Ana Sayfa Dergi Sayıları 257. Sayı Kitapçı rafı

Kitapçı rafı

368

Bir Pirimatın Anıları – Bir Sinir Bilimcinin Babunlar Arasındaki Sıra Dışı Yaşamı

Robert M. Sapolsky, Çev. Gökçe İnan Yağlı, Pegasus, 2025, 408 s.

Sapolsky’nin Kenya’da bir babun sürüsü üzerinde yirmi bir yıl boyunca yaptığı araştırmanın heyecan verici bir anlatımı olan Bir Primatın Anıları ciddi bilimsel gözlemleri, Serengeti’nin vahşi doğasında yaşamanın insan ve hayvan için zorluklarının yanı sıra böylesi bir yaşamın keyfi hakkında nüktedan yorumlarla harmanlıyor. Sapolsky, araştırması boyunca bir yandan açlıkla, ölüm tehditleriyle mücadele edip gerçeküstü bir kaçırılma olayından sağ kurtulurken, bir yandan da turist zihniyetinin bozulmamış Afrika’nın arkeolojik kalıntılarına nasıl tecavüz ettiğine tanıklık ediyor. Vahşi primatlar üzerinde eşi benzeri görülmemiş fizyolojik araştırmalar yaparken, babun sürüsüne –kendi başlarına eşsiz ve ilgi çekici karakterlere– giderek âşık oluyor ve nihayet trajedi onu engelleyene kadar her yaz onlara geri dönüyor.

Makine – Dil

Ulus Baker, İletişim Yayınları, 2025, 243 s.

Ulus Baker’in sohbet robotu Jabberwacky’le diyaloğundan (1999) Makine, hem modernliğin olağanüstü güçlü bir imgelerdir; hem somut olarak, aygıt olarak, organ olarak, işleyiş olarak, bağlantı olarak, hayatın her alanına nüfuz etmiş bir varlıktır. Dil makineleri, göz makineleri, duygu makineleri, arzulama makineleri… Bunlar hem modern insan varoluşuna dair güçlü bir mecazdır; hem iletişim teknolojisinde, sinemada, bilgi üretiminde “kanlı canlı” mekanizmalardan söz ediyoruzdur. Ulus Baker’in muazzam üretiminin kimi kenarda kalmış kimi “buluntu” parçalarını bir araya getiren bu derlemenin gizli öznesi, makine mecazı ve bizzat makinelerdir. Bu vesileyle dilin ve insanın olanaklarını ve olanaksızlıklarını yeniden düşünmektir.

Bir Avcı – Toplayıcının 21. Yüzyıl Rehberi – Evrim ve Modern Yaşamın Zorlukları

Heather Heying, Çev. Gökçe İnan Yağlı, Pegasus, 2025, 368 s.

Farkındasınız değil mi insanlık tarihinin en müreffeh çağını yaşıyoruz ama yine de mutsuzuz. Zenginliğin ve rahatlığın eşi benzeri yok ancak siyasi manzaramız kopuk. İntihar oranları ciddi şekilde artıyor, yalnızlık duygusu derinleşiyor ve kronik hastalıklar yakamızı bırakmıyor. Bu gerçekler arasındaki uçurumu nasıl açıklayabiliriz? Ve buna nasıl karşılık vermeliyiz? Evrimsel biyologlar Heather Heying ve Bret Weinstein’a göre sorunlarımızın nedeni açık: Modern dünyada yaşanan öngörülemez değişim, beyinlerimizin ve bedenlerimizin bu değişime uyum sağlama kapasitesini katbekat aştı. Topluluk hâlinde yaşamak üzere evrimleştik ama bugün pek çok insan komşularının adını bile bilmiyor. Modası geçmiş toplumsal cinsiyet rollerini bir kenara atma telaşıyla, seksin ete kemiğe bürünmüş gerçekliğini ve kadim köklerini giderek daha fazla inkâr ediyoruz. Kendimize uygun olmayan bir toplumda yaşamaya çalışmanın yarattığı bilişsel uyumsuzluk bizi öldürüyor. Yazarlar bu kitapta, yaygın uyku yoksunluğu ve tehlikeli diyetlerden zarar verici ebeveynlik tarzlarına ve geri kalmış eğitim uygulamalarına kadar günümüzün acil sosyal hastalıklarıyla yüzleşiyor. Akademik araştırmalarının yanı sıra yeryüzünün biyolojik çeşitlilik bakımından yoğun ekosistemlerinde gerçekleştirdikleri onlarca yıllık çalışmaların bir meyvesi olan ve modern insanın sormaya korktuğu soruları soran Bir Avcı-Toplayıcının 21. Yüzyıl Rehberi, daha iyi ve bilge bir hayat yaşamanızı sağlayacak bilim temelli bir dünya görüşünün ana hatlarını çiziyor.

