Ana Sayfa Dergi Sayıları 260. Sayı Kitapçı Rafı

Kitapçı Rafı

687

Ekofeminizm

Maria Mies, Çev. İlknur Urkun Kelso, Kolektif Kitap, 2025, 504 s.

Ekofeminizm kuramları bize, doğanın talanıyla kadın bedeninin sömürüsünün aynı sistemlerin ürünü olduğunu; ekolojik krizlerin buzulların erimesinden çok, kadınların mutfaklarında, tarlalarında ve yaşamlarının yükünde yankılandığını hatırlatıyor. Maria Mies ve Vandana Shiva klasikleşen eserleri Ekofeminizm’de bu çarpıcı bakışı derinleştiren ve temellendiren güçlü bir analiz sunuyor, ekolojik yıkımı yalnızca çevresel bir sorun değil, aynı zamanda ataerki ve kapitalizmin iç içe geçmiş tahakküm biçimlerinin bir sonucu olarak ele alıyor. Küresel Güney’den kadınların gündelik hayatta yaşadığı deneyimlerle, Kuzey’in endüstriyel felaketleri ve militarist politikaları yan yana geliyor, ortaya hem yerel hem de evrensel bir direniş panoraması çıkıyor. Yazarlar, temel insani ihtiyaçların metalaştırılmasından militarizmin kadınların bedenleri üzerindeki yüküne kadar uzanan bir yelpazede, yaşamın sürekliliğinin kadınlara nasıl dayatıldığını çarpıcı bir dille tartışıyor. Mies ve Shiva, büyüme, üreme teknolojileri ve modernleşmenin hâkim paradigmalarını sorgularken; doğanın yaşamı işbirliği, karşılıklı özen ve sevgi yoluyla koruduğunu hatırlatan bambaşka bir çerçeve öneriyor. Küreselleşme, bilim ve kalkınmaya dair alışıldık bakış açılarını yerinden oynatarak daha etik, sürdürülebilir ve yaşamı besleyen bir dünya tasavvuru sunuyorlar. Ekofeminizm, felsefi derinliği pratik içgörülerle buluşturan, kadim bilgeliği yeniden keşfetmeye davet eden bir kitap. Cinsiyet, ekoloji ve küresel eşitsizlik arasındaki görünmez bağları anlamak ve yeni olasılıkların izini sürmek isteyen herkes için ilham verici bir rehber.

Acının Tarihi: Duyum Duygu ve Deneyim

Rob Boddice, Çev. Akın Sarı, Ayrıntı Yayınları, 2025, 272 s.

Ağrı hakkındaki bilgimiz nasıl üretilir, geliştirilir ve yayılır? Tıp tarihi, bilmenin tarihi olduğu kadar bilgiyi üretme ve yeniden üretme, biyopolitik ve biyokültürel bir müdahaledir de. Ancak Boddice, modern tıbbı sorgulamakla birlikte, hurafelere pabuç bırakmadan, bilimin içinden yanıtlar üretir. Plasebo ve özellikle COVID-19 bağlamında nosebo etkisinin, güncel ve tarihsel arka planını, bilimsel literatürü serimleyerek tartışır. Peki ağrıyla ilgili farklı biyolojik hassasiyet söylemleri, ırkçılık, kadın düşmanlığı, sınıfsal şovenizm, yaş ayrımcılığı ve türcülükle nasıl desteklenir? Ağrı nasıl ölçülebilir? Acı öznel midir, yoksa nesnel bir olgu mudur? Kederin öznelleştirilmesi ile ağrının ölçülebilir olması gayretleri ve celbetmeleri bize neyi anlatır? Ölçmenin tarihi aynı zamanda tahakkümün de kuruluşu olabilir mi? Sömürgeciliğin tarihindeki tıbbileştirme itkileri nelerdir? Felsefede şiirli yazma geleneği, sanatı felsefeye, felsefeyi de sanata yakın kılmanın ötesinde, bu ikilinin simbiyotik ilişkisini akla getirir. Şair Joë Bousquet ise, yaralarım benden önce de vardı, sözüyle acının öznel boyutunun aynı zamanda ne denli özne-aşırı olabileceğine kapı aralar. Rob Boddice, Acının Tarihi eserinde işte bu geleneğin izinden giderek, ağrı deneyimini tarih, felsefe, antropoloji, psikoloji, psikiyatri, nörobilim, politika, sanat ve edebiyat incelemelerinin perspektifinden ele alıyor. Acının Tarihi bu anlamda salt bir tarih çalışmasının soru ve önermelerinden daha fazlasını imliyor. Boddice, bir yandan acıyı temsiliyete indirgeme çabalarını sorgularken, öte yandan da acının resmedildiği sanat eserlerini titizlikle inceler. Eski Yunancadan Latinceye, Arapçadan Çinceye, dil bilimi ustalıkla sahaya süren yazar, bilim ve tıp tarihinden olguların tarihsel, toplumsal ve politik yansımalarını örnekler. Bir iktidar pratiği olarak acı verici işkenceden, cadı avlarına ve cadaloz bağlarına uzanan acılı tarihimiz bizden önce de vardı. Acının Tarihi, mutluluğun olmasa da sancılı acının tarihinin resmini çizmeye bir davettir.

