Ana Sayfa Dergi Sayıları 123. Sayı Nükleer santral ‘temiz’ ve ‘ucuz’ enerji kaynağı mı? – 1 Astarı...

Nükleer santral ‘temiz’ ve ‘ucuz’ enerji kaynağı mı? – 1 Astarı yüzünden pahalı

606
0

Nükleer güç, suyu kaynatmanın oldukça pahalı, karmaşık ve tehlikeli bir yoludur. Uranyum yakıt çubukları reaktör özeğinde suyun içine yerleştirilir, uranyum kritik kütleye ulaşır ve devasa niceliklerde ısı üretilir ve su buharlaştırılır. Üretilen buhar, borularla türbine yönlendirilir ve dönen türbin elektrik üretir. Yapılan propagandalarla, nükleer santrallerin bağımsız enerji üreticisi olduğuna inanmamız isteniyor. Nükleer enerjinin temiz ve ucuz olduğu iddia ediliyor. Aslında, nükleer yakıt çevrimi adı verilen nükleer enerjinin üretilebilmesi için gerekli olan devasa altyapı, fosil yakıtları ve kömürü devasa boyutlarda kullanıyor.

İzmir Gaziemir’deki kurşun fabrikasında Europium 152 ve Europium 154 izotopları algılandı. Bu element ancak nükleer santrallerin yanmış nükleer yakıt çubuklarında üretilen bir yan üründür, ölümcüldür!

Bu ölümcül izotoplar “Nükleer santralsiz Türkiye”ye nasıl, nereden, kimin izniyle girdi? TAEK, İzmir Valiliği, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Gaziemir Kaymakamlığı, “söz gümüşse sükut altındır” felsefesine sarılmış! Manisa Köprübaşı’nda, Sinop’ta, Mersin Akkuyu’da benzer felaketlerin yaşanmaması için her vatandaşın nükleer endüstrinin insan sağlığına olan çekinceleri konusunda bilgilenmesi, Anti Nükleer Platform toplantılarına katılması, bu platformlara üye olması ve aktif olarak çalışması gerekiyor.

Nükleer santralli ülkelerden felaket örnekleri

“Nükleer santralli” ülkelerde olan radyasyon felaketleri Helen Caldicott’ın Nuclear Madness: What you can do adlı kitabında tüyler ürpertici bir biçimde anlatılıyor, okuyalım:

1) Radyasyonun insan sağlığına olan etkileri konusunda uzman olan Dr. Mancuso bir kişinin ömür boyunca alacağı toplam 3,6 rad’ın kemik iliği kanserine, yine ömür boyu alacağı toplam 33-38 rad’ın da diğer kanser türlerine yol açacağını buldu. Rad (Radiation Absorbed Dose – Işınımın Soğurulmuş Dozu) bir hedefin soğurduğu ışınımın ölçüsüdür. Bu ölçü, soğuran özdeğin (maddenin) bir gramındaki erke niceliği (erg cinsinden) ile tanımlanır. Rem adı verilen ölçü ise, hedefin soğurduğu rad sayısıyla, türü bilinen radyasyonun göreli dirimsel etkinliği (biological effectiveness) çarpımıdır. Bu durumda rad ile rem hemen hemen denktir. Japonya’ya atılan atom bombasının saçtığı serpintiden etkilenen insanlar üzerine yapılan çalışma verileri, bu dozların değişik düzeylerde saptanmasına yol açmıştı: lösemi için 100 rad, diğer kanser türlerinin uyartılması içinse 300-400 rad. Bugün ise, bu endüstride çalışan işçilerin yıllık izin verilebilir dozu 5 rad olarak saptanmıştır. Yani, işçiler her yıl lösemi için yeterli iki kat doza (kanser olayının iki katına çıkacağı doz) açık kalıyorlar. 7-7,5 yılda bir de kanser için yeterli dozu alıyorlar. Dr. Thomas Najarian’ın Portsmouth New Hampshire’da nükleer denizaltı işçileri üzerine yaptığı çalışma Dr. Mancuso’nun sonuçlarını doğruluyor. Bu rakamlar, bundan böyle, nükleer endüstrinin 60 yaş üzerindeki işçileri çalıştıracağına işaret ediyor. Böylece bu işçilerin kötü hastalıklara yakalanma zamanı olmayacaktır!

2) Birçok reaktör ya niteliksiz işçi ya da göçmen işçi çalıştırıyor. Bu işçiler çok yüksek ücretlerle, radyasyonun yeğin olduğu bölümlerde kısa dönemlerle çalıştırılıyor. Bir reaktörde yasal maksimum dozu aldıktan sonra (bazen yalnızca bir günde) başka bir reaktörde işe alınırlar. Yeni reaktörde de kendilerine daha önce ne denli radyasyon dozu aldığı sorulmaz. Reaktörler tam gün işçilerinin “vücut bankalarını” korumak amacıyla geçici işçileri kiralar. New York eyaletindeki West Valley nükleer tesisleri artık çalışmıyor. Bu istasyona gerekli olan “taze vücutlar” endüstrinin kirli işlerini yapmak üzere çevredeki barlardan ve kolejlerden toplanırdı. Sağlık açısından böyle bir uygulama hiç de güvenceli değildir, yasa dışı ilan edilmelidir.

3) Bir zamanlar uranyum değirmeninin çalıştırıldığı Colorado Grand Junction bölgesinde kullanılmış nükleer yakıt atıkları binlerce kilometre karelik bir alana yayılmış olarak duruyordu. 1960’lı yılların ortalarına doğru, büyük şehirlerin bina yüklenicileri bu atıkları bina yapımının çeşitli aşamalarında kullanmak gibi dahice bir düşünce geliştirdiler! Okullar, hastaneler, özel konutlar, yollar, hava limanı ve bir AVM yaptılar. 1970 yılında o bölgede görev yapan bir çocuk doktoru, yörede doğmuş olan bebekler arasında yarık damak (cleft palate), yarık dudak (cleft lip) ve birçok genetik bozuklukların arttığına dikkat etmiştir. Bunun üzerine yapılan araştırmalar, bu çocukların radyoaktif atıklarla yapılan evlerde yaşadıklarını ve radyoaktif testi yapılan evlerin de çok yüksek dozda radyasyon içerdiğini göstermiştir. Bu bulgudan hemen sonra ABD Çevre Koruma Ajansından (EPA – Environmental Protection Agency) parasal destek alan Colorado Üniversitesi Sağlık Merkezi, düşük düzey radyasyonla anadan doğma bozukluklar arasındaki ilişkiyi araştırmaya başladı. Ancak bir yıl sonra bu araştırmaya verilen parasal destek kesildi. Federal yetkililer bütçedeki kısıtlamalar nedeniyle birçok araştırma programının kesilmesi gerektiğini ileri sürdüler. Açıkçası, Federaller Grand Junction araştırmasının sürmesini istemediler. Bu tür çalışmaları üstlenmek bizim hem bu yöre hem de tüm dünya çocuklarına karşı olan vicdani sorumluluğumuzdur. Benzer bir gevşeklik de Avustralya’da yaşanmıştır.

