Ana Sayfa Dergi Sayıları 252. Sayı Orhan Küçüker’in ardından ‘Buluşmak üzere…’

Orhan Küçüker’in ardından
‘Buluşmak üzere…’

246

Haluk Ertan

Yakınlarda kadim bir dostumu, Orhan Küçüker’i yitirdim.

Ne oldu derseniz, insanlığın bilindik derdi işte: 70’li yaşlara henüz ayak basmıştı ki, bir an için nefessiz kalan yüreği durdu. Ne diyeyim? Benden önce gitmez dediklerimdendi Orhan.

Söylenecek o kadar çok şey var ki. Nereden başlanır bilmiyorum. “Dostun iyisi, yararlı olanıdır” demiş eskiler. Beylik laftır ama böyle dostların sayısının çok az olduğunu kendimizden biliriz. Yararları, yıllar boyu yaşamdan damıttıkları kültürlerinden gelir. Dostlukları huzur verir, güven verir. İnsan gönlüne yük olmadıkları için haz verir arkadaşlıkları. Orhan da böyleydi.

Bilge insan özellikleri vardı onda: Az konuşurdu, daha doğrusu boş konuşmayı sevmezdi, boş işler yapmayı sevmediği gibi. Alçakgönüllü insanlar hem iyi dinleyici hem de sohbet erbabıdırlar. Orhan’ın en sıradan muhabbetinde bile huzuru, bilgiyi, aklı hissederdiniz. Bundan olsa gerek onunla görüşmekten hep zevk almışımdır. Çok özleyeceğim.

Orhan’ın imrenilecek yetileri vardı; benim için özel olanlarından biri fotoğrafçılığıydı. Bu yanını sanırım ancak eski dostları bilir. Gençliğinde, elinde avucundaki tüm parayı yatırdığı Minolta makinasıyla binlerce kare resim çekti. Kilometrelerce süren yürüyüşlerine kimi zaman katılırdım. Çektiklerinin bir kısmı, yüksek kalibre profesyonel sanatçıları dahi imrendirecek kalitede görüntülerdi. Kim bilir, belki bir gün, biri çıkar ve bu hazineyi gözler önüne serer. Bu arada ona özenip ben de bir makina almıştım ama sanatçılardaki -herhalde- doğuştan gelen görüş yetisi ve sabırdan mahrum olduğum için hevesim bir yere varamadı. Işıkla, mekânın yarattığı o büyüleyici anı yakalamak herkesin büyük hayalidir ama sokağa çıkıldığında çoğunlukla hüsran yaşandığı da bilindik bir gerçek.

Orhan akademisyendi. Botanik profesörüydü. Binlerce öğrenci yetiştirdi. Ömrü mikroskobun ardında geçmiş bir tür bitki cerrahıydı. Bu büyük deneyim sayesinde, akademik yaşamının son devrinde devasa ve özgün bir eser olan Biyoloji Tarihi adlı kitabı yazdı. Satır satır okumaktan büyük haz aldığım bir kitaptı. O kadar bilgiyi toplaması yıllarını almıştı. Yakın tarihin küflü dehlizlerinde sağa sola saçılmış, bölük pörçük bilgi kırıntılarını bir araya getirmek insan sabrının sınırlarını zorlayan devasa bir dantel işine benzer. Zaten bu gücü ve titizliği göstermek herkesin harcı olmadığı için ilk yazan o oldu. Kitabın “Amiral Gemisi’ni”, “Türkiye’de Biyoloji Tarihi” bölümü oluşturuyordu. Cumhuriyet sonrası kurulan ilk çağdaş biyoloji bölümünde yetişmenin avantajıyla kitabında anlattığı kimi olayların doğrudan tanığıydı. Bilimcileri ise bizzat tanımıştı. Bizim akademisyenlerimizin tarihe not düşme, yaşadıklarını, bildiklerini kâğıda dökme adeti olmadığı için bu kitabı yazmakla doğru bir iş yapmıştı Orhan. Yeni kitabı Çekiç, Mercek ve Yelkovankuşları ise beni bekliyor.

Sanırım 2007 yılıydı, uzun süreli yurt dışına çıkacaktım; kendisini görmeye Botanik Anabilim Dalı’na gitmiştim. Koridorda karşılaştık, “Odada bekle, hemen geliyorum” dedi. Etrafı kolaçan ederken bilgisayar ekranında kalmış harika bir görüntü dikkatimi çekti. Ne olduğunu sordum. Büyük Meksikalı devrimci ressam Diego Rivera’nın tablosuymuş. İlk kez duyuyordum. Hayranlıkla diğer eserlerine de baktık. Hoşça kal demeye gitmiş, görsel bir şölen yaşamıştım. Orhan ile dostluk böyle bir şeydi.

Bir gün bana “Gel bak sana enfes bir şiir göstereceğim” dedi. En az 35 yıl önceydi; gösterdiği ilk okumamdan beri hiç unutmadığım büyük ozan Can Yücel’in görkemli şiiriydi:

BULUŞMAK ÜZERE

Diyelim yağmura tutuldun bir gün

Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek

Öbür yanda güneş kendi keyfinde

Ne de olsa yaz yağmuru

Pırıl pırıl düşüyor damlalar

Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın

Dar attın kendini karşı evin sundurmasına

İşte o evin kapısında bulacaksın beni

 Diyelim için çekti bir sabah vakti

Erkenceden denize gireyim dedin

Kulaç attıkça sen

Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan

Ege denizi bu efendi deniz

Seslenmiyor

Derken bi de dibe dalayım diyorsun

İçine doğdu belki de

İşte çil çil koşuşan balıklar

Lapinalar gümüşler var ya

Eylim eylim salınan yosunlar

Onların arasında bulacaksın beni

 Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya

Çakmak çakmak gözleri

Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı

Herkes orda sen de ordasın

Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından

Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim

Özgürlüğe mutluluğa doğru

Her işin başında sevgi diyor

Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili

Bi de başını çeviriyorsun ki

Yanında ben varım

Düşünüyorum da Orhan yıllar önce bizlere bir ipucu vermişti: Tekrar görüşecektik.

O halde şimdilik, “buluşmak üzere” diyorum…