hossenfelder Matematikte Kaybolmak’ta, güzellik kaygısının doğal dünyayı olduğu gibi görmekten bizi nasıl alıkoyduğunu açıklıyor. Estetik ölçütlerin kılavuzluğunu benimseyen fizikçiler, akıllara durgunluk veren kuramlar geliştirdi, onlarca parçacık icat etti ve uzayın birbirinden uzak noktalarının solucan delikleriyle bağlantılı olduğunu ilan etti. Ancak bunların neredeyse hiçbirisi gözlemlerle doğrulanamadı; aslına bakılırsa çoğu sınanabilir hale bile gelmedi. Bu kısırdöngüden çıkabilmek için fizikçilerin kuramlarını inşa etme biçimlerini gözden geçirmeleri gerekecek. Matematikte Kaybolmak’ın gösterdiği gibi, bilim insanları, evrenle ilgili gerçekleri ancak kargaşayı ve karmaşayı benimseyerek elde edebilecek.
Erotizmin Tarihi
Georges Bataille, Çev.Hüseyin Can Akyıldız, Sel Yayıncılık, 2024, 216 s.
Fransa’nın en aykırı düşün ve yazın insanlarından Georges Bataille Erotizmin Tarihi’nde insan cinselliğinin antropolojik esaslarının yanı sıra kültürel ve uygarlık tarihine içkin niteliklerinin bir incelemesini sunuyor. İnsanı hayvandan ayıran bir kavram olarak cinsellik karşısında duyulan derin dehşet şeklinde tanımladığı erotizmi Lévi Strauss Sigmund Freud ve Marcel Mauss’la tartışarak derinleştiren Bataille yasaklar dehşet tiksinti ve çürüme gibi mayınlı arazilerde kendine özgü bir biçimde çarpışarak ilerliyor.
Derimizin Olağanüstü Yaşamı – Dış Yüzeyimize Yakından Bir Bakış
Monty Lyman, Metis Yayınları, 2024, 296 s.
En sıradışı organımızı baştan aşağı inceleyen bu çalışma, deriye yazılmış bir aşk mektubu. Kitapta deriyi bir prizma olarak kullanarak farklı zaman ve mekânlara bir bakış atacağız; antik tarihten bilimin geleceğine, Papua Yeni Gine’de timsaha tapan insanların zarif dövmelerinden Miami Plajı’ndaki güneşperestlerin derilerindeki değişimlere uzanacağız. Önce deriyi fiziksel açıdan katman katman inceleyeceğiz. Ardından beslenmemizin cildimizi etkileyip etkilemediği, cildimizi nelerin yaşlandırdığı ve güneş ışığının ne kadarının fazla olduğu gibi soruları, gerçek ile efsaneyi birbirinden ayırarak ele alacağız. Bu sorulardan yola çıkarak, dokunma kaynaklı acı ve keyiften, stresin cilt üzerindeki etkilerine kadar, deriyle zihni birbirine bağlayan merak uyandırıcı konuları inceleyeceğiz. Deri ile zihin yakın arkadaştır ve başka hiçbir organ psikolojik açıdan bu denli önem taşımaz. Derimizin başkaları tarafından nasıl algılandığı –veya buna ilişkin kendi fikrimiz– zihinsel sağlığımızı etkileyebilir. Dış yüzeyimize yaptığımız yolculuğun son kısmında, deriyi toplumsal bağlamda ele alacağız. Deri bizi birleştirir: İnsan, başkalarıyla iletişim kurmak için deriyi kalıcı olarak işaretleyen ve dövme yapan tek canlıdır. Öte yandan, deri bizi ayırır: Deri rengi ve “kirletici” cilt hastalıkları toplumları bölerek, insanlık tarihinin gidişatını değiştirmiştir. Sonuç olarak, insan derisi fiziksel varlığının çok ötesindeki etkileriyle felsefe, din ve dil üzerinde iz bırakmıştır.
Azandelerde Cadılık Kehanetler ve Büyü
E. E. Evans – Pritchard, Nota Bene Yayınları, 2024, 144 s.
Azandelerde Cadılık, Kehanetler ve Büyü antropolojik alan araştırmasının en kıymetli örneklerinden biridir. Evans-Pritchard, sosyal antropoloji disiplini içerisinde kuruluşundan günümüze sürdürülen büyü-bilim-din tartışmasına elde ettiği alan verileri ve altını çizdiği kuramsal noktalarla destek sağlamış; büyü ve cadılık gibi okült inanış ve pratiklerin Batılı hâkim bilimsel ve dinsel bilme biçimlerine meydan okuyan doyurucu bir alternatif bilme biçimi oluşturma kabiliyetlerini sorgulamıştır. Okült inanış ve pratiklerin “yanlış” bulunarak ötelenmesi ve ötekileştirilmesi, modernleşme sürecine neredeyse tamamen sinmiştir. Antropoloji, 19. yüzyılın evrimci mülahazaları bir yana bırakılırsa, 20. yüzyılda başlayan alan araştırmasına dayanan modern dönemi ile birlikte, bu türden inanış ve pratiklerin bastırılmasıyla, bu sürecin günümüz dünyasındaki yansımalarını da içerecek ve sorgulayacak biçimde uğraşmıştır. Eser öylesine önemli hale gelmiştir ki cadılık veya büyücülükle ilgili inançları artık ona atıfta bulunmadan tartışmak mümkün değildir. Eser antropoloji dışındaki birçok alana da ilham kaynağı olmuştur.