Japonya’da Fukuşima Nükleer Santrali’nde 2011 yılındaki deprem ve tsunaminin ardından gerçekleşen felaketin etkileri İzlanda’ya kadar erişti.

4) Güney Avustralya’daki Port Pirie kasabasında bir zamanlar devlete ait bir uranyum değirmeni vardı. Yıllar süren işlemlerden sonra çevrede 250.000 metre karelik atık radyoaktif özdek birikti. Bu atıklar bölgedeki bir alçalma-yükselme barajına atıldı. Değirmen kapandıktan sonra bu baraj bölgesi çocukların en çok sevdiği kriket, bisiklete binme ve diğer oyun alanı durumuna geldi. Ender toprak (rare earth) özdekleri üzerine uzmanlaşmış olan bir şirket 1960’lı yılların sonlarına doğru bu değirmeni satın aldı. Dış alımla elde ettiği ender topraktan saf thorium rafine etmeye ve televizyon setlerinde kullanılmak üzere Japonya’ya dış satım yapmaya başladı. İşlemlerin başlamasından hemen sonra Japonlar, bir gemi dolusu thorium özdeğini giriş limanından geriye çevirdi. Zorlu geçen bir yolculuk sırasında birçok fıçının parçalandığı ve gemiye thorium sızdığı saptanmıştı. Radyasyonun oluşturduğu çekincelere karşı son derece duyarlı olan Japonlar malı geri çevirdiler. Gemi Port Pirie’ye geri döndü ve yükünü derhal baraja boşalttı. Baraj dönemsel olarak deniz düzeyinin altına düşüyor ve deniz suyuyla doluyordu. Radyasyon da kuşkusuz algae, mollusks ve balık gibi deniz canlılarına geçiyordu. Alçalma dönemlerinde de çocuklar baraja geliyor, boş thorium fıçıları içinde sürünüyor veya balık avlıyorlardı.

Değirmenin satışı 1976 yılında yeniden gündeme gelince bölgede radyasyon ölçümleri yapıldı ve radyasyon dozunun, Dünya Sağlık Örgütü (WHO – World Health Organistaion) standartlarının üstünde olduğu bulundu. Bu tedirgin edici veriler basına sızınca kamu isyan etti. Aileler çocuklarının lösemi veya diğer kanser türlerine yakalanacağından korktu. Hükümet yetkilileri çocukların tehlikede olmadığını ve olası kötü etkilere karşı düzenli sağlık denetiminden geçmelerine bile gerek olmadığını ileri sürdüler. Yetkililere güvenmiş görünen aileler olayın üstüne gitmedi ve yöre insanları sağlık izlemesine alınmadı.

5) Nükleer reaktörlerin günlük işlemleri sırasında birçok düşük doz atık birikir. Bu sınıflamadaki katı atıklar (kirlenmiş giysi ve aygıtlar) gerektiğinde kolayca çıkarılması amacıyla fazla derine olmamak üzere toprağa gömülür. Bugün ABD’de 350.000 m3 lük askeri araştırma atığı bulunmaktadır. Bunlar toplam 1100 kg plütonyum içeren atıklardır. Bu atıklardan ortaya çıkan radyoaktif elementler yağmur aracılığıyla toprağa sızar. Bunlara ek olarak şunu da söyleyebiliriz: bu atıklar çoğu zaman yanlış gömülüyor. Yıllar önce Nevada’daki bir bekçisiz işaretsiz radyoaktif giysi mezarlığından eldivenler, kürekler ve harç arabalarının alınmış olduğu saptandı. Daha sonra bunları, çekincenin boyutlarından habersiz olan halkın kazarak çıkardığı ve kullandığı anlaşıldı.

6) Eti insan tüketimine girmeyen hayvanlar da radyoaktif element taşıyıcısı olabilir. Örneğin, Hanford bölgesinde yapılan bir çalışma tavşanların radyoaktiviteyi geniş bir alana taşıdıklarını saptadı. Radyoaktif atıkların gömülü olduğu bölgelerde kendilerine delik açarak yiyecek arayan tavşanlar buradaki radyoaktif maddeleri de yiyip özümsemişlerdi. Daha sonra bu hayvanların dışkıları üzerine yapılan incelemelerde radyoaktif izotopların izi görüldür. Benzer izler radyoaktif tavşanları yiyen kurt ve atmacaların dışkıları ve kemiklerinde de görüldü.

7) 1000 Megawatt veya daha güçlü reaktörlerin sökülüp gömülme işlemi olanaksız olabilir. ABD’deki en eski ticari reaktör ve 17 yaşındayken onarılamayacak denli radyoaktif kirlenmeye uğrayan Commonwealth Edison’s Dresden (Morris, Illinois) reaktörü ne erke üretebiliyor ne de “mozolesine” gidebiliyor.

8) Nükleer endüstrinin 2000 yıllarına yapılmış olan izdüşümü, o yıllarda 152 milyon galonluk yüksek doz atığın varlığını öngörmektedir. Günümüzdeki atık yükünün Yer’deki nükleer mezarlıklara kaldırılması bile 2–20 milyar dolar arası bir harcama gerektiriyor. Bu harcamaları kim karşılayacaktır? Bugün bu soruya açık bir yanıt bulunamıyor. Nükleer erke istasyonları işletenler bu harcamaları Amerikan hükümetinin (yani vergi veren vatandaşların) karşılamasını istiyor. Bir reaktörün ölüm sonrası sökülmesi ve atıklarının ortadan kaldırılması sırasında harcanan dolarları hesaba katmayan işletmeciler, kamuyu “ucuz” erke seçeneği aldatmacasıyla oyalıyorlar. Nükleer erke tüm aşamalarıyla ele alındığında ucuz olmak şöyle dursun, gizli giderleri ve sağlığımıza sunduğu çekinceleriyle yanına yaklaşılacak gibi değildir. Bu teknoloji ne ucuz ne temiz ne de güvenlidir!

Fukuşima Santrali yakınlarında yaşayan halk felaketten sonra radyasyon taramasından geçirildi.

9) Plütonyum kirlenmesi yalnızca geleceğin bir sorunu değildir. Bugün de bu ölümcül elementin etkisi altında bulunuyoruz. Colorado eyaletinin Boulder kentindeki Ulusal Atmosfer Araştırma Merkezi’nin 1975 yılında yaptığı bir araştırma sonucunda, 5 ton plütonyumun dünya atmosferinde ince bir tabaka biçiminde yayıldığı saptandı. Nükleer bomba testleri, uyduların Yer atmosferine giriş ve çıkışları, nükleer erke istasyonlarında ortaya çıkan sızıntılar, kaza yangınları, patlamalar, dökülmeler ve sızıntılar sonucunda bugünkü kirlenmeye gelinmiştir. Sonuçta, bugün kuzey yarım kürede yaşayan insanların çoğu üreme organlarında belli niceliklerde plütonyum taşır duruma gelmiştir. Eğer nüfusun yoğun olduğu bölgelerde plütonyum kirlenmesi sürerse, gelecek nesiller üzerindeki etkisinin boyutları düşlenemeyecek denli korkunç olacaktır.