Anadolu Keltleri

Celal Çelik, La Kitap, 2025, 109 s.

Anadolu coğrafyası, jeostratejik ve jeopolitik konumu ile geçmişten günümüze önemli bir bölge olma özelliğini her daim korumuştur. Bu sebeple birçok kültüre ve topluma ev sahipliği yapmış, çok katmanlı tarihsel etkileşim süreçlerine uğramıştır. Bölgenin tarihsel mirası; coğrafya ile ilişkili birçok milletin, devletin ve kültürün etkileşiminden oluşan, karmaşık süreçleri içermektedir. Tarihsel uzun dönemler içerisinde oluşan kültürel kaynaşmayı, net çizgilerle ayrıştırmak oldukça zordur. Hatti, Akad, Asur, Luvi, Hitit, Frig, Anadolu Klasik Antik Çağ krallıkları, Büyük İskender yönetimi, Roma, Selçuklu, Osmanlı ve nihayetinde modern Türkiye Cumhuriyeti, Anadolu tarihi ve medeniyetlerinin ayrılmaz bir parçasıdır. Anadolu (Anatolia) ismi Latincedir ve “güneşin doğduğu yer” anlamına gelmektedir. Roma (Bizans) döneminde “uzak idari bölge” anlamında da kullanılmıştır. Bu coğrafyayı yurt edinen ve kalıcı olarak bölgeye yerleşen Türkler de Anadolu (Anatolia) ismini benimsemiş ve kullanmıştır. Batılılar tarafından bazı dönemlerde bölgeye Asia Minör (Küçük Asya) gibi isimler de verilmiştir. Ancak Anadolu ismi, Türklerle birlikte kalıcı olarak tarihe geçmiştir. Anadolu’da ilk uygarlık izlerine; Orta, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde rastlanmaktadır. Bu kadim bölgeler, Mezopotamya coğrafyası ile doğrudan ilintilidir. Yakın zamanlarda arkeolojik keşiflere konu olan Göbekli Tepe ve Karahan Tepe gibi buluntular, coğrafyanın tarihsel geçmişini daha da derinleştirmektedir Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti olan Ankara’yı (Ankyra) kuran Kelt/Galatlar ise kuşkusuz bu sürecin en önemli aktörlerindendir. Orta Anadolu Bölgesinde kurdukları şehirleri, sosyal yaşamları, kültürleri ve bıraktıkları ile Anadolu mirasına olan katkıları asla göz ardı edilemez.

İnsanın Evrimini Anlamak – Yaşamın Esasları 4

Ian Tattersall, Koç Üniversitesi Yayınları, 2025, 248 s.

Kim olduğumuz, nereden geldiğimiz ve bugün olduğumuz şeye nasıl dönüştüğümüz, yıllarca, basitten karmaşığa doğru adım adım ilerleyen bir silsile şeklinde canlandı kafamızda. Önce ayağa kalktık. Sonra serbest kalan ellerimiz ve artan zekâmızla aletler yaptık. Mızraklar, heykeller, barakalar, ve nihayetinde bugünün görkemli dünyası… Hepsinin altında yatan sır, istisnai beynimizden başkası değildi. Ian Tattersall, insanın evrimini anlamak isteyenler için bu ezberi bozuyor. Okuru konfor alanından çıkarıp “Karmaşa İçinde Karmaşa”ya davet ediyor. Tattersall’ın anlatısında gürbüz Australopitlerle soyumuz Homo’nun erken temsilcileri bir arada yaşıyor. Alet yapmak, Homo türlerinin tekelinden çıkıp 3,5 milyon yıl öncesinin ikiayaklı ilkel insansılarına kadar uzanıyor. İnsan olmanın hikâyesi yongalanmış taşlarla ya da beyin hacmiyle değil; 7 milyon yıl önce bir gün iki ayak üzerinde dikilmekle başlıyor aslında. İnsanın Evrimini Anlamak’ın sayfalarında ilerledikçe kuyruksuz maymunlarla ortak bir atayı paylaştığımız düşüncesinin etrafını saran kuşku, önyargı ve korku bulutları bir bir dağılıyor. Çünkü DNA ve kemiklerin yalan söylemediği bu yolculukta gerçek, orada bir yerde, gömülü olduğu yerden çıkarılmayı bekliyor.