E. E. Evans-Pritchard’ın kabul görmüş baş yapıtının bu versiyonu, onu, öğrenciler ve genel okuyucu için daha erişilebilir bir hale getirmeyi amaçlamaktadır. Eva Gillies kapsamlı Giriş bölümünde kitabın günümüzdeki geçerliliğini incelemekte ve okuyucunun kitabı tarihsel bağlamına oturtabilmesini sağlamak için Azandelerin etnografinin yazıldığı dönemdeki sosyal ve siyasi örgütlenmesini anlatmaktadır. Ayrıca Takdim yazısı ile Evans Pritchard, toplumsal yaşama yıllarca süren uzun süreli katılım ve topluluk mensupları ile aracısız-doğrudan etkileşime dayalı etnografik araştırma ve yazım geleneğine getirdiği söylemsel ve kuramsal yenilikler içerisinde konumlandırılmakta ve cadılık-büyü tartışmasına ilişkin tezlerin antropoloji içerisindeki güncel değeri ortaya konulmaktadır.
Ekotoplumculuk
Andre – Jacques Holbecq, Çev. Gülser Öztunalı Kayır, Yeni İnsan Yayınevi, 2024, 104 s.
Neo-liberalizm insan aktivitesinin özünü, sadece ve sadece ekonomik faaliyetlere indirgedi.
Oysa ekoloji ve sosyal doku üzerinde yıkıcı etkileri kanıtlanmış olan bir üretim biçimi ile karşı karşıyayız. Bu model insanlara, rekabet mantığına dayalı tek bir bakış açısı sunar. Bu egemenlik savaşı mantığıdır ve diğerinin mallarına sahip olmak, bilgisini ve anlamlarını çalmak/yakalamak demektir. Bu modelde, yaşam projesinin yoksulluğu, sahip olma (tüketme, sahiplenme, hükmetme) düzeninde ve Pascalcı anlamında eğlence yoluyla
uyarılma şeklinde yüzeysel bir olguya indirgenir. Sahip olma dürtüsünü Gandhi şu cümlesiyle eleştirir: “Gezegende herkesin ihtiyacına yetecek kadar varlık vardır ama herkesin sahip olma duygusunu tatmin edecek kadar yoktur.” Bu mantık karşısında Pierre Rahbi’nin “mutlu ayıklık” dediği veya Majid Rahnema’nın “gönüllü sadelik” olarak adlandırdığı karşıt bir mantık yer alır. Çoğunlukla önemsizleştirilmiş olan “var olma” terimini öne çıkartan esenlik ve yaşam sanatı mantığıdır bu. Bu problemli mantığın ekolojik ayak izi anlamında açık bir ekolojik sınırı vardır. Ülkelerin ayak izleri ölçülmüş ve eğer bütün dünya, zengin ülkelerinin yaşam biçimleri gibi yaşarlarsa 2050 yılına kadar insanlara birkaç gezegen gerekeceği gerçeği ortaya konmuştur. Yaşlı dünyanın, benzer temeller üzerinde yaşamaya devam edemeyeceği açıkça anlaşılmıştır. İklim açısından, yetersiz küçük adımları yerine, eğer felaketi önlemek istiyorsak ne yapılması gerektiğini araştırmak için kültürel ve demokratik koşulların ortaya konması ve gerçeği söyleyen kamu politikaları gereklidir. Bu kitap toplumsal ekonomik örgütlenmenin dayatılandan başka yolları olduğu ve geleneksel ekonomi mantığının kökten değiştirilerek farklı biçimlerle doğa ve toplum endeksli bir bakış açısıyla yürütülebileceği, daha adil ve eşitlikçi bir toplum yaratabilme örneklerinden birini anlatmaktadır.
Toplumsal Hareketlerde Yapay Zeka
Mehmet Ali Alhan, Liberus, 2024, 272 s.
Toplumlar, tarih boyunca adalet, eşitlik ve hak arayışlarıyla şekillenmiştir. Antik Mısır’da işçilerin maaşları için gerçekleştirdiği grev, Çin’de Qin Hanedanlığı’na karşı köylü isyanı, Roma’da pleblerin siyasal hak talepleri ve Atina’da Solon’un reformları gibi örnekler, toplumsal hareketlerin köklü bir geçmişe dayandığını göstermektedir. Bu hareketler, toplumsal değişim ve eşitlik taleplerinin evrensel bir olgu olduğunu gözler önüne sermektedir.