GELECEĞİN ‘UCUZ’ VE ‘TEMİZ’ ERKE KAYNAĞI NÜKLEER SANTRALLER DEĞİLDİR!

Daha neler var neler…! Caldicott, nükleer endüstrinin “ayakkabı kutuları”nın ayrıntılarını da Nuclear Power is Not The Answer adlı kitabında (The New Press, NY, London, 2006) dile getiriyor. Kitaptan bir bölümü aşağıda sunuyorum.

Nükleer gücün erke maliyeti

Nükleer güç aslında nedir? Nükleer güç, suyu kaynatmanın oldukça pahalı, karmaşık ve tehlikeli bir yoludur. Uranyum yakıt çubukları reaktör özeğinde suyun içine yerleştirilir, uranyum kritik kütleye ulaşır ve devasa niceliklerde ısı üretilir ve su buharlaştırılır. Üretilen buhar, borularla türbine yönlendirilir ve dönen türbin elektrik üretir. Manhattan Projesine katılan biliminsanları nükleer silah üretiminin yanı sıra nükleer erkeyi kullanarak elektrik üretimini de sağladılar. Bu biliminsanlarının işlediği suç o denli büyüktü ki, günahlarını azaltmak için bu ürkütücü bulgularını insanlığın kullanımına sunmak istediler. (1) Nükleer fizyon “barış için atom” olanağı sunduğundan ve nükleer güç endüstrisi nükleer gücün sonsuz elektrik -bu elektriğe “güneş ışınları birimi” deniyor- erkesi sağlayacağını, çevre için yararlı ve “ölçümü de çok ucuz” olduğunu ileri sürüyor.

Bu savları ileri sürenler yanlış yapıyorlar. Evet, nükleer güç istasyonu karbondioksit salmıyor. Nükleer güç ile elektrik üretimi devasa boyutlarda, karmaşık ve gizli bir altyapıyla gerçekleşiyor ve bu altyapının nükleer endüstri propagandalarında sözü edilmiyor. Bu endüstri aslında devasa niceliklerde karbon dioksit ve küresel ısınmaya neden olan diğer gazları da üretiyor. Yapılan propagandalarla, nükleer santrallerin bağımsız erke üreticisi olduğuna inanmamız isteniyor. Aslında, nükleer yakıt çevrimi adı verilen nükleer erkenin üretilebilmesi için gerekli olan devasa altyapı, fosil yakıtları ve kömürü devasa boyutlarda kullanıyor.

Karbondioksit üretimi, nükleer yakıt çevrimi üretiminde kullanılan erke niceliğinin bir ölçümüdür. Nükleer erke üretimi amacıyla kullanılan erkenin çoğu fosil yakıt, yani kömür ve petrol tüketiminden elde edilir – nükleer santrallerde kullanılacak olan uranyum yakıtının maden ocaklarından kazılıp çıkarılması, çıkarılan madendeki cevherin parçalanıp öğütülmesi, uranyumun zenginleştirilmesi, reaktör için beton ve çeliğin üretilmesi, ısısal ve radyoaktif olan kullanılmış yakıt çubuklarının depolanması. Erke üretmek için bu materyallerin yakılması sırasında karbondioksit üretilir (Anımsanacağı gibi, kömür ve petrolün kaynağı Yer kabuğu altında milyonlarca yıl yatan eski ağaçlar ve organik karboniferus materyallerdir). Yanan karbon atmosfere karbondioksit salar ve bu yaşanan küresel ısınmanın kaynağıdır.

Karbondioksit ve diğer gazlar alt atmosferde veya troposferde dolanıp durur, Yer’i bir battaniye gibi örter ve bu gazlı katman tıpkı seradaki cam gibi davranır. Güneşin görsel bölgede saldığı beyaz ışık Yer atmosferine gelir, geçer, Yeryüzünü ısıtır, ısınan Yeryüzünden geriye salınan kızılöte ısısal ışınım atmosferde tuzaklanmış olan bu gazlı tabakayı geçemez. Küresel ısınma (2) olayının %50 denlisinden karbondioksit, geriye kalanından da diğer ender gazlar (3) sorumludur.

Eğer nükleer güç diğer erke kaynaklarıyla dürüst bir biçimde karşılaştırılacaksa, nükleer yakıt çevriminin toplam erke girdisi -nükleer gücün erke ederi- açık ve dürüstçe hesaplanmalıdır. Nükleer gücün toplam ömrünü ve erke girdisiyle erke çıktısını çözümleyen yalnızca birkaç çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların en iyisi Jan Willem Storm van Leeuwen ve Philip Smith’in “Nükleer Güç – Erke Dengesi” (Nuclear Power – Energy Balance) başlıklı çalışmasıdır. Yazarların bu uzun çözümlemesinden çıkan sonuç şöyle: “Nükleer güç kullanımı en iyi koşullarda ve santralın ömrü sonunda atmosfere saldığı karbondioksit niceliği, gaz yakıtıyla üretilen elektrik santrallerinin saldığı karbondioksit niceliğinin yaklaşık üçte biri denlidir. Karbondioksitin 1/3 oranında salınmasını sağlayacak zengin uranyum madenleri o denli azdır ki, eğer tüm dünyanın elektrik gereksinimi nükleer güçle karşılanacaksa, zengin uranyum madenleri dokuz yılda tükenecektir. Geriye kalan daha ender uranyum içeren madenlerden elde edilecek olan uranyum nükleer reaktörlerde kullanıldığında, atmosfere salınacak olan karbon dioksit, fosil yakıtlar kullanarak elektrik üreten santrallerinkinden daha fazla olacaktır.” (4) Bu bağlamda bakıldığında nükleer reaktörlerin etkili olmayan, karmaşık ve pahalı gaz yakıcıları olduğu anlaşılıyor. (5)

Nükleer yakıt çevrimi çok ilginç ve karmaşık aşamalardan oluşuyor; bu aşamaların her biri kendi erke harcamalarının karşılanmasını gerektiriyor.

Uranyum madenciliği ve öğütülmesi

Nükleer erke ile ilişkili en büyük ve kaçınılmaz erke maliyeti, uranyum yakıtının madenciliği ve öğütülme işlemindeki maliyettir. Dünyanın değişik madenlerinde varolan uranyum değişik kalitededir. %0,1 denli düşük kaliteli uranyum konsantrasyonu içeren bir madenden uranyum yakıtını çıkarmak için gerekli olan erke niceliği, uranyum konsantrasyonu %1 olan madende harcanan erke niceliğinin 10 katıdır. Kısacası, orijinal maden cevherinden uranyum yakıtının çıkarılması için gerekli olan erke maliyeti büyük ölçüde madenin kalitesine bağlıdır. Uranyum madeninin kazılması için kullanılan erke fosil yakıttır -nükleer erke yandaşlarının kullanılmaması için çığlık attığı fosil yakıt- ve bu karbondioksit üretiminin baş sorumlusudur.

