İskoçya’da bir gündüz vakti. 66 yaşında bir kadın, ülkenin kuzeydoğu kıyısındaki Inverness şehrinde bulunan Raigmore Hastanesi’ne, sağ elinin başparmağındaki bir eklem sorununu çözmek üzere başvurur. Ameliyat olması gerektiğine karar verilir ve işlemler başlatılır. Operasyonun ertesi günü rutin kontroller yapılırken ağrı derecelendirmesini 10 üzerinden 0 olarak puanlandırdığı görülür; yani kadın, bu ameliyatı olan hastalarda rastlanmayacak şekilde hiç ağrı hissetmemektedir. Üstelik sinirleri doğrudan etkilediği için normal şartlarda ciddi ağrı kesicilerle geçirilen operasyon sonrası süreci, kahramanımız basit bir parasetamol ile atlatmıştır. Doktorlar durumun tuhaflığının farkına varıp kadının eski dosyalarını incelemeye koyulurlar. Bir yıl önce kalça ekleminde ileri derecede dejenerasyon yaratan bir osteoartrit tanısı almış olduğu fark edilir. Görünen o ki kadın o zamana kadar herhangi bir ağrı hissetmemiş olduğu için hastalık bu denli ilerlemiştir. Kalçasından ameliyatla sonuçlanan bu sürecin ardından yine ağrı kesicisiz bir operasyon-sonrası iyileşme evresi yaşamış, içtiği tek ağrı kesici olan parasetamolü de almaya mecbur edildiğinden kabul etmiştir. Ardından hikaye biraz daha deşildikçe diş operasyonlarından bilek çatlaklarına, kesiklere ve hatta yanıklara, hiçbirinin meydana gelme anında ya da iyileşme sürecinde ağrı hissetmemiş olduğu, ağrı kesici asla kullanmadığı, dahası yaralarının çok çabuk kapandığı anlaşılır.
Doktorlar bu süperkahramanın öyküsü karşısında hayretler içindedir. Genetik bir mirasın söz konusu olup olmadığını anlamak üzere bu sefer dümeni aile üyelerine çevirmeye karar verirler. Annesi, babası, kızları ve oğlu, kan bağı olan kim varsa incelenir. Görünen o ki oğlu ve o sırada hayatta olmayan babası da ağrıya karşı normalden daha dayanıklı tiplerdir; ama hiçbiri kahramanımızın yanına yaklaşamamıştır. Kendisi asla ağrı/acı hissetmemenin (ve eklemlerde kireçlenmenin) dışında son derece sağlıklı, zayıf, aktif, konuşkan ve mutlu bir insandır. Yapılan anksiyete ve depresyon testlerinde aldığı skorlar, sırasıyla 21 üzerinden 0 ve 29 üzerinden 0’dır. Belirttiğine göre tehlikeli ya da korkutucu durumlarda bile paniğe kapılmak nedir bilmez. Sadece arada ufak tefek bellek sorunları yaşamaktadır. Kimdir doğanın bu sevgili kulu diye soracak olursanız…
Cevabı adını soyadını söyleyerek değil, çünkü bunun bir anlamı yok, University College London ve Oxford Üniversitesi’nde görevli genetikçilerin ifadelerini kullanarak verelim. Kendisi bir mutant. Hepimiz gibi o da genom üzerinde çeşitli mutasyonlarla doğmuş. Fakat onun mutasyonları biraz ‘şanslı’. 1. kromozom üzerindeki ilki, FAAH denen, ağrı duyumu, bellek ve ruh haliyle ilişkili bir proteini kodlayan gen üzerindeki bir mikrodelesyon, yani tek harflik bir kayıp diyelim (aynı dizi kaybı kadının oğlunda da var fakat genin iki kopyasından sadece birinde, yani daha hafif düzeyde). FAAH’nin kodladığı enzim kanda bu sayılan işlevlerle ilişkili nörotransmiter denen bazı yapıları yıkıma uğratarak iş görür. Mutantımızın kanında bu nörotransmiterlerden bolca var çünkü FAAH, görünüşe göre uğradığı mutasyon sonucunda işlev kaybı yaşamış ve görevini asla yerine getirememiş. Sanki iyi de olmuş… Diğer mutasyon ise FAAH-OUT denen, yani yine bu enzimi ‘zamanında’ kodlayıp şimdi işlevsiz genom dizileri kategorisine düşmüş, yakınlardaki bir yalancı-gen üzerinde yer alıyor (bunlara psödogen deniyor; genomda bolca bulunuyorlar). Görünen o ki yalancı-gen diye bilinen bu dizi pek de işlevsiz değilmiş; FAAH enziminin sentezini kontrol ediyormuş. FAAH-OUT işin sürprizli kısmı; FAAH’nin etkileri ise aslında biraz biliniyor. Nitekim daha önce farelerde yapılmış olan deneyler, FAAH geninin işlevsizleştirilmesinin, bu kadındaki mutasyonun neden olduğu etkiye benzer biçimde, ağrıya duyarsızlık, deri yaralarında hızlı iyileşme, korkulu anıların yerleşmemesi, anksiyetede azalma gibi imrenilesi sonuçlar doğurduğunu gösteriyor. Bu mutasyonun bir kusuru, kahramanımızda da görüldüğü üzere, kısa süreli hafızada bir miktar boşluk yaratması.
Halihazırda araştırmacılar bu şanslı mutantın kan değerlerini ve çeşitli hücresel verilerini incelemeye devam ediyor. Hedeflerinde FAAH’nin yanı sıra FAAH-OUT’un etkilediği biyokimyasal yollar üzerinde de etki göstererek çok daha etkili sonuçlar elde edilmesini sağlayacak ağrı kesicilerin geliştirilmesi var. Bu arada popülasyondaki tek FAAH geni mutasyonlu birey, hadi artık adını verelim, Jo Cameron olmayabilir. Aranızda ben acı, ağrı nedir bilmem, hatta Jo Cameron gibi Orta Amerika’nın meşhur aşırı acı ‘bonney biberini’ bile şekerleme gibi yerim diyeniniz varsa, insanlık namına en yakın genetikçinin kapısını çalmasını öneririz.
Kaynak
Abdella M. Habib ve ark., “Microdeletion in a FAAH pseudogene identified in a patient with high anandamide concentrations and pain insensitivity”, British Journal of Anaesthesia, 22 Şubat 2019.