Darwin’in yirmi yıllık emeğinin ürünü olan “Türlerin Kökeni”, 24 Kasım 1859’da yayımlandı. Aslında büyük bir bilimsel devrimin yaklaşmakta olduğu hissediliyordu; çünkü doğanın sunduğu veriler, kutsal kitaplarda anlatılanlarla örtüşmüyordu. Böyle bir dönemde ortaya atılan evrim kuramının ve onun mekanizması olarak önerilen doğal seçilimin, insanın doğaya, canlılığa ve en önemlisi kendisine bakışını kökten ve kalıcı olarak değiştireceği açıktı.
Evrim kuramı, bilim dünyasına ilk adımını Charles Robert Darwin’in (1809-1882) yaklaşık yirmi yıllık emeğinin ürünü olan ve 24 Kasım 1859’da yayımlanan Türlerin Kökeni ile attı. Genetik yasalarının henüz ortaya konmamış olduğu bu dönemde, kalıtımın genlere dayandığı, hatta “gen” diye bir şeyin var olduğu bile bilinmiyordu; çoğu doğa bilgini ve doğa tarihçisi, doğanın hayranlık uyandıran dinamiklerini Tanrı’nın biricik yaratımları olarak açıklama çabasına girişmişti. Bununla birlikte doğayı anlama uğraşlarını sürdüren yüzlerce doğa bilgini, jeolog ve paleontolog büyük bir bilimsel devrimin yaklaşmakta olduğunu hissediyordu; çünkü doğanın sunduğu veriler, kutsal kitaplarda anlatılanlarla örtüşmüyordu. Dolayısıyla böyle bir dönemde ortaya atılan evrim kuramının ve onun mekanizması olarak önerilen doğal seçilimin, insanın doğaya, canlılığa ve en önemlisi kendisine bakışını kökten ve kalıcı olarak değiştireceği açıktı.
Geçtiğimiz sene, Türkiye’de ilk olarak Öner Ünalan’ın değerli çevirisiyle 1970’te Sol Yayınları’ndan, 1976’da da Onur Yayınları’ndan yayımlanan Türlerin Kökeni’nin yeni çevirisini yapmanın gururunu yaşadım.(1) Türlerin Kökeni üzerine bir yazı hazırlamaya karar verdiğimde, bilim dünyasında çığır açmış böylesine önemli bir eserle ilgili söylenmesi gereken her şeyi yazıya dökemeyeceğimin farkındaydım. Ama yaklaşık bir yıl süren çeviri sürecinde, Darwin’i belki daha farklı yönleriyle de tanıma fırsatı bulduğum için bu zorlu işin altından kalkabileceğimi umuyordum. Kafamda, kitabı hangi açıdan ele almanın okurlar için daha yararlı ve aydınlatıcı olacağını sorgularken, Darwin gibi düşünmeye başladığımı fark ettim. Böylece Türlerin Kökeni’nde, aslında koca bir solukta, bir şeyi açıklamak istiyorsan önce onun kökenine inmelisin diyen Darwin’i rehber almaya ve kitabın kökenine inmeye karar verdim. Olguları ve olayları tarihsel bağlamında ele almanın öneminin farkında olarak, ama Türlerin Kökeni’nin en başta bir bilim kitabı olduğunun da altını çizerek yazıma, kitabın ve kuramın bilimsel altyapısını oluşturan ve Darwin’in de çıkış noktası olan Beagle yolculuğundan başlamak isterim. Konumuz Türlerin Kökeni olduğu için, yazarının özel hayatına gereğinden fazla girmeden, daha ziyade kitabın kendi izlediği yoldan gitmeyi tercih edeceğim. Bu arada kitaptan çeşitli alıntılar yaparak hem eserin kendisine hem de kuramın oluşum evrelerine biraz ışık tutmaya çalışacak ve son olarak kitabın çeviri sürecine kısaca değineceğim.