Uranyum madeni çıkarma sürecinde öyle bir aşama vardır ki, uranyum konsantrasyonu çok düşük olduğundan seyreltik uranyum cevherini çıkarmak için gerekli olan erke, nükleer reaktörün ürettiği erke niceliğinden daha fazladır. Örneğin, bir tek nükleer güç santralına yakıt oluşturmak için Yer kabuğundan her yıl 162 ton doğal uranyumun çıkarılması gerekir. Düşük kaliteli uranyum granit cevherindeyse, diğer bir deyişle, 1 ton granit kayasında 4 gram uranyum varsa (%0,0004) madenden 40 milyon ton granitin çıkarılması gerekir. Bu granit kaya çok ince toz haline öğütülüp, sülfürik asit ve diğer kimyasallarla kimyasal işleme sokulup içindeki uranyum madeni çıkarılır. Granitten uranyumun çıkarılması işleminin kapasitesinin %50 olduğunu (gerçekçi olmayan yüksek bir rakam) varsayarsak 80 milyon ton granitin işleme girmesi gerekiyor. Bu devasa granit kayanın oylumu, yüz metre yükseklikte ve 3 kilometre uzunluktadır. Uranyumun bu devasa boyutlardaki granit kayadan çıkarılması için gerekli olan erke, çıkarılan uranyumun nükleer reaktörde üreteceği erkeden 30 kez daha fazladır. (6)

Yeryüzünde yüksek kaliteli uranyum madenleri sınırlıdır – 3,5 milyon ton. Günümüz rakamlarıyla, uranyumun yıllık kullanım niceliği yaklaşık 67.000 tondur. Günlük üretim düzeyinin korunması durumunda bu rezervler 50 yıl daha nükleer güç sağlayacaktır (eğer tüm dünyanın elektrik gereksinimi nükleer güç ile karşılanacaksa, yalnızca 9 yıl). Yüksek ve düşük doz uranyum rezervlerinin toplamı yaklaşık olarak 14,4 milyon ton olarak hesaplanmıştır. Ancak bu rezervlerin çıkarılması son derece pahalıya mal olacak ve ayrıca cevherlerin kalitesi elektrik üretimi için uygun olamayacak denli düşük olacaktır. Bu nedenle uranyum madenlerinin çoğu zaten kullanılmıyor. (7)

Uranyum madeninin çıkarılması ve öğütülmesi karmaşık bir süreçtir. Uranyum içeren kayanın buldozerlerle ve kepçelerle kazılması ve sonra öğütüleceği fabrikalara tırlarla taşınması gerekir. Bu makinelerin hepsi dizel yakıt kullanır. Dahası, bu araçları sağlayan ofisin bakım birimi elektrik ve dolayısıyla petrol yakıt tüketir. Uranyum içeren kaya elektrikle çalışan değirmenlerde parçalanıp toz haline getirilir; bu toz, genellikle uranyum sarı kek adı verilen bileşiğe dönüştürülür. Bu süreç sırasında da buhar ve ısıtılmış gaz üretmek için yakıta gereksinim vardır ve öğütme işleminde kullanılan kimyasallar diğer kimyasal işletmelerde üretilmelidir.

Öğütme sürecindeki özgün erke maliyeti, iki tür uranyum cevherinin hangi türden olduğuna bağlıdır. Yumuşak uranyum cevheri içeren, kumtaşı (sandstone), tortulu şist (shales) ve kalkrit (calcretes) içindeki uranyum niceliği %10 – %0,01 aralığında değişir. Bu işlemde çıkarılan bir ton için 2,33 gigajoule (1 gigajoule = 1 milyar joule) erkeye gereksinim vardır. (8) Kuvars çakıl kümesi (quartz pebble conglomerates) ve granit içindeki kalitesi %0,1 – %0,001 aralığında olan sert uranyum cevheri için gerekli erke ton başına 5,5 gigajoule denlidir. Her iki durumda da, uranyum cevherinin kalitesi %0,01 düzeylerindeyse nükleer yakıt çevrimi erke açısından üretken olamaz, çünkü düşük kalite cevherin çıkarılması ve öğütülmesi için harcanan erke çok fazladır. (9)

Öğütme işleminden arda kalan tortular

Eğer öğütme işinden arda kalan tortular ortadan güvenilir bir biçimde kaldırılacaksa, ki kaldırılmalıdır, bu işlem için de devasa niceliklerde fosil yakıt kullanılması gerekiyor. Günümüzde milyonlarca ton radyoaktif materyal, çoğu zaman yerli kabilelerin yaşadığı bölgelere atılmıştır. Bu elementler havaya ve suya radyasyon salmaktadır, oysa ki, uranyumun orijinal olarak bulunduğu toprak altı derinliklere gömülmeleri gerekiyordu. Dürüstçe ve adil olarak yapılması gereken bu radyoaktif atıkların ortadan kaldırma işlemi bile tek başına nükleer erkeyle elektrik üretimin maliyetini aşırı bir biçimde yükseltiyor. (10)

Sözü edilen bu tortuların

– Kalkerle (kireç taşı) nötrleştirilmesi;

– Bentonite ile karıştırılarak yeraltı sularına bulaşmayacak biçimde devinimsiz duruma getirilmeleri;

– Geriye, çıkarıldığı madene taşınıp yerleştirilmesi;

– Üzeri taşıyabileceğinden fazla toprakla örtülüp o yörede yetişen bitkilerle (endojen) örtülmesi gerekiyor.

Bu tortuların güvenilir bir biçimde ortadan kaldırılması için harcanması gereken erke, 1 ton tortu için 4,2 gigajoule denlidir ki, bu da 1 ton orijinal madenin çıkarılması için harcanan 1,06 gigajoule erkenin 4 katıdır. Ortadan kaldırma işlemi çok büyük niceliklerde fosil yakıt harcanmasına ve daha fazla karbondioksit üretilmesine neden olacaktır. (11)

Uranyumun uranyum hegzafloride dönüştürülmesi

Uranyum zenginleştirilmeden önce uranyum hegzaflorid gaza dönüştürülmelidir, çünkü, fizyona girebilen uranyum 235 izotopunun fizyona giremeyen uranyum 238 izotopundan ayrıştırılabilmesi için hegzaflorid gaza dönüşmüş olması gerekiyor. Düşük sıcaklıklarda gaz durumunda olan tek uranyum bileşiği uranyum hegzafloriddir ve bu nedenle üzerinde kolayca işlem yapılabilir. Bu dönüşüm için gerekli erke, 1 kilogram uranyum için 1,478 gigajoule denlidir.