Moleküller – Kısa Bir Giriş

Philip Ball, Çev. Ebru Kılıç, İş Bankası Kültür Yayınları, 2025, 184 s.

Canlı bir hücrenin içerisinde yaşananları birbirleriyle iletişim kuran, işbirliğine giden, rekabete giren, durmaksızın hareket eden moleküllerle dolup taşan bir kente benzetebiliriz. Kimyacıların moleküler dünyayı nasıl gördüklerini anlatan bu kısa giriş kitabında Philip Ball moleküllerin içimizde ve etrafımızda oynadığı hayati rolü gözler önüne seriyor. Canlı sistemlerdeki moleküllere ışık tutarak sentetik kimyanın organik moleküllerden nasıl ilham aldığını örnekleriyle aktarıyor. Tek bir döllenmiş yumurtanın nasıl çok hücreli canlılara, örneğin Mozart gibi bir insana dönüşebildiğini, sabahın erken saatlerinde çiy yediğinde örümcek ipeğini çözünmez kılan şeyin ne olduğunu, tüm bu moleküler dinamizmin laboratuvarlarda nasıl yakalanabildiğini ve daha nice şaşırtıcı bilgiyi aktaran yazar, kimyaya yüzyılımızın en yaratıcı bilimlerinden biri olarak yeni bir gözle bakmamızı sağlıyor.

Kopernik’ten Einstein’e – Evren Uzay Zaman ve Hareket

Hans Reichenbach, Çev. Şehnaz Yardım, Say Yayınları, 2025, 120 s.

İnsanlık tarihi boyunca bu üç büyük gizem, yalnızca bilim insanlarının değil, düşünen her insanın zihnini meşgul etti. Peki ama neden? Gündelik hayatımıza doğrudan bir etkisi olmayan bu soyut meseleler, neden bizi bu kadar derinden etkiler? Bu kitap, evrenin işleyişine dair kadim merakın izini sürerken, bilimsel düşüncenin nasıl adım adım şekillendiğini sade bir dille ortaya koyuyor. Dünya’nın evrenin merkezinde olmadığını dile getirmek ne anlama gelir? Kopernik’in keşfi neden sadece astronomi tarihini değil, düşünce tarihini de altüst etmiştir? Einstein’ın görelilik teorisi, yalnızca bilimsel bir devrim midir, yoksa insanın evrendeki yerini yeniden düşünmesine yol açan bir kırılma noktası mıdır? Okuyucuyu hem bilimsel hem felsefi bir yolculuğa davet eden bu eser, eski ve yeni bilgilerin nasıl ustalıkla harmanlandığını gözler önüne seriyor. Evrenin kapılarını aralarken, yalnızca yıldızlara değil, kendi varoluşumuza da farklı bir gözle bakmamıza yardımcı oluyor.

İklim Değişikliğinin Ekonomisi

Faruk Mike, Ekin Basım Yayın, 2025, 185 s.

İklim Değişikliğinin Ekonomisi, sıcaklık artışları ve yağış miktarındaki düzensizlikler gibi aşırı iklim olaylarının makroekonomik ve sektörel etkilerine odaklanmaktadır. Bu bağlamda, iklimsel değişimlerin ekonomik büyüme, istihdam, yatırım ve yoksulluk gibi alanlardaki etkileri detaylı bir şekilde incelenmektedir. Ayrıca tarım, sanayi ve hizmetler sektörüne ait 14 alt ana grup özelinde, iklim değişikliğinin yarattığı riskler, beklentiler ve uyum stratejileri ayrıntılı bir şekilde tartışılmaktadır. Kitap, ulusal yazında iklim değişikliği ile ekonomi arasındaki ilişkiyi bütüncül biçimde ele alan ilk eser olma niteliği taşımaktadır. Ekonomi bilimine ilişkin salt bir akademik metin olmanın ötesinde, iklim değişikliğine ilgi duyan herkesin rahatlıkla takip edebileceği sade ve anlaşılır bir anlatım dili tercih edilmiştir. Bu yönüyle yalnızca bilimsel bir katkı sağlamayı değil, aynı zamanda toplumsal farkındalığı artırmayı da hedeflemektedir. İklim değişikliği bilinenin aksine geleceğin değil, bugünün sorunudur. Bu sorunun temelinde, çevresel etkileri göz ardı eden üretim ve tüketim alışkanlıkları yer almaktadır. Günlük yaşamda kullandığımız pek çok ürün, çoğu zaman fark edilmeyen çevresel maliyetler içermektedir. Bu maliyetlerin birikimli etkisi ise iklim değişikliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Üstelik süreç, geri dönülmesi güç bir eşik noktasına doğru hızla ilerlemektedir. Gerekli önlemler alınmadığı takdirde, çok da uzak olmayan bir gelecekte toplumları çok daha ağır ve zorlu iklimsel koşullar beklemektedir.

