Dr. Çağrı Yalgın
Helsinki, Finlandiya
Derginizin 251. sayısında (s.18-28) Ender Helvacıoğlu, bilimsel düşüncede çok önemli bir noktaya dikkat çekiyor: Marx ve Engels’in devrim öngörülerinin gerçekleşmemesinden yola çıkarak, “Kısacası, ‘olgular’ genellikle ‘olması gerekenlere’ uymuyor. Tersine, olması gerektiğini düşündüklerimizi olgulara göre revize etmeliyiz. Dogmalarda ısrar etmek yerine, kuramlarımızın kapsamını yeni olguları da kapsayacak biçimde genişletme çabası içinde bulunmalıyız.” diyor.
Öngörünün gerçekleşip gerçekleşmemesi, bir bilimsel hipotez için en önemli bir ölçüttür. Bilim deneme-yanılma yoluyla ilerlediğinden, birçok öngörü tabii ki yanlış çıkacaktır. Bu, hipotezi ya da öngörüyü ortaya atanın kusuru değildir. Hatta kusur değildir. Önemli olan, bunlardan yararlanarak hipotezi kısmen ya da tamamen gözden geçirerek, yani Helvacıoğlu’nun da kullandığı terim ile revize ederek yeniden sınamaktır. Ne var ki revizyon terimi, sosyalist literatürde neredeyse bir hakaret olarak kullanılmaktadır.
Sosyalist deneylerde ortaya çıkan sorunlar da kuramın ve uygulamasının geliştirilmesi için fırsat olarak görülmelidir. Bir kuram ya da uygulama, ancak sorunlarını ele alarak geliştirilebilir ve güncellenebilir. Ne var ki konuyu sosyalist ülkelerdeki sorunlardan açtığımda sosyalistlerden kabaca üç türde yanıt alıyorum: 1) İnkâr: Böyle bir şey olamaz, olmamıştır, komplodur veya abartıdır. 2) Neredeydincilik (whataboutism): Bunlar kapitalist ülkelerde de olmaktadır. 3) Sosyalizm bu değil: Önemli olan teoride, idealde ne olduğudur, uygulamadaki sorunlar gözden gelinebilir. Bu argümanların üçünün de ortak paydası, sorunun ele alınmamasıdır. Zaman zaman soruyu savuşturmak için refleks gibi verilen bu yanıtlar, sosyalist kuramı ya da uygulamayı geliştirir veya sosyalist olmayan birini ikna eder mi?
Sovyetler üzerine bildiklerimizin bir kısmı anti-Sovyet propaganda kaynaklı olmakla birlikte, önemli bir kısmı da doğrudur. En azından ben, Eston eşimin ailesinden bizzat işittiklerinden bunları biliyorum. Eşimin bir öğretmen olan anneannesi, Sovyet döneminde yokluk, baskı ve haksızlıklar olduğunu anlatıyordu. Ona göre o dönemde bu sorunlardan bahsetmek de mümkün değildi, çünkü insanı komşusu dahi ihbar edebilir ve o şikâyet başa iş açabilirdi. Bu sebeplerden, bağımsız Estonya’da daha mutluydu.
Sayın Taylan Kara, “McDonald’s Kuyruğu ve Sovyet Çöküşü” adlı YouTube yayınında bu durumu özetlemiş: “Romantik Sovyetçilikten de anti-Sovyetik propaganda aygıtından da bilincimizi kurtarmamız gerekiyor.”
Bu gibi sorunları teşhis edip çözümünü aramak bir zayıflık değildir, doğru bir adımdır. Bunları gündemlerine neredeyse hiç almamaları, en azından günümüz sosyalistlerine umutla bakmama engel oluyor. Özellikle Türkiye’de sosyalistlerin gündemi neredeyse tamamen kapitalizm, milliyetçilik ve emperyalizm eleştirisine odaklanmış durumda. Sürekli yeni dergiler, siteler, dernekler, partiler kuruluyor; sayfalarca yazılar, raporlar ve bildiriler yayınlanıyor. Ne var ki sosyalizmin uygulamalarındaki sorunları geleceğe yönelik olarak çözmek, geliştirmek üzere ele alan kolay kolay bulunamıyor. Hani bazen tatsız ama önemli bir işi yapmaya elimiz gitmez de başka işlerle meşgul oluruz ya? Sosyalist sol sanki tam da bunu yapıyor. Neticede, gençliğimde de okuduğum bu sol yayınlar bana bu sorunlara Marksist kuram içinde çözüm bulunamadığını, belki de bulunamayacağını, bu konulardan tam da bu yüzden sakınıldığını düşündürüyor.
Önyargılarımızı sorgulamak için “Ne gibi bir kanıt görürsem fikrimi değiştiririm?” diye sormakta yarar vardır. Ben de bu konuda fikrimi, sosyalistlerin zamanlarını, sosyalist tecrübelerdeki somut meseleleri ele alarak çözmeye çalışmaya harcadıklarını gördüğümde değiştireceğim.