Uranyumun zenginleştirilmesi

%0,7 – %3 denli uranyum 235 içeren bir topaktan zenginleştirme işlemi de devasa boyutlarda erke tüketimi gerektiren bir süreçtir. Zenginleştirme sürecinin erke harcamaları, zenginleştirme fabrikasının yapımı, işletimi ve bakımını kapsar. Uranyum, bir veya iki temel yöntemle zenginleştirilir -gaz difüzyonu (gaseous diffusion) ve ultrasentrfüj (ultracentrifuge)- her iki yöntem de devasa boyutlarda erke harcamayı gerektirir. Ultrasentrfüj ile zenginleştirme daha az erke maliyeti gerektirir, ancak bu yöntemle zenginleştirme işlemi ve aygıt bakımı için gerekli maliyet gaz difüzyonu yöntemininkinden çok daha fazladır, çünkü sentrfüjün teknik açıdan ömrü kısadır.

ABD’de zenginleştirme kuruluşları tarihsel olarak Paducah, Kentucky ve Portsmouth-Ohio’da bulunuyor. İşlem dışı bırakılan zenginleştirme kuruluşu da Oak Ridge, Tennessee’dedir. Ancak 2001 yılında özel bir şirket olan United States Enrichment Corp. Paducah’taki zenginleştirme işlemlerine yeniden başladı. Paducah zenginleştirme kuruluşu işlemlerini yapabilmek için gereksinim duyduğu elektriği iki tane eski ve kirli, 1000 megawatt gücünde, kömürle çalışan ve atmosfere büyük ölçeklerde karbondioksit salan santrallerdean alıyor. (12) Son zamanlarda da ABD Erke Bakanlığından (U.S. Department of Energy) açıklanan bilgiye göre, CFC 114 gazı -küresel ısınmaya neden olan ve stratosferdeki ozon tabakasını bozan kloroflorokarbon gaz- Ohio’daki işletmenin benzeri olan Paducah uranyum zenginleştirme kuruluşunda kullanılan yüzlerce mil uzunluğundaki soğutucu borulardan büyük bir güçle fışkırıyor. (13)

Zenginleştirme işleminin kendine özgü erke maliyeti “ayrı iş birimi” (SWU – seperative work unit) ile ölçülür. Dünyada kullanılan iki ayrı yöntemin ortalama -%30 gaz difüzyonu ve %70 ultrasentrfüj- erke maliyeti, 1000 SWU için 0,0055 petajoule denlidir (1 petajoule = 1 milyon milyar joule denlidir). (14)

Yakıt  öğesi  üretimi

Zenginleştirilmiş olan uranyum hegzaflorid gazından, sigara filtresi büyüklüğünde ve katı yakıt topakları biçiminde uranyum oksit üretilir. Bu uranyum topakları 3,5 metre boyunda ve 2,5 cm kalındığındaki zirkonium yakıt çubukları içine yerleştirilir. 1000 megawatlık bir reaktörde bu yakıt çubuklarından 50.000 tane vardır – yaklaşık 100 ton uranyum. Bu yakıt çubuklarının üretiminde yine fosil yakıtlar kullanılır ve 1 ton uranyum için harcanan özgün erke 0,00379 petajoule denlidir.

Reaktörün yapımı

ABD’deki bütün nükleer güç santralleri 1980-1985 yılları arasında gerçekleşti ve 1978 yılından beri yeni bir santral siparişi verilmedi. Bir nükleer santral inşaatı için devasa niceliklerde mal ve servis gerekiyor. Nükleer teknoloji, devasa ölçülerde sanayi ve ekonomik altyapı gerektiren bir yüksek teknolojidir. Reaktörün inşası için devasa ölçülerde beton ve çelik kullanılır. Dahası, Three Mile Island ve Chernobyl kazalarından sonra güvenlik önlemleri nükleer santral yapımını daha da karmaşık duruma getirmiştir.

Reaktör inşaatı için gerekli erke maliyeti 40-120 petajoule denlidir. Storm van Leeuwen ve Smith’in çalışmasında ortalama 80 petajoule değeri kullanılmıştır.

Reaktör etkinliğine son verme ve söküm

Reaktör işlem ömrünü tüketip kapandığında, fizyon sürecinde üretilen nötron bombardımanı nedeniyle reaktörün yakıt çubuklarını içeren özeğinde oldukça yeğin radyoaktif ürünler olan Kobalt 60 ve Demir 55 birikir. Reaktörün söküm işlemine başlamadan önce bu radyoaktif elementlerin bozunmasına izin verilmelidir. Radyoaktif, sağlığa oldukça çekinceli ve kirletici diğer artık kalıntılar, tritium, karbon 14, kalsiyum 41 dir. (15) Kısacası, bu devasa, yeğin radyoaktif mozolenin söküm işlemine başlamadan önce, herhangi bir hasara karşı korunması, izinsiz girilmesinin engellenmesi 10-100 yıl sürecektir.

Reaktör etkinliğine son verme ve söküm işlemlerinde izlenen aşamalar:

– Kapatma işleminden sonra güvenlikli koruma döneminde işlemler ve bakım;

– Söküm işlemine başlamadan önce reaktörün radyoaktif bölümlerinin temizlenmesi;

– Radyoaktif bileşiklerin ortadan kaldırılması;

– Söküm;

– Sökülen atıkların paketlenmesi ve sürekli depolanması.

Radyoaktif bozunma sürecine yeterince uzun zaman tanındıktan sonra reaktör ya insanlar tarafından veya uzaktan kumanda yöntemiyle küçük parçalara ayrılmalıdır. Radyoaktivitesi süren parçalar, reaktörden uzak bir yörede gömülmek üzere iri sandıklara konup taşınmalıdır. Bugüne dek, büyük bir nükleer güç istasyonunun uzunca süren ömrünü tamamladıktan sonra tamamen sökülüp mezarına gömülme işlemi yapılmadığı için, işleme son verme ve sökmenin erke maliyet değerlendirilmesine ilişkin çok az deneyim sahibiyiz. Ancak, az da olsa elimizdeki veriler, bu işlemlerin erke ederinin 80-160 petajoule denli olacağını gösteriyor; en olası değerlendirme de 160 petajoule’e yakın bir değerdir. (16) Geleneksel kömür veya gaz ile işletilen santraller, herhangi bir binanın sökülme işlemi gibi sökülür çünkü bu santraller radyoaktif değildir ve bu nedenle kamu sağlığına ve güvenliğine çekince oluşturmazlar. Sökülen materyaller, moloz ve ıskartalar yeniden kullanılabilir. Bir karşılaştırma amacıyla: gaz ile işlem yapan bir santralın yapımı ve sökümü için 24 petajoule denli erkeye gereksinim vardır. Bir nükleer güç santralının yapımı ve sökümü içinse 240 petajoule gerekiyor.