Marie Curie ve Radyoaktivite Bilimi

Naomi Pasachoff, Çev. Mustafa Bayrak, VakıfBank Kültür Yayınları, 2025, 136 s.

Yirminci yüzyılın en ünlü kadınlarından biri olan Marie Curie, gerçek anlamda bir öncüydü. Radyum ve polonyum gibi iki radyoaktif elementi keşfetmesiyle tanınan Marie Curie, Nobel Ödülü kazanan ilk kadın olması yanında iki ayrı bilim dalında – 1903’te kocası Pierre ile birlikte Fizik ve 1911’de tek başına Kimya – Nobel ödülü kazanan ilk bilim insanıydı. Bu biyografide Marie Curie’nin laboratuvarda ne kadar parlak ve yaratıcı olduğunun yanında laboratuvar dışında da aynı derecede tutkulu olduğu açıkça ortaya konuyor. Eşinin 1906’daki zamansız ölümünün yasını tutarken, Sorbonne’da fizik profesörü olarak görevlendirilen ilk kadın oldu; iki parlak kızını özveriyle yetiştirdi, röntgen ekipmanıyla donattığı çok sayıda minibüsü Birinci Dünya Savaşı’nın ön saflarına sürdü; Albert Einstein ve yirminci yüzyıl fiziğinin diğer kurucularıyla arkadaş oldu; iki ABD başkanının desteğini kazandı ve dünyanın dört bir yanındaki genç kadın nesillerine bilimi bir yaşam biçimi olarak sürdürmeleri için ilham verdi. O bir fizikçi, bir eş, bir anne ve çığır açan bir profesyonel kadındı. Bu biyografi, bilimsel keşif ve kişisel bağlılığın ilham ve heyecan verici bir öyküsüdür. 1934’teki ölümünün ardından Albert Einstein, “Marie Curie, tüm ünlü kişiler arasında, şöhretin yozlaştırmadığı tek kişidir” diyecek kadar duygulanmıştı.

Fransız Matematikçiler

Ali Dönmez, Doruk Yayınları, 2025, 520 s.

Orta Çağ’dan modern döneme uzanan süreçte Fransa’nın yetiştirdiği en parlak matematik zekâlarını bir araya getiren bu eser, Batı matematiğinin evrimine damga vuran Fransız geleneğini tüm detaylarıyla gözler önüne seriyor. Gerbert’in erken dönem aritmetik çalışmalarından Descartes’ın analitik geometri devrimine, Fermat’nın sayılar teorisine efsanevi katkılarından Cauchy’nin modern analizdeki kurucu rolüne, Poincaré’nin topoloji alanındaki çığır açıcı çalışmalardan Bourbaki’nin 20. yüzyılda matematiği yeniden tanımlayan çalışmalarına kadar, Fransa’nın matematik tarihindeki olağanüstü serüvenini anlatıyor. Bu kapsamlı çalışma, sadece büyük teorisyenlerle sınırlı kalmayarak, matematik dünyasının az bilinen ama önemli isimlerine de hak ettikleri yeri veriyor. Mersenne’in bilimsel iletişim ağındaki kilit rolü, Lagrange’ın mekanik alanındaki devrimsel katkıları, Galois’nın grup teorisi alanındaki genç yaştaki parlak keşifleri ve Lebesgue’nin integral kavramını yeniden tanımlaması gibi tarihi dönüm noktaları, dönemin sosyal ve bilimsel bağlamı içinde ele alınıyor. Özellikle Fransız Devrimi sonrasında École Polytechnique’in yetiştirdiği Monge, Fourier, Laplace ve Carnot gibi dâhilerin matematiği nasıl dönüştürdüğü vurgulanıyor. Fransız Matematikçiler, matematik tarihine ilgi duyanlar için vazgeçilmez bir başvuru kaynağı niteliğinde. Kronolojik bir akışla düzenlenen içeriği, detaylı biyografik bilgileri ve zengin kaynakçasıyla, Fransa’nın matematik alanındaki benzersiz katkılarını anlamak isteyen okurlara kapsamlı bir rehber sunuyor. Bu eser, sadece matematikçiler için değil, bilim tarihi ve Avrupa’nın entelektüel mirasına ilgi duyan herkes için önemli bir kaynak olarak kitaplıklardaki yerini almayı hak ediyor.