Evrim kuramının bilimsel çatısı oluşuyor: Beagle yolculuğu(2)
İngiliz hükümeti 27 Aralık 1831 tarihinde, kaptanlığını Robert FitzRoy’un yaptığı ve mürettebatı arasında Darwin’in de bulunduğu HMS Beagle gemisini, Güney Amerika’nın güney sahillerinde harita ve ölçüm çalışmaları yapmak ve Büyük Okyanus’taki bazı adaları incelemek üzere uzun bir sefere yolladı. Bu, Plymouth’dan Atlas Okyanusu’na doğru yola çıkan Beagle’ın ikinci yolculuğuydu. Beagle’ın yeni kaptanı olarak göreve başlayan FitzRoy, yanına kendisi gibi bilimsel bakış açısına sahip olan bir doğa bilgini ve ziyaret edilen ülkelerin doğa tarihini inceleyecek bir jeolog arıyordu. Bu amaçla tanıdığı çevrelere fikir danıştı; kendisine önerilen isimlerden biri, bilim tarihini kökünden değiştirecek olan Charles Darwin olacaktı. Bu, doğaya ve canlılara derin bir hayranlık besleyen yirmi iki yaşındaki Darwin için eşsiz bir fırsattı. Ona göre insanın en asil niteliği, yaşayan tüm canlılara karşılıksız bir sevgi duyabiliyor(3) olmasıydı. Bu bağlamda, dünyada yaşamış ve yaşayan tüm canlıların birbiriyle akraba olduğunu bize gösteren evrim kuramını Darwin’in ortaya koymuş olması, kanımca çok da büyük bir tesadüf değildir. O sıralar deniz canlılarını ve kınkanatlı böcekleri toplamak konusunda deneyimleri olan Darwin’in, bu yolculuğa çıkmakta iki amacı vardı: Birincisi, jeoloji ve deniz omurgasızları üzerine hâlihazırda yürüttüğü çalışmaya yönelik yeni bulgular derlemekti. İkincisi ve çok daha önemlisi de, İngiltere’ye dönüşünde beraberinde getireceği çeşitli canlı ve fosil örnekleriyle, bilim dünyasına ve uzmanlara kendi çalışmalarında faydalanabilecekleri yeni olgular sunmaktı.
Cambridge Üniversitesi’ndeki akıl hocası Prof. John S. Henslow, ona Charles Lyell’ın Principles of Geology (Jeolojinin İlkeleri, 1830) adlı kitabını yanına almasını, ama tek satırına bile inanmamasını tembihlemişti. Deniz tutması yüzünden yolculuğun ilk haftalarında hayli zorlanan ve vaktinin büyük bir kısmını bu kitabı okuyarak geçiren Darwin, 16 Ocak 1832 tarihinde Beagle’ın ilk durağı olan Yeşil Burun Adaları’nda karaya çıktı. Yaklaşık üç yıl boyunca Güney Amerika’nın doğu ve batı kıyısında, Ateş Toprakları’nda, Falkland Adaları’nda ve çeşitli adacıklarda dolaşan Darwin, yörenin yalnızca biyolojik yapısını değil, çok etkileyici bulduğu jeolojik ve paleontolojik yapısını da incelemeye koyuldu. Bu dönemde gözlemlediği her olguyu not defterlerine kaydetti, olabildiğince çok örnek topladı ve onları özenle paketleyerek İngiltere’ye dönüşünde beraberinde götürdü.
Brezilya’da ilk kez yağmur ormanlarını gördü, Arjantin’de nesli tükenmiş canlılara ait fosiller keşfetti ve Ateş Toprakları’nda ilk kez, Avrupalıların “yabani” dediği insan topluluklarıyla karşılaştı. Günümüzde yitip gitmiş bu insan topluluklarına ve kültürlerine ilişkin az sayıda özgün yazılı kaynaktan birçoğu Darwin’e aittir. Bu insanların farklı yaşayışları ve fiziksel yapıları onu çok etkilemiş ve insan soylarının evrimi konusundaki düşüncelerine öncülük etmiştir. Ancak onun insan ırkları(4) konusundaki bu düşünceleri günümüzde bile yanlış anlaşılabildiği veya yanlış aksettirilebildiği için, yolculuğumuza bir süre ara verip, onun konuya nasıl baktığını aydınlatacağını umduğum birkaç cümlesini paylaşmak isterim.