Temizlik

İşletim ömrünün sonunda reaktörün CRUD (Chalk River Unidentified Deposits; bu adın verilme nedeni radyoaktif elementlerin ilk kez Chalk River reaktöründe görülmüş olmasıdır) adı verilen büyük niceliklerde birikmiş olan radyoaktif elementlerden temizlenmesi gerekir. CRUD, reaktördeki radyoaktif elementlerin tamamıdır. Bu radyoaktif elementler soğutma sisteminden sızan oldukça radyoaktif fizyon ve “aktinid” elementlerinden ve hasar görmüş olan yakıt çubuklarından kaynaklanır. Santral işlemine son verme ve söküm işlemine girmeyen bu süreç, erke harcanım açısından oldukça pahalıdır ve reaktörün yapım maliyetinin %50 denlisi, yani 20-60 petajoule’dur. (17)

Soğutma suyu: Tritium ve Karbon 14

Reaktör özeğini soğutan su Tritium (radyoaktif hidrojen) ve Karbon 14 ile yoğun bir biçimde kirletilir. Bu kirlenmenin uzun erimde neden olacağı sağlık ve ekolojik etkileri yeterince bilinmiyor ve gerek nükleer endüstri sorumluları gerekse bireyler bu konuyu gündeme getirmiyor. Tritiumun radyoaktif ömrü 200 yıldan fazladır; Karbon 14’ün radyoaktif yaşamıysa 114.600 yıldır. Sürdürülebilir bir erke dizgesi Tritium ve Karbon 14 ün ekosfere sızmaması için bir kapalı devre oluşturmalıdır. Kuramsal olarak soğutma suyu depolanmalı, kurutucularla veya çimento ile devinimsiz duruma getirilmeli ve uzun ömürlü uygun kaplarda (container) saklanmalıdır. Ancak günümüzde bu soğutucu su sürekli olarak ve kaygısız bir biçimde denizlere, halkın su gereksinimini karşılayan göllere ve nehirlere akıtılmaktadır. (18) Uygun ve gerekli atık yöntemleri, çok sayıda atık bidonlarının kullanımını ve büyük niceliklerde erke harcamaları gerektiriyor.

Günümüzde, Tritium ve Karbon 14 izotopunun uzun erimde neden olacağı biyolojik çekincelere ilişkin yeterli bilgi olmadığından ve bu radyoaktif elementlerin nükleer güç istasyonundan yalıtılması için gerekli olan devasa niceliklerdeki harcamaların boyutunun bilinmemesi nedeniyle, bu izotopların çevreye salınmasını engelleyecek erke maliyetine ilişkin sağlıklı bir değerlendirme yapılamıyor. Bu nedenle, nükleer güç santrallerinin erke ve ekonomik ederi gerçek değerinin oldukça altında hesaplanıyor. (19)

Radyoaktif atıklardan kurtulma

Radyoaktif atıklar, içerdikleri radyoaktif elementlere ve radyoaktivite yoğunluğuna göre kabaca düşük doz, orta doz ve yüksek doz olarak sınıflandırılıyor. Bu atıkları mezarlarına taşıyacak olan 5 tür özgün kaplar bulunuyor ve bu kaplar radyoaktivite sınıflamasına göre V1-V5 olarak adlandırılıyor.V2-V4 kaplarında bulunan radyoaktif atıkların üretimi, kaplara dolduruluşu, taşıta yüklenmesi ve taşınması için gerekli erke, nükleer güç santralının yapımında kullanılan erkeye denktir. Toplam maliyet, yukarıda da değinildiği gibi yaklaşık 20 petajoule denlidir. (20)

Reaktör atıklarının güvenilir bir biçimde ortadan kaldırılmasına ek olarak, nükleer güç ile elde edilen elektrik erke ederi, radyasyon salmaya devam eden yakıt çubuklarının geçici depolanmasını da içerir. Bir nükleer güç santralında üretilen radyasyonun yeğinliği inanılması güç devasa boyutlardadır. Fizyon sürecine girecek olan uranyum reaktör özeğinde 1 milyar kez daha fazla radyoaktiftir. (21) 1000 megawatt gücündeki bir nükleer güç santralının içerdiği uzun-ömürlü radyasyon, Hiroşima’ya atılan bombanın 1000 katı büyüklükteki bir bombanın patlamasıyla üretilecek olan radyasyona denktir. Fizyon, ürünleri yakıt çubuklarının elektrik üretim etkinliğini azaltacak şekilde kirlettiği için, her yıl, radyoaktif yakıt çubuklarının üçte biri reaktör özeğinden çıkarılmalıdır.

Bu yakıt çubukları o denli yoğun radyasyon salar ki, bir tek yakıt çubuğunun yakınında 1 saniye süreyle duran bir kişi ölümcül dozda radyasyon alır. Ayrıca, bu çubuklar son derece sıcak oldukları için 30-60 yıl boyunca sıkı bir şekilde korunan binalarda depolanmalı ve sürekli olarak hava veya suyla soğutulmalıdır. Eğer bu yakıt çubukları sürekli olarak soğutulmazsa çubukların zirconium kaplaması aşırı sıcaklık nedeniyle ansızın ateş alacak ve radyoaktif içeriğini çevreye salacaktır. En son aşamada, yeterli soğutma döneminden sonra yakıt çubukları uzaktan kumanda yöntemiyle kaplara yerleştirilmelidir.

Bu oldukça özel kapların üretiminde kullanılan erke reaktörün üretiminde kullanılan erkeye denktir; toplam 1 ton kap için harcanan erke 80 gigajoule denlidir. İşin kötüsü, kullanılmış yakıt çubuklarının paketlenme işlemi tamamen yeni ve henüz sınavı geçmemiş bir teknoloji olup, işlem sırasında elde edilmiş veriden yoksundur. (22)

Yüksek doz ve orta doz atıkların taşınımı ve 240.000 yıl boyunca uzun dönem depolanması

Nükleer yakıt çevriminin bu aşamasına ilişkin hesaplama henüz yapılmamıştır. Ancak şurası kesin: radyoaktif atıkların 240.000 yıl gibi algılanması zor bir zaman dilimi boyunca korunacağı uygun jeolojik yörelerin hazırlanması, atıkların depolanması, gözetime alınması gerekiyor. Bu aşamalarda, depolara gidecek ulaşım araçları uzun yıllar boyunca insanların yaşadığı kasaba ve şehirlerden geçerek devasa niceliklerde fosil yakıt tüketeceklerdir. (23)

Global erke endüstrisinin erke eder değerlendirmeleri kötü bir şekilde ve sürekli yanıltıcıdır. Örneğin, BP-Amoco şirketinin 2005 yılı dünya erke kaynakları değerlendirmesinde yalnızca nükleer güç santrallerinin toplam elektrik üretimi basit bir biçimde değerlendirilmiş, ancak nükleer yakıt zincirinin toplam erke tüketimi hesaplamaya katılmamıştır. (24)

Aslında, radyoaktif atıkların taşınımı ve depolanmasına ilişkin erke eder değerlendirmesini dikkate almaksızın nükleer yakıt çevriminin erke ederine uranyum cevherinin madenlerden çıkarılması, reaktörün inşası ve ömrü sonunda sökülmesi açısından bakarsak, karşımıza çıkan rakam yaklaşık olarak 240 petajoule (24 milyon milyar joule) denlidir. Nükleer santralle aynı nicelikte elektrik üreten, gazla çalışan bir santralın yapım ve uygulaması için gerekli erke, nükleer güç santralınınkinin onda biri yani 24 petajoule denlidir. (25)