Tek İstediğimiz Dünya – Polen Ekoloji Kitaplığı

Patrick Bresnihan, Çev. Uğur Gezen, Ceylan Yayıncılık, 2025, 251 s.

İster Filistin’de, ister Türkiye’de, ister İrlanda’da olsun, “çevre ötesi ” hareketler, yeryüzü için verilen mücadelenin toplumsal adalet mücadelesinden, her ikisinin de hayatta kalma mücadelesinden ayrılamaz olduğunu gösteriyor. Tek İstediğimiz Dünya başlığı, toprağın ve insanların kurtuluşunu birbirinin aynısı olarak görenlerin duygularını yansıtarak bu bütünlüğü somutlaştırmaktadır. Filistinli şair Mahmud Derviş, “Dünya Üzerimize Kapanıyor” adlı şiirinde ilgili bir bağlantıyı güçlü bir şekilde yakalıyor: “Son hudutlardan sonra nereye gidelim? Son gökten sonra kuşlar nereye uçsun?” Bu dizeler Filistin halkı ile toprakları arasındaki derin bağı dokunaklı bir şekilde ifade etmekte, toprak kaybının kimlik ve özgürlük kaybına denk olduğunu vurgulamaktadır. Derviş’in kelimeleri, bu kitapta ele alınan temalarla derin bir yankı uyandırmakta, çevresel yönetim ile adalet arayışının ayrılmazlığının altını çizmektedir.

Yayın Emekçisinin Adı Yok – Çalışma ve Geçim Standartları Konusunda Bir Saha Araştırması

Nilgün Ongan, Kor Kitap, 2025, 96 s.

Nilgün Ongan, bu kitapta kültür işçileri olarak yayınevi emekçilerinin çalışma ve yaşam koşullarına dair bir araştırmanın sonuçlarını paylaşıyor okurla. Yayın emekçisinin sınıfsal konumuna dair tartışmalarla birleşen bu saha araştırmasının sonuçları, Marx’ın emek değer teorisinin günümüzde geçerliğini yitirdiğine dair tezlere de doğrudan bu alandaki emekçilerin ağzından verilmiş bir cevap aynı zamanda. Yeni iş ve çalışma türlerinin biçimlendirdiği pratiklerle her gün daha da atomize edilen, işçi sınıfından kopartılarak bir kimlik biçimine sokulan, üretimdeki pozisyonu ve kapitalist üretimin ilişki- sel niteliği göz ardı edilerek sınıf dışı bir noktaya çekilen yayınevi emekçilerinin işçi sınıfının diğer kesimleriyle ortaklıklarına odaklanıyor Ongan. Esnekliğin yarattığı çalışma düzenine ve işçiye etkilerinden “gönüllü çalışma”, güvencesizlik, idealizm sömürüsü ve ayrıcalık duygusuyla yaratılan rıza üretimine kadar öne çıkan bir dizi meseleyi emekçilerin söylediklerinden yola çıkarak tartışan Ongan, son olarak bu cendereden çıkmanın yegâne yolu olarak örgütlenmenin önündeki engellerle birlikte imkânlarına da bakıyor. Özelde yayınevi emekçilerine odaklanan ama oradan yola çıkarak pek çok kültür işçisine de teşmil edilebilecek bu çalışma, yayıncılık sektörüne emekçilerden yana bir bakış açısının hâkim kılınması için bizzat emekçilerden gelen bir çağrı olarak da okunabilir.

