Ana Sayfa Dergi Sayıları 252. Sayı Stefan Zweig’in Satranç’ı: Akıl, esaret ve oyunun ötesi

Stefan Zweig’in Satranç’ı: Akıl, esaret ve oyunun ötesi

348

Leman Atalay

Bazı yazarlar, sadece kelimeleriyle değil, yaşadıklarıyla da tarihe kazınır. Stefan Zweig, o isimlerden biri. 20. yüzyılın en parlak edebiyatçılarından biri olarak, insan ruhunun en derin sancılarını anlatırken, kendi içinde de büyük bir savaş verdi. Sürgün, yersizlik, geçmişe duyulan özlem ve geleceğe dair umutsuzluk… Zweig’in hayatı, yazdığı eserler kadar sarsıcı bir sonla noktalandı.

Naziler kitaplarını yaktığında, onun için bu sadece bir saldırı değil, inandığı Avrupa’nın çöküşünün işaretiydi. Yurdundan sürgün edildi, farklı ülkelerde yaşadı, ama hiçbir yer ona ev hissini vermedi. Brezilya’ya vardığında, artık yaşamanın bir anlamı kalmadığını düşünüyordu. Ve yanında her zaman olduğu gibi eşi Lotte vardı. Birbirlerine tutunarak çıktıkları bu yolculuğu, yine birlikte sonlandırdılar.

Ama Zweig’in vedası, onun hikâyesinin sonu olmadı. Satranç gibi eserleriyle, insan zihninin ve yalnızlığının derinlerine inmeye devam ediyoruz. Onun çaresizliğini, kaybolmuşluğunu ve umudunu arayışını, her satırda yeniden hissediyoruz. Belki de asıl soru şu: Zweig gerçekten gitmek zorunda mıydı? Ve bugünden baktığımızda, onun hissettiği çaresizlik bize ne anlatıyor?

Gemideki satranç ve zihinlerin savaşı
Satranç, bir gemi yolculuğuyla başlıyor. Geminin yolcularından biri, dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic. Yetimhanede büyümüş, konuşkan ya da sosyal biri değil. Düşünmeyen, sorgulamayan, yalnızca kazanmaya programlanmış biri. Satranç tahtasının başında, bir makine gibi işliyor. Öğrenilmiş ezberlerin dışına çıkmayan, strateji geliştirmek yerine başkalarının stratejilerini ezberleyen bir oyuncu. Ve belki de Zweig’in, dönemin faşist yöneticilerine biçtiği kusursuz karakter.

Karşısında ise Dr. B var. Bir zamanlar varlıklı ve entelektüel bir Avusturyalı olan Dr. B, Naziler tarafından bir otel odasına kapatılmış, ne öldürülmüş ne de sorgulanmış… Sadece unutulmaya bırakılmış. Ama insanı en çok öldüren şey, bazen fiziksel işkence değil, sessizliktir. Bir gün şans eseri ele geçirdiği bir satranç kitabı onun tek kaçış noktası olur. Önce hamleleri ezberler, sonra kendi kendine oynamaya başlar. Ama bir noktadan sonra oyunu sadece oynayan değil, ona hapsolan biri haline gelir.

İnsan aklı bazen en büyük müttefikiniz olur, bazen de en büyük düşmanınız. Dr. B’nin zihni, o otel odasında ikiye bölünür: Beyaz taşlarla oynayan taraf, siyah taşlarla oynayan tarafa karşı savaşır. İnsanın kendine karşı verdiği en büyük savaş, kendi içinde kaybolmasıdır. Satranç onun için bir oyun olmaktan çıkar, deliliğin eşiğine sürükleyen bir kapan haline gelir. Ve Zweig’in uyarısı burada yatıyor: Akıl, özgürlük sağlayabildiği gibi, insanı hapsetmenin de en etkili yolu olabilir.

Dünyanın yeni satranç oyunu: Eski taşlar, yeni hamleler
Zweig’in yaşadığı dünya, açık bir savaş alanıydı. Bugün ise savaşlar hâlâ var ama daha sofistike, daha örtük ve daha sinsice ilerliyor. Otoriter yönetimler, sansürler, bilgi kirliliği, büyük veri şirketleri… İnsanlar artık fiziken değil, zihinsel olarak hapiste.

Dr. B’nin yaşadığı esaret, bugünün dünyasında başka biçimlerde yeniden üretiliyor. İnsanlar artık dört duvar arasında değil, ama sonsuz bir ekranın içine hapsedilmiş durumda. Bilgi bombardımanı, sosyal medya manipülasyonları, algoritmaların şekillendirdiği düşünce dünyaları… Kendi aklımızın içindeki bir satranç oyununa çekiliyoruz ve en büyük tehlike, hangi tarafta oynadığımızı bile unutmamız.

Mirko Czentovic’ler hâlâ aramızda. Düşünmeyen, ezberlenmiş hamlelerle ilerleyen, kazanmaktan başka amacı olmayan figürler her yerde. Güç sahipleri, toplumu satranç tahtasında birer piyon gibi kullanırken, bireylerin Dr. B gibi kendi içine kapanması, sadece düşünmekle yetinmesi, ama bu düşünceyi bir eyleme çevirememesi, günümüzün en büyük açmazı.

Bugün bizi dört duvar arasına hapsetmiyorlar. Ama sosyal medyanın, ekranların, sonsuz veri akışının içinde öyle bir zihinsel hapsi yaşıyoruz ki, Dr. B’nin yalnızlığından daha derin bir yalnızlık içindeyiz. Çünkü artık kendi düşüncelerimizin dahi bize ait olup olmadığını bilmiyoruz.

Zweig’in uyarısı: oyundan çıkmak
Zweig, Satranç’ta insan aklının en büyük meydan okumasını anlatıyor: Özgürlük mü, yoksa kendi içine hapsolmuş bir zihin mi? Dr. B’nin hikâyesi, yalnızca Nazi Almanya’sında yaşanan bir trajedi değil; bugünün dünyasında, düşünmeye cesaret eden ama sistem tarafından görünmez kılınan herkesin hikâyesi.

Ve Zweig burada en sert gerçeği yüzümüze vuruyor: Bazen kazanmak için değil, hayatta kalmak için oyundan çekilmek gerekir. Dr. B’nin son sahnede satranç tahtasını terk etmesi, bir yenilgi değil, hayatta kalma içgüdüsüdür.

Peki, bugün biz ne yapıyoruz? Hâlâ satranç tahtasında ezberlenmiş oyunları mı oynuyoruz, yoksa gerçekten özgür bir hamle yapabilecek miyiz? Cevap, belki de Zweig’in satırlarının içinde saklı: Gerçek özgürlük, bazen oyunun dışına çıkmayı başarabilmektir.

Dolayısıyla, Zweig’in Satranç’ta vurguladığı gibi, hayat da tıpkı bir satranç oyunu gibidir; her hareketin geri alınamayacak sonuçları vardır ve bu sonuçlar, bizim kontrolümüzün ötesinde bir gücün etkisiyle şekillenir. Bu yüzden, asıl mesele yalnızca doğru hamleyi yapmak değil, oyunun kurallarını kimin koyduğunu sorgulamakta yatmaktadır.

Stefan Zweig, Çev. Zehra Aksu Yılmazer, 2023, 64 s.