Oyunun Kuralı: Bilimi İnkar Etmenin Palavrayı Pazarlamanın ve İş Dünyasında Vurgun Yapmanın Yolları

Jennifer Jacquet, Çev.Selin Saraçoğlu Bayraklı, The Kitap, 2025, 248 s.

Bilim, doğruyu söyler. Şirketler, kendi doğrusunu yaratır. Bir şirketin elinde bu kitap varsa, bir şeyler gizleniyor olabilir. Bilimsel bilginin kârı tehdit ettiği noktada, “oyunun kuralı” değişir. Çevre krizleri, kanser yapan maddeler, sigaranın öldürücülüğü, iklim değişikliği… Tüm bu bilimsel gerçeklere karşı şirketlerin elinde sadece bir silah vardır: inkâr. Ama bu öyle bildiğiniz türden bir inkâr değil. Bu, stratejik, sistematik ve soğukkanlı bir inkâr. Oyunun Kuralı, bilimsel bilgiye karşı kurulan güçlü şirket ağlarının nasıl işlediğini, hangi araçları kullandıklarını ve kamuoyunu nasıl manipüle ettiklerini çarpıcı örneklerle anlatıyor. Sigara lobilerinden petrol devlerine, ilaç kartellerinden gıda tekellerine kadar birçok sektörü mercek altına alıyor. Gerçekleri susturmak için atılan her adımı, gizlenen her belgeyi, bastırılan her bilim insanını anlatıyor. En ürkütücü olanı ise şu ki, tüm bunlar tamamen yasal yollarla yapılıyor. Bu kitap, yalnızca bilimle ilgilenenler için değil, yaşadığı dünyanın nasıl yönetildiğini merak eden herkes için. Çünkü bazen gerçekleri öğrenmek için “oyunun kurallarını” bilmek gerekir. Ve bu oyunda kazanan her zaman dürüst olan değildir.

Anadolulu Buğdayın Hikayesi – Neolitikten Sanayi Devrimine Tahıl Ticaret Devlet

Levent Yılmaz, Alfa Yayıncılık, 2025, 384 s.

Anadolulu Buğdayın Hikâyesi, ilk bakışta Göbeklitepe’yle ünlenen neolitik dönüşümü çağrıştırmakta. “Neolitik” sözcüğünün de günümüzde kazandığı anlam, yarattığımız uygarlığın en önemli kırılma noktalarından biri olması, insanların doğada bulduklarıyla yetinmeyip, kendi besinlerini üretmeye başladığı ve ardılı olarak devletleşmeye kadar giden sürecin tetiklendiği dönemdir. Neolitik sözcüğünün anlamını, “besin üretimi”yle tanımladığımızda da süreci “buğday”la özleştirip, tarımdan kentleşmeye, kentlerden devlete, devletten imparatorluklara, imparatorluklardan endüstri devrimine ve günümüze, bir akarsuyu doğduğu kaynaktan denize döküldüğü yere kadar öyküleyebilirsiniz. Bu kitap da bunu, küreselleşmeden ticarete, inançtan aile ve mülkiyete, mirasa, beslenmeden teknolojilere, inançlardan savaşlara kadar bütün ardıllarıyla birlikte akıcı bir dille, bilimsel terimlerin tuzağına düşmeden öyküleyebilme başarısını göstermiştir.