İnsan Hakları: Yaklaşımlar Kazanımlar Sorunlar

Michael Freeman, Çev. Kıvanç Koçak, İletişim Yayınları, 2025, 295 s.

İnsan hakları nedir? Sosyal bilimlerden ayrı incelenebilir mi? Evrensel bir ilke midir, tarihsel bir söylem mi? Michael Freeman, bu soruları cevaplandırarak yalnızca bir kavram analizi yapmanın ötesine geçiyor ve insan haklarını gerçekçi bir yaklaşımla, tarihten ve günümüzden örnekler sunarak somutlaştırıyor. Mültecilerin/göçmenlerin durumu, çevre sorunları, 21. yüzyılda hâlâ devam eden savaşlar, salgın, cinsel kimlik ve yönelime dair ayrımcılıklar gibi güncel konuları da es geçmiyor. İnsan hakları söyleminin, doğuşundan bu yana hiçbir zaman tek başına hukuki bir mesele olmadığını; felsefi, siyasal ve kültürel alandaki yansımasını gözler önüne sererek disiplinlerarası bir çalışma ortaya koyuyor. Aynı zamanda, bu söylemin evrensellik iddiasını da tartışmaya açıyor. İnsan Hakları, düşünsel kaynak niteliğinde, konuyla ilgili toplumsal ve hukuki çalışmalara ışık tutan, hukukçuların olduğu kadar, konuya ilgi duyanların da yararlanabileceği, geniş perspektifli bir kitap.

Hunların Dünyası: 5. yy. Armenia Müverrihlerinin Anlatımında

Oder Alizade, Kabalcı Yayınevi, 2025, 390 s.

Hunlar, tarih yazımında çoğunlukla savaşçı kimlikleriyle öne çıkan bir topluluk olarak anılsa da bu çalışma onların yalnızca askerî niteliğini değil bölgesel siyasetin, dinî dönüşümlerin ve kültürel etkileşimlerin şekillenmesindeki etkili konumunu da gözler önüne sermektedir. Dr. Oder Alizade’nin özgün kaynaklara dayanan bu titiz incelemesi, V. yüzyıl Armenia müverrihlerinin Grabarca metinlerinde yer alan Hun anlatılarını çözümleyerek, Güney Kafkasya’nın tarihsel dokusunu yeni bir bakışla ele alıyor. Eserde Hunlar; Sasanilerle karşı karşıya gelen, Armenia’daki ayaklanmalarda hem müttefik hem de rakip olarak beliren, Hazar’ın doğusu ve batısında farklı siyasi yapılarla tanınan ve en önemlisi, Güney Kafkasya’daki askerî ve siyasî gelişmelerin seyrini tayin eden aktörler olarak karşımıza çıkıyor. Hunların Dünyası, sadece bir kaynak derlemesi değil; tarihsel metin çözümlemesi, eleştirel tarih yazımı ve disiplinlerarası bir perspektifin imkânlarını bir araya getiren özgün bir araştırmadır. Eserde kullanılan metodoloji, klasik anlatıların ötesine geçerek Hun tarihine ilişkin yerleşik kabulleri sorgulamayı hedefler. Bu kitap; erken dönem Türk tarihi araştırmacıları, Kafkasya çalışmalarıyla ilgilenen tarihçiler, dil ve din etkileşimlerini inceleyen akademisyenler ile disiplinlerarası perspektiften düşünen okurlar için engin bir başvuru niteliği taşımaktadır.

İstanbul’un Tarihsel Topografyası

Wolfgang Müller , Wiener, Çev. Ülker Sayın, Yapı Kredi Yayınları, 2025, 536 s.

