Felsefe günceldir…
Felsefeyi güncel kılan en temel olgu, insanlığın içinde bulunduğu ve giderek daha vahim bir noktaya doğru giden durumudur.
Felsefe her zaman günceldir. Her ne kadar birçok insan farkında olmasa da, günümüz koşullarında felsefeye daha çok ihtiyacımız var. Çünkü insanlık yaşadığı sorunları ancak felsefe aracılığıyla anlayabilir ve çözüm üretebilir. Giderek daha da ağırlaşan yaşam zorlukları karşısında çözümün bir diğer yolu da ayağımızın siyasete basmasıdır. Bu yüzdendir ki, felsefe ve siyaset, içinde bulunduğumuz dünyayı ve onun sorunlarını anlama, tahlil etme ve çözme sürecinin temel yol göstericileri olarak çıkar karşımıza.
Uluğ Nutku, “Felsefenin ‘genelliğinde güncel, güncelliğinde de genel’ niteliğine” vurgu yapar, felsefe ve güncellik arasındaki ilişkiye de bu açıdan yaklaşarak; “Filozofun siyasetçiliği, kendi güncelliği içinden insanlığa bir çağrı iletmektir” der. (1)
Bu yüzden felsefe günceldir, güncel olan ve olması gereken de yine felsefedir. Ona göre, “dünyayı bilerek kendini bilmek” bilgeliği, hem hakikat “olduğu gibi”yi bilmek, hem de uygulamada yalana kanmamak sorumluluğunu içerir.” (2)
Buna göre de, kendini ve dünyayı bilmenin yolu felsefe öğrenmekten, daha doğrusu felsefe eylemekten geçiyor.
Felsefe günceldir. Felsefe ve siyaset arasında kopmaz bir ilişki olduğu bir gerçek. Yaşadığımız çağın olaylarına ve gelişmelerine ancak felsefe ve siyasetin merceğinden bakarak gerçekçi ve bilimsel olarak yorumlayabiliriz. Bu nedenle felsefe, günceliği de geleceği de kavramada gereklidir. Aslında güncel sorunlar diye tarif ettiğimiz şeyler dün gündemde olan bugün gündemden düşen şeyler değildir. Hemen her çağın kendine özgü güncel sorunları olmakla birlikte, on hatta yüz yıllardır gündemde olması nedeniyle güncelliğini koruyan çok sayıda konu ve sorun bugünde varlığını sürdürmektedir. Bunlar arasında insanlığın ortak sorunları olan açlık, yoksulluk, savaşlar, eşitsizlik, ekoloji, etnik çatışmalar, sömürü ile yabancılaşma vb. sayılabilir. İnsanlığın ortak sorunu olarak tarif edilebilecek bu sorunlar güncelliğini korumakta ve çözüm beklemektedir. Felsefe, söz konusu sorunların insanlığın orta yerinde durması nedeniyle günceldir.
Felsefenin güncelliği, insanlığın sorunlarına dair en genel anlamıyla yaklaşarak onları çözümlemesi ve saptamalarda bulunması, siyasetin söz konusu sorunlara ilişkin çözümler üretmesinin de önünü açmaktadır.
Eğer yaşadığımız yerkürede insanlık ciddi sorunlarla karşı karşıya ise bu felsefe açısından günceldir. O zaman bu sorunların kavranması, irdelenmesi, sorgulanması, neden-sonuç ilişkileriyle ortaya konularak sunulması da felsefenin işidir. Bu yüzden felsefe günceldir. Felsefe güncel olanı tarihsel bağlamları içinde ele alırken, siyaset de ekonomik, toplumsal ve kültürel çözümlemelerde bulunarak konuya yaklaşır. Felsefe daha teorik bir düzlemde kalırken, siyaset insanlığın sorunlarını hem teorik hem de pratik yönünden ele alır.
Aslında felsefe her daim günceldir. Ancak insanlar çoğunlukla bunun farkında değildir. Çünkü insanlar felsefeyi pek sevmezler. Felsefe, onlara göre soyut bir şeydir. (Unutulmamalıdır ki, yeniden üretmek için, somutun soyutlanması gereklidir. Gelişmenin dinamiği, soyutlamayı diyalektik olarak yapmaktan geçiyor) Ancak, felsefenin yaşadığımız hayata ve onun sorunlarına ilişkin bağlarını göremezler. Gerçekte felsefe somut olana, nesnelliğe dairdir. Buna göre felsefenin alanı gerçekliktir, gerçeğin bilgisidir.
Öte yandan felsefe, sadece filozoflar tarafından insanlığın sorunlarının kavranması ve çözülmesi açısından değil, insanların bu sorunları çözmeleri açısından da felsefe, dolayısıyla siyaset de günceldir.
Farrabi, “Filozof doğuştan siyasetçidir” diyor. Felsefe, birçok şeyi anlatırken, nesnel ile öznel olanın arasındaki yasallıkları ve organik bağları da ortaya koyar. Özellikle insanlığa ve onun sorunlarına dair çözümlemeler siyasetin alanına girer.
Felsefe dolayısıyla da felsefeci nereye bakarsa baksın, içinde insan olacaktır ve olmak durumundadır. İçinde insanın olmadığı şey felsefe olmayacağına göre, o zaman felsefe insana ait, insanla olan bir şeydir ve doğal olarak insanla birlikte onun bir parçası olan evreni de kapsar. İşte felsefeci, baktığı yerde gördüğü, sorguladığı, adlandırdığı bir kavram, evren, insan ve sorunsalına bakarken bir somutluk üzerinden hareket etmektedir. Yani kullandığımız dilin kavramları, doğa ve insanın toplumsal yaşamından hareket ederek felsefe yapmaya ve eylemeye çalışır. Bunu mevcut nesnellik üzerinden soyutlamaya giderek yapar.