Varolan en zengin uranyum cevherini de kullansa, bir nükleer güç istasyonunun erke ederini karşılayabilmek için on yıl tam kapasite çalışması gerekir. Yukarıda da değindiğimiz gibi, uranyum 235 cevherini belli yoğunluklarda içeren sınırlı sayıda kaynak var. Bu yoğunluk %0,01 in altına düştüğünde nükleer güç istasyonundan elde edilen erke üretimi, uranyumun madenlerden çıkarılış maliyetini karşılayamaz ve nükleer yakıt çevrimi net erke sağlayamaz; uranyum oranının belli düzeyin altında olması durumunda nükleer güç istasyonu, reaktörün yapımı, yakıtı, işlemesi ve çevreye verdiği zararın onarımı için gerekli erkeden daha az erke üretir. (26)

Bir bütün olarak nükleer yakıt çevriminin erke maliyetini şimdilik bir kenara bırakalım ve nükleer endüstrinin, nükleer güç istasyonundan dışarıya “temiz ve yeşil” (clean and green) çıktığı iddiasına değinelim. Nükleer endüstrinin iddia ettiği gibi, nükleer gücün sera etkisine neden olan gazların salınımlarını azaltmada büyük katkıda bulunabilmesi için aşağıdaki koşulları yerine getirmesi gerekiyor (bu çözümleme, küresel çapta elektrik gereksiniminde %2 oranında artış olduğunu varsayar):

– Günümüzde işlerlikte olan tüm nükleer güç istasyonlarının -441 tane- yerine yenileri yapılmalıdır.

– Elektrik erkesindeki büyümenin yarısının nükleer güç tarafından karşılanması gerekir.

– Dünyadaki kömür yakıtla çalışan elektrik istasyonlarının yarısının yerine nükleer güç istasyonları geçmelidir. (27)

Bu plana uyulması demek, önümüzdeki elli yıl içerisinde 1000 watt gücünde 2-3 bin nükleer reaktörün yapımı demektir, diğer bir deyişle, 50 yıl boyunca haftada 1 reaktör! Yeni bir reaktörün yapım süresinin 8-10 yıl olduğunu ve varolan uranyum yakıt rezervlerinin kısıtlılığını dikkate alırsak, böylesi bir projenin gerçekleştirilmesi olanağı yoktur. (28)

Van Leeuwen ve Smith’in saptamalarına göre, “uranyumun bilinen toplam rezervi öylesine azdır ki, kişi kendisine, nükleer güç nasıl oluyor da devasa boyutlarda erke sağlayabileceği sözünü verebiliyor sorusunu sormalıdır”. İsimleri geçen yazarlar bu anormal durum için birkaç neden sıralıyorlar:

– Nükleer endüstri başlangıçta hızlı nötron “üretici” (breeder) reaktörler üretileceğini öngördü. Bu tür reaktörler hem yakıt üretecek hem de o yakıtı kullanabilecek, kendi kendine yetebilen kapalı bir çevrim oluşturacaktı. Bu reaktörler henüz yapılamadı.

– Nükleer endüstri nükleer güçle ilgili erke ederini ne hesapladı ne de bu konuda bir fikri var.

– Radyoaktif atıkların ne denli çekinceli olduğu ve bu atıkların uzun erimde nasıl ortadan kaldırılacağı uzun yıllar boyunca anlaşılamadı.

– %0,01 den daha az uranyum içeren madenin net erke üretemeyeceği de anlaşılamadı.

– Nükleer gücün yaratacağı çevre katliamının düzeltilmesini gelecek nesillere bıraktılar. (29)

Bu konudaki bilgilerin kamuya ulaşmış olması nedeniyle nükleer endüstri devasa boyutlarda halkla ilişkiler oyunları tertipliyor.

Amaçlanan “nükleer rönesans” için uranyumun yeterli olup olmadığı konusunda görüş ayrılıkları var. Storm van Leeuwen ve Smith’in çözümlemeleri şu saptamada bulunuyor: Dünya Nükleer Birliği (World Nuclear Association) de dahil olmak üzere, uranyum madeninden üretilen uranyum cevher düzeyi ile üretilecek erke arasındaki ilişki üzerine çalışma yapılmamıştır.

ABD’de askeri amaçlarla kullanılan oldukça zengin uranyum, nükleer reaktörlerde kullanılmak üzere, düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyum ile karıştırılıyor. Ancak bu nicelik, yıllık uranyum gereksinimini yalnızca altı yıl boyunca karşılayabilecektir. Büyük, zengin uranyum madeni kaynaklarının varlığına ilişkin bir işaret yok. Bugün çıkarılabilecek uranyum kaynakları, yalnızca sekiz yıl boyunca 2500 “rönesans” reaktörüne yakıt sağlayabilecek.

Bazılarına göre, reaktör yakıtı olmak üzere plütonyumun yeniden işlenmesi, kısıtlı uranyum kaynakları için bir kurtarıcı olabilecektir. Yeniden işlem süreci çekinceli, oldukça pahalı ve nükleer silahların çoğalmasına katkıda bulunur. (30)

GELECEK SAYI

Nükleer erkenin gerçek ekonomik maliyeti

Dipnotlar

1) 1980’li yıllarda Manhattan Projesi’nde çalışan bazı biliminsanlarıyla yapılan kişisel iletişim. Artık hiçbiri yaşamda olmadığından isimlerini açıklamak da gerekmiyor.

2)  Bazı kişiler küresel ısınmayla ozon tabakasının incelmesi arasındaki farkı karıştırıyor. Bu ikisi birbirinden tamamen farklı meteorolojik süreçlerdir. Ozon (O3) atmosferin üst katmanında (stratosfer) milyarlarca yıl boyunca birikmiştir ve Güneş’ten gelen ve kansere neden olan moröte ışınımı için bir süzgeç (filtre) oluşturur. Ozon tabakası, endüstride geniş çapta kullanılan ve atıl bir gaz olduğu düşünülen kloroflorokarbon (CFC) gaz ailesi nedeniyle Yer atmosferinin bazı bölgelerinde, örneğin Güney Uçlak (kutup) bölgesinde  incelmiş hatta ortadan kalkmıştır. Bu gazlar stratosfere yükselerek ozon molekülleriyle birleşip o molekülleri bozarlar. CFC gaz ailesi stratosferdeki varlığını 75-380 yıl sürdürebilir. Ozon tabakasının incelmesi sonucunda insanlarda ve hayvanlarda Güneş moröte ışınımının yoğunluğunun artmasına bağlı olarak deri kanseri hastalığı artış göstermiştir. Ozon tabakasındaki %1’lik azalış, canlılarda %4-6 oranında deri kanser hastalığı artışına neden oluyor. Ozon tabakasının özellikle ince olduğu Avustralya’da halk salgın deri kanser hastalığı ve benlerde oluşan kötü bir cilt tümöründen (malignant melanoma) kırılıyor. Bu kaygı nedeniyle 1987 yılında yapılan Montreal Protokolüne göre CFC üretimi azaldı ve birçok ülke 1990 yılında Londra’da yapılan bir anlaşma sonucunda CFC üretimini yasakladı (Helen Caldicott, If You Love This Planet, New York: W.W. Norton, 1992). CFC gazları hem ozon tabakasını deldiği hem de küresel ısınmaya neden olduğu için tehlikelidir.