Roma, Bizans ve Osmanlı… Bu üç büyük uygarlık, insanlık tarihinin en çarpıcı öyküsünü İstanbul’da sergiledi. İnsanı tanrıların gölgesinde bırakan Roma paganizmi, Bizans’ın siyasi kimliğe bürünmüş ortodoksluğu ve kendi içine kapanmış mistisizmi ile Osmanlı, birbirlerinden devşirdikleri kültür mirası üzerinde İstanbul’u yarattılar. İstanbul, bu uygarlıkların iç içe, yan yana durdukları, kimi zaman aynı hayat gerçeklerini paylaştıkları, kimi zaman da farklı yönlere uzanarak kendi özgün kişiliklerini tarihe kabul ettirdikleri bir kentin adı oldu. İstanbul’un tarihini doğru okumak, bu dünya kentini şekillendiren uygarlık tabakaları üzerinde çok bilinmeyenli bir denklemi çözmekle mümkün. Wolfgang Müller-Wiener, bu gerçekten hareketle kentin “Byzantion”, “Konstantinopolis” ve “İstanbul” dönemlerini kuşatan yapı sanatını, topografik verilerin ışığında inceliyor. İstanbul’un Tarihsel Topografyası, tarihöncesinden başlayıp antik yerleşimlere ve buradan da Bizans’ı bütünüyle kuşatarak Osmanlı’ya ulaşan bir zaman dilimi içinde, kentin mimari dokusunu yapı örnekleri üzerinde durarak araştırmakta. Roma tapınak kalıntıları, Bizans sarayları, kiliseleri, surları, sarnıçları ve Osmanlı mimarisinin Klasik Dönem sonuna kadar ortaya koyduğu bütün yapı envanteri, tek tek ele alınmak suretiyle kentin fiziksel değişimi gözler önüne seriliyor. Metni destekleyen yüzlerce harita, gravür ve fotoğraf ile ayrıca ek olarak verilen 1/10.000 ölçekli topografik plan, İstanbul’u bir dünya kenti yapan kültür mirasını tüm çarpıcılığıyla ortaya koyuyor.

Filistin’de Çiğnenen İnsanlık

Roberta De Monticelli, Çev. Cemal Kaan Emek, Lejand, 2025, 312 s.

Filistin’de olup bitenler yerel bir ölçeğe indirgenemez. Bu, hepimizi anlatan bir kıyamettir, dünya tarihinin bir “düğümü”dür ve felsefeyi de ilgilendirir. Aynı yılın 7 Ekim’indeki katliamı izleyen aylarda devam eden bir tanıklık yolculuğuna dayanmaktadır. Kamusal müdahaleleriyle de tanınan filozof Roberta De Monticelli, Avrupa, Asya ve Afrika arasında sıkışmış küçücük bir Akdeniz toprak parçası olan Filistin’de medeniyetin temelini oluşturan çelişkilerden birinin trajik biçimde şekillendiğini görür. Cevaplanması gereken birçok soru vardır: Gücün sınırı neresidir? Hangi adalet savunulmaya değerdir? Diğer tüm yasaların üstünde bir yasa var mıdır? Siyaset, barış içinde bir gelecek hayal etmek için nasıl devreye girebilir? Filistin’in tarihine ve bugününe bu bakış bir tarihçinin, bir siyaset bilimcinin, bir jeopolitika uzmanının ya da bir aktivistin bakışı değildir. Monticelli’nin tanıklık yolculuğu adaletin, hukukun, insanca bir arada yaşamanın imkânı üzerine bir felsefi araştırmaya dönüşür. Burada Musa, İsa ve Muhammed peygamberlerin; Augustinus ile Justinyen’in; Cusanus ile Grotius’un; Freud, Thomas Mann ile Jeanne Hersch’in yolları kesişir. Bu kitabın temelinde, herkesin bir şekilde ortak olduğu o “inkâr” duvarını yıkma isteği de vardır. Keyfiliğin, şiddetin, 57 yıldır süren bir askerî işgal zulmünün, bunun öncesindeki tarihsel sürecin ve aynı zamanda pek çok Filistinliyi ve az sayıda İsrailli Yahudi’yi hâlâ kırılgan ama inatçı bir umutla bağlayan o incecik hukuk bağının silinip gitmesini aşmak isteği.

Biyoloji ve Feminizm: Felsefi Bir Giriş

Lynn Hankinson Nelson, Akademim Yayıncılık, 2025, 348 s.

Yaşam bilimleri uzun zamandır cinsiyet farklarını açıklamaya çalışıyor; kimi zaman evrimsel stratejilerle, kimi zaman da nörolojik ya da genetik varsayımlarla. Peki, bu açıklamalar ne kadar bilimsel, ne kadar toplumsal kabullere dayanıyor? Biyoloji ve Feminizm, feminist bilim eleştirilerinin tam da bu sorular etrafında şekillendiği özgün ve çok disiplinli bir giriş sunuyor. Epistemoloji, biyoloji felsefesi, feminist teori, çağdaş bilim felsefesi üzerine çalışmalarıyla tanınan Nelson, feminist bilim insanlarının biyolojiyle nasıl eleştirel ve yapıcı biçimde ilişkilendiğini; nesnellik, bağlamsalcılık, bilimsel kanıt gibi temel meseleleri sorgulayarak inceliyor. Evrimsel biyolojiden nörobilime, gelişim biyolojisinden primatolojiye kadar birçok alanda öne çıkan toplumsal cinsiyet varsayımlarını masaya yatıran Nelson, hem bilimsel düşüncenin nasıl evrildiğini gösteriyor hem de bilimin etik ve toplumsal sorumluluğuna dair güçlü bir çağrıda bulunuyor.