Felsefe, siyasetle bir gerçekliğe bürünür. Soyutun somutlanması bir yanıyla da budur. 20. yüzyılın önemli fotoğraf ustalarından Brassai gerçekliğin fotoğraftaki etkisi üzerine şunları söyler: “Sadece yaşamın içinden çıkıp gelip görüntüler bellekte derin izler bırakır, orada kalır ve unutulmaz olur.” (3)
Siyaset günceldir…
Felsefe ve siyaset. Her ikisi de gerçekliğin bilgisi üzerinden hareketle yine aynı gerçekliğin kendisinin dönüştürülmesinin hem kuramsal hem de pratik disiplinleri olarak çıkarlar karşımıza.
Gerçekliğin merkezinde ise insan var. İnsan değişimin hem öznesi hem de nesnesidir. Bu anlamda şu kural geçerlidir: her insanın, yaşıyor olmanın yüklediği görev sorumlulukları vardır. Felsefi bilinçten toplumsal ve siyasi sorumluluk çıkarma zorunluluğu…
Bu durum felsefeye nereden baktığınıza bağlı olarak değişebilir. Ama olması gereken “edilgen” değil “eylemci felsefe”dir sanırım.
Marks’ın “Filozoflar dünyayı yorumlamakla yetinmişler, aslolan dünyayı değiştirmektir” sözü günümüz dünyasına daha fazla uyuyor.
Felsefeyi yaşamdan uzak tutarak felsefe yapılamaz. O zaman felsefeyi bir takım adamların gökyüzüne bakarak tartıştığı ayakları yere basmayan işler olarak görenler haklı çıkarılmış olur. Gerçek felsefenin bu olmadığını ve de olmaması gerektiğini biliyoruz. Kısaca felsefe siyaset ilişkisinde felsefeyi siyasete bağlayan, ona hizmet eden organik bir yan var.
Konunun diğer bir önemli yanı ise, her ne kadar felsefe kendi alanında bağımsız gibi durup sorular sormaya ve bunlara yanıt aramaya çalışsa da dünyanın ve dahası insanlığın içinde bulunduğu nesnel duruma dair de bir şeyler söylemesi gerekir. Felsefenin, değiştirme eylemine girişmese de bir işaret etme ve önerme durumunda da olması kaçınılmaz.
2004 yılında Türkiye’de yapılan Felsefe Kongresinde ana tema “İnsanlığın Durumu” idi. Ama yer yer kimi doğru yaklaşımlar ortaya konmuşsa da bunlar cılız kaldı. Net olarak bir yere işaret edilemedi ve somut bir önermesi de yoktu.
Oysa insanlığın içinde bulunduğu eşitsizlikler felsefeyi ve felsefecileri, bu gidişatı daha çok sorgulamaya ve çözüm bulmaya iter, itmelidir. Böyle dönemlerde istese de istemese de felsefe siyasete bulaşmak durumundadır.
Felsefeyi siyasetten uzak tutma çabası ne kadar anlamsızsa, siyaseti ya da siyasetçiyi de felsefeden uzak tutmaya çalışmak da o kadar anlamsızdır.
Felsefe ve siyaset, yaşamı dönüştürme amacının iki önemli yanını oluşturur; kavrama ve uygulama. İlkiyle, anlamaya, kavramaya çalışılır ve bir sonuç ortaya konur. İkincisiyle de, çıkan bu sonuç üzerinden belirlenen amaç ve hedeflere yönelik bir duruş ve mücadele hattı ile toplumsal yaşamı değiştirecek mücadeleyi yürütecek bir araç oluşturulur.
Siyasetin dayandığı yer felsefedir. Buna karşın felsefe de siyaset aracılığıyla hayat bulur. Siyasetin bir anlamda, felsefenin en azından toplumsal alandaki önermelerinin sağlamasının yapıldığı yer olduğu söylenebilir.
Çünkü akıl yitimi bir zamanda yaşıyoruz. Yaşadığımız dönemi akıl yitimi bir zaman yapan şey, kapitalist-emperyalistlerin insanı insan olmaktan çıkartmayı hedefleyen projeleridir. İnsanlar ya çıldırmış gibi davranıyor ya uyuşturulmuş gibi sinik yaşıyorlar. Bunlar bir akıl tutulması ya da akıl yitimidir. Ancak bu, egemen burjuva ideolojisi ve onun felsefesinin insanlığa dayattığı yaşam tarzlarının birer sonucudur. Bu bir kimlik yitimidir. Bu bir kültür erozyonudur. Siyasetsizleştirilmiş ve edilgenleştirilmiş insan tipi yaratılmaya çalışılıyor.
İşte tam da bu karanlığa doğru giden tabloyu aydınlatmak için felsefenin güncelliği, siyasetin güncelliğine kapı aralıyor.
Felsefe de, siyaset de, insanları bu bilinç bulanıklığından çıkartmak için gerekli ve günceldir.
Adına ne dersek diyelim, nasıl tanımlarsak tanımlayalım ya da nasıl örneklersek örnekleyelim bütün bunlardan elbette bir çıkış yolu vardır. Bütün bu yaşanan olumsuz gelişmeler karşısında insanlık çaresiz değildir. Ne var ki, insanların gözündeki sis perdesinin de indirilmesi gerekmektedir.
DİPNOTLAR
1) Nutku, Uluğ, Felsefe ve Güncellik, s. 35, Bulut Yayınları, 2005, İstanbul.
2) Nutku, Uluğ, Felsefe ve Güncellik, s. 34, Bulut Yayınları, 2005, İstanbul.
3) Mehmet Bayhan, Yazılarla Fotoğraf, s. 46, Ege Yayınları, Birinci Baskı, 1996 İstanbul.
Uğur Pişmanlık