Dijital çağ ile birlikte toplumsal hareketler, fiziksel sınırlardan bağımsız olarak dijital ortamlarda geniş kitlelere ulaşma gücüne sahip olmuştur. Dijital aktivizm ve sosyal medyanın etkisiyle toplumsal hareketlerin doğası dönüşüm geçirerek, yerel etkiden küresel bir etki alanına ulaşmıştır. Bu dönüşüm, güvenliği sağlamak adına toplumsal hareketlerin önceden tahmin edilmesi, dinamiklerinin anlaşılması ve etkilerinin kontrol altında tutulması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bu eser, stratejik yönetim çerçevesinde toplumsal hareketlerin yapay zekâ ve makine öğrenimi yöntemleriyle nasıl analiz edilebileceğini kapsamlı bir şekilde ele almaktadır. Yapay zekâ yöntemlerinin sunduğu veri analizi, sosyal medya istihbaratı ve suç tahmin modülleriyle desteklenmiş yeni bir modeli bilim dünyasına sunmaktadır.
100 Yılın Ardından Sınıflar Devrim ve Devlet – Sınıf Penceresinden Bir Cumhuriyet İncelemesi
Kolektif, İmge Kitabevi, 2024, 532 s.
Bu kitap, uzun ve kolektif bir tartışma sürecinin ürünü. Kitabın yazarları 100. yılını geride bırakan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemine nasıl bakmamız gerektiği sorusunu birlikte tartıştılar. Sonuçta ortaya çıkan bu kitap, kuruluş sürecine sınıf pers-pektifinden ve eleştirel bir sahiplenmeyle yeniden bakmayı deni-yor. Cumhuriyet yazınında var olan yaklaşımları ve bulguları tekrarlamaktan özenle kaçınarak, her bir başlıkta özgün araştırma sonuçlarını, yeni bir yaklaşımla okuyucusuyla paylaşıyor. Yola çıkarken Cumhuriyet’le ilgili ezberleri tekrar etmeyen ve bu ezberleri sorgulayan sorular sormak derdindeydik. Elinizde tuttuğunuz kitap işte bu sorulara verilen kapsamlı yanıtları içeriyor.
Çağdaş Fizik Düşüncesi – Fransız Felsefe Cemiyeti Toplantıları
Kolektif, Ketebe, 2024, 160 s.
20. yüzyılın ilk yarısı fizik tarihindeki en hararetli tartışmalara sahne olmuştu; fizikçilerin bir araya gelip çarpışan yeni teorileri tartıştıkları mecralar elbette vardı ancak bu mecralar arasında Fransız Felsefe Cemiyeti öne çıkıyordu, çünkü bu cemiyetin toplantılarına sadece fizikçiler ve matematikçiler değil, dönemin önde gelen filozofları ve hatta şairler bile katılabiliyordu. Dolayısıyla fizikçi, matematikçi, filozof ve şair aynı masa etrafında yeni sunulan bir teoriyi tartışabiliyordu. Bu teorilerin etkisi günümüze kadar devam ettiyse belki de en önemli etken böyle bir tartışma ortamı bulabilmiş olmalarıydı. Görelilik Kuramı ve Kuantum Mekaniği gibi dünyamızı kökten değiştiren meselelerin tartışıldığı bu toplantılar, son yüzyılın bilim ve teknolojisini anlamak için kritik bir öneme sahip.
Simondon ve Bireyötesi Felsefesi
Muriel Combes, Çev. Nehir Evin, Livera Yayınevi, 2024, 200 s.
Simondon teknik üzerine de düşünür. Fakat bu düşünüş nostaljiyle karışık bir teknofobinin kötümserliği ile tozlanmış bir ilerleme idealine sessizce bağlı kalan bir teknoloji hayranlığının iyimserliği arasındaki karşıtlıkta tüketilemeyecek kadar titiz ve detaylıdır. Simondon’u özgün olduğu ölçüde anlaşılması güç kılan sibernetik, fizik ve biyoloji gibi ustalaştığı alanlardan el koyduğu kavramlarla; ontoloji, zihin felsefesi ve politika felsefesi gibi disiplinlerin klişeleşmiş düşüncelerini sarsan yepyeni bir felsefe geliştirme uğraşıdır. Zaten başta Deleuze olmak üzere kimi önemli figürler için bir ilham kaynağı olmasının altında yatan sebep düşüncesinin bu çok disiplinli, özgün ve incelikli boyutudur.
Muriel Combes’un kitabının önemi ise Simondon’un parça parça yayımlanan ve uzun süre birbirinden kopuk olarak ele alınan teknik, psiko-kolektif, ontoloji, fizik ve biyolojiye temas eden çalışmalarını iletişime geçirmesinden ileri gelir. Simondon ve Bireyötesi Felsefesi yalnızca Simondon üzerine değil, Simondoncu bir düşünme tarzının nasıl işleyebileceğini de gözler önüne seren bir çalışmadır ve özellikle birey toplum ikiliğine sıkıştıralamayacak kolektifin duygulanımsal boyutunu aktaran bireyötesi kavramına odaklanır.
Simondon’u hem bütüncül olarak hem de eleştirel bir biçimde ele alan bu metin yalnızca Türkçe literatür içinde değil, dünya genelinde yazılmış en kayda değer monografilerden biri olma özelliğini taşır.