Alamut Efsaneleri – Haşhaşiler Hakkında Yanlış Bilinen Doğrular

Farhad Daftary, Tevabil Alkaç, Alfa Yayıncılık, 2025, 272 s.

Batılılar yüzyıllardır Haşhaşilerin hikayelerine, gizemli liderlerine ve Kuzey İran’daki Alamut kalesine hayran kalmışlardır. Efsaneler ilk olarak Suriye’deki Haçlıların 12 ve 13. yüzyıllarda, liderleri olan Dağın Yaşlı Adamı Hasan Sabbah’ın emriyle düşmanlarını öldüren Şii İslam topluluklarından biri olan Nizari İsmaililerle temasa geçmeleriyle ortaya çıktı. Yıllar içinde ayrıntılı olarak anlatılan hikâyeler, Marco Polo’nun “Yaşlı Adam”ın, esrar kullanımı ve gizli bir cennet bahçesi aracılığıyla müritlerinin davranışlarını kendilerini feda etmelerine varıncaya dek kontrol ettiği iddiasıyla sonuçlandı. Bu hikâyeler o kadar etkiliydi ki, haşhaşin kelimesi Avrupa dillerine “suikastçı” anlamına gelen assassin olarak girdi. Daftary, ortaçağ Müslüman dünyasında ve ortaçağ Avrupa’sının bu dünyaya ilişkin cehaletinde kök salmış olağanüstü bir propaganda programını çok açık olarak ortaya koyuyor. Fransız oryantalist Silvestre de Sacy’nin 19. yüzyılda Haşhaşiler üzerine yazdığı meşhur Memoir’ı da kitabın sonunda ek olarak verilmiştir.

Heidegger Sözlüğü

Michael Inwood, Çev. Burak Çakır, Ayrıntı Yayınları, 2025, 352 s.

Çağdaş felsefenin öncü isimlerinden Martin Heidegger’in düşünce dünyası kapsamlı ve etkili olmakla birlikte, kavramsal açıdan anlaşılması güç bir kavramsal ağın yükünü de beraberinde getirir. Antik Yunanca ve Latinceden çağdaş dillere kadar felsefe terimlerinin dönüşümleriyle yakından ilgilenen Heidegger, öğrencilerinden ve okurlarından dilin kültürdeki katmanlı yapısını yakından tanımasını bekler. Bu kültüre getirdiği yeni soluğun da farkında olan Heidegger, kendi kavramlarını ve sözcüklerini türetirken bir yandan kuralları bozmaya bir yandan da yeni kurallar icat etmeye çalışır. Kurallarla ilgili bu yeniden değerlendirme zorunludur, aksi takdirde çok uzun zamandır üzeri örtülü olan varlık araştırması karanlıkta kalmaya devam edecektir. Bu yüzden filozofun anlaşılması felsefi kavrayış ile birlikte belirli ölçüde mitoloji, şiir, edebiyat, etimoloji, semantik gibi alanlarda da fikir sahibi olmayı gerektirir. Michael Inwood’un Heidegger Sözlüğü, bu yükün üstesinden gelebilmek isteyen okur için, filozofun temel kavramlarını açıklayıcı bir üslupla anlatır. Heidegger terminolojisiyle tanışmak isteyenler için baştan sona bir kitap gibi okunabilecek sözlük, aynı zamanda Heidegger’in kitaplarını çalışan uzmanların başvurabileceği nitelikli bir başvuru kaynağıdır. Filozofun külliyatına çok sayıda atıfta bulunan Inwood, kavramlara geniş bir bakış açısı sunar. Böylece okur, kavramların sadece tek bir metindeki anlamını değil, farklı metinlerdeki Heideggerce dönüşümünü de takip edebilir.