ABD Erke Bakanlığı (DOE) verilerine göre, ABD’de salınan CFC 114 gazının %93 denlisi uranyum zenginleştirme sürecinden kaynaklanıyor. Bu süreç, nükleer santral yakıtının üretilme sürecidir (Nancy Checklick, U.S. Department of Energy, yazara 8 Haziran 2004 tarihinde gönderilen  e-mail iletisi). “Temiz ve yeşil” olmaktan uzağa, nükleer erke üretiminin bu evresi, ozon tabakasını delen kimyasal elementleri üreten en büyük endüstridir (James Bruggers, “Uranium Plants Harm Ozone Layer, Kentucky, Ohio Facilities Top List of Polluters”, The Courier-Journal, 29 Mayıs 2001).

3)  CFC gazları küresel ısınmaya karbondioksit gazından 10.000-20.000 kez daha fazla etkin olan gazlardır. Küresel ısınmaya neden olan diğer gazlar, gaz ile çalışan elektrik santrallerinde kullanılan metan veya “doğal gaz” ve nitrik oksit, araba ve kömür ile çalışan santrallerden çıkan egzoz gazıdır.

4) Jan Willem Storm van Leeuwen ve Philip Smith, “Can Nuclear Power Provide Energy for the Future; Would it Solve the CO2 emission Problem?”

http://beheer.opvit.rug.nl/deenen/Nuclear_sustainability_rev3.doc, October 12, 2004.

5) agy (adı geçen yapıt).

6) J. W. Storm van Leeuwen, “Nuclear Power – Some Facts”, August 10, 2005, p.10.

7) NEA – IAEA, Uranium 2003: Resources, Production and Demand (Paris OECD, 2004).

8) Joule erke birimidir; bir kalp atışının erkesi 1 joul’dur. 100 watlık bir ampul saniyede 100 joule erke tüketir. Bir litre suyu 1 santigrad derece ısıtmak için 4800 joule veya 4,8 kilojoule (KJ) gereksinim vardır. Gigajoule bir milyar joule demektir.

9) Storm van Leeuwen and Smith, “Can Nuclear Power Provide Energy for the Future?”, Chapter 2, p.4-8.

10) agy, Chapter 4, p.4.

11) agy.

12) Erke ve Çevre Araştırma Enstitüsünde (IEER – Institute for Energy and Environmental Research) çalışan Brice Smith’den 7 Ekim 2004 tarihinde alınan ve kişisel iletişim olan e-posta.

13) Checklick, 8 Haziran 2004.

14)  Storm van Leeuwen ve Philip Smith, “Can Nuclear Power Provide Energy for the Future”, Chapter 2, p.9-10

15) agy, Chapter 3, p.10-12.

16) agy.

17) agy.

18) agy.

19) agy.

20) agy, Chapter, p.2-8.

21) J. W. Storm van Leeuwen, “Radioactive Discharges from Nuclear Power: Sustainability and Nuclear Power”, Chapter 5, November 16, 2005.

22) Storm van Leeuwen ve Philip Smith, “Can Nuclear Power Provide Energy for the Future”, Chapter 4, p.6.

23) Storm van Leeuwen, “Nuclear Power – Some Facts”, p.7.

24)  BP Statistical Review of World Energy, June 2005, www.bp.com/statisticalreview2005; and Storm van Leeuwen and Smith, “Can Nuclear Power Provide Energy for the Future”, Chapter 2, p.12.

25) Storm van Leeuwen and Smith, “Can Nuclear Power Provide Energy for the Future”, Chapter 5, p.9.

26) Nükleer yakıt çevrimi sağlığa zararlı diğer bileşikleri de büyük niceliklerde kullanır. Bu zararlı bileşikler küresel ısınmaya neden olan güçlü gazlar üretir. Bir yıllık reaktör yakıtı olan 20,3 ton zenginleştirilmiş uranyum elde etmek için 162 ton doğal uranyumun uranyum hegzafloride dönüştürülmesi gerekir ki, bu süreçte 77,6 ton flor gazı gerekiyor. Zenginleştirilmiş uranyum 235 nükleer yakıt oluşturmak üzere yeniden uranyum okside dönüştürülür, bu süreçte 9,72 ton flor gazı salınır.

Geriye kalan 141,7 ton “tükenmiş” uranyum 238 hegzaflorid gaz (tüketilmiş uranyum 238) açık havada, yüz binlerce çelik bidon içinde depolanır. Uranyum hegzaflorid gazı oldukça tepkili olduğundan bu çelik bidonların sızıntı yapmasına neden olur. Her yıl tüm dünyada 68.000 ton uranyum flor gazı ile sürece girdiğinden 32.600 ton flor gazına gereksinim vardır. Flor gazı çekincelidir ve tepkimeye oldukça yatkın olduğundan diğer kimyasal materyallerle birleşir. Bu nedenle, flor gazının organik çözücülerle tepkimeye girmesi sonucunda çok güçlü sera gazlarının oluşacağı açıktır. Bu gazlar uranyum zenginleştirme sürecinde atmosfere yan ürünler olarak salınır (J. W. Storm van Leeuwen, “Nuclear Power – the Energy Balance, Some Details of the Front End of the Nuclear Process hain”, November 18, 2005).

Uranyum yakıt çubuklarının dış kaplaması olan zirconium, klor gazı ile durulanır ki klor gazı da küresel ısınmaya neden olan güçlü bir gazdır. Nükleer güç istasyonları için yıllık 7.600-15.200 ton zircaloy üretimi en azından 11.700-23.400 ton klor gazına gereksinim vardır. Klor bileşikleri küresel ısınmaya neden olan gazların üretiminden sorumludur (Storm van Leeuwen, “Nuclear Power – the Energy Balance”, p.2).

Storm van Leeuwen’in işaret ettiği gibi, “Nükleer endüstri, nükleer erke üretiminin karbondan veya sera etkisi yapan gazlardan ari olduğunu savunmadan önce, yakıt çevriminin her evresinde karbon dioksit ve diğer sera gaz salınımlarının eksiksiz bir çözümlemesini yayınlamalıdır” (J.W. Storm van Leeuwen, “Uranium and Greenhouse Gases”, August 13, 2005).

27)  Arjun Makhijani and Brice Smith, IEER, Institute for Energy and Environmental Research, July 26, 2005.

28)  agy, Michael Mariotte, “Nuclear Power is Wrong Answer”, NIRS, May 27, 2005; and Storm van Leeuwen and Smith, “Can Nuclear Power Provide Energy for the Future”, Chapter 5, p.7-8.

29) Storm van Leeuwen and Smith, “Can Nuclear Power Provide Energy for the Future”, Chapter 2, p.12.

30) Jan Willem Storm van Leeuwen ile 11 Mart 2006 tarihinde yapılan e-posta yazışmasından.