Kölecilikle mücadeleyi nesiller boyu sürdürmüş bir aileden gelen ve İngiltere’den ayrılmadan önce de kölelik karşıtı olan Darwin, yolculuğu sırasında kız kardeşi Catherine Darwin’e yazdığı 1833 tarihli mektupta şöyle der:
“…İngiltere köleliği tümüyle kaldıran ilk Avrupa ulusu olsa, bu onun için ne kadar övünülecek bir şey olur! İngiltere’den ayrılmadan önce, bana köleliğin olduğu ülkelerde yaşadıktan sonra tüm düşüncelerimin değişeceği söylenmişti; şu anda farkında olduğum tek değişiklik, siyahi karakteri hakkında bende çok yüksek bir takdirin oluştuğudur. Böyle neşeli, içten, dürüst ifadeli ve böylesine sağlıklı, kaslı bedenlere sahip olan bir siyahiyi görüp de, ona karşı sevecenlik duymamak olanaksız.”(5)
Otobiyografisinde anlattığına göre, köleliği savunan Kaptan FitzRoy ile bu konuda sert tartışmalara girmiştir.(6) Darwin, bu konuyla ilgili çok etkileyici bulduğum bir diğer alıntısında da, duygularını şöyle paylaşır:
“19 Ağustos’ta nihayet Brezilya’dan ayrıldık ve şükürler olsun ki, bir daha asla köleci bir ülkeyi ziyaret etmeyeceğim. Bugün bile ne zaman uzaktan bir çığlık duysam, Pernambuco dolaylarındaki bir evin yakınından geçerken işittiğim o acıklı iniltileri ve zavallı bir kölenin işkence görmekte olduğundan şüphelendiğim halde kendimi itiraz bile edemeyecek kadar çaresiz bir çocuk gibi hissettiğimi, acıyla ve tüm canlılığıyla yeniden hatırlarım.”(7)
Türlerin Kökeni’nde insanın evrimi konusuna hiç değinmeyen ve yalnızca insanların evcilleştirme ve yapay seçilim yöntemleri üzerinde duran Darwin, bu önemli konuyu 1871’de yayımlanan, hayli yanlış anlaşılan ve çevirisini halen yapmakta olduğum The Descent of Man(8) (İnsanın Türeyişi) adlı kitabına saklayacaktı. Türlerin Kökeni’nin son bölümünde, bu kitapta geliştirdiği görüşlerin ileride kabul görmesi halinde, “doğa tarihinde hatırı sayılır bir devrim yaşanacağını” belirtmiş; “Uzak gelecekte, çok daha ilginç araştırmalara yönelik yeni alanların açılacağına inanıyorum. Psikoloji yepyeni bir temele, her zihinsel gücün ve yetinin ancak kademeli olarak kazanılması ilkesine dayandırılacaktır. İnsanın kökeni ve tarihi aydınlatılacaktır.”(9) demekle yetinmişti. Bu, gelecekteki çalışmalarının güzel bir habercisiydi.
“Kendi içinde küçük bir dünya”
7 Eylül 1835’te Lima’dan ayrılan Beagle, 15 Eylül’de Büyük Okyanus’un doğusundaki Galapagos Takımadaları’na vardı. Darwin beş haftasını bu takımadaları inceleyerek, 12 gününü Tahiti’de ve bir haftasını da Yeni Zelanda’da geçirdi. Ama Galapagos Takımadaları, Darwin’in çalışmalarında hepsinden önemli bir yer tuttu ve aynı sebepten ötürü, bilim dünyası için de kuşkusuz aynı ölçüde önemliydi. Beagle mürettebatı kıyılarda ölçüm yaparken, Darwin karaya çıktıkları her sahilde uzun, zorlu ve tehlikeli keşif gezilerine çıkıyor, bulduğu her dağa ve tepeye tırmanıyordu. Darwin oradan yazdığı bir mektupta ilk izlenimlerini şöyle aktarmıştır: “Bu takımadaların doğa tarihi son derece dikkat çekicidir. Burası adeta kendi içinde küçük bir dünya gibi.”(10)
On sekiz büyük ve dört küçük adadan oluşan Galapagos Takımadaları, Güney Amerika kıtasının yaklaşık 1000 km batısında yer alır. Burası hem güneşli ekvatoryal konumu hem de serin okyanus akıntıları nedeniyle tropikal ve ılıman iklimlerin birlikte görüldüğü ve dolayısıyla canlı çeşitliliğinin çok yüksek olduğu bir bölgedir. Bünyesinde pek çok okyanus adası barındıran volkanik Galapagos Takımadaları, özgün faunası ve florası ile Darwin’i doğal olarak büyüledi. Adaları ziyareti sırasında, canlıların adadan adaya değişkenlik gösterdiğini, ama hepsinin de kendi çevrelerine çok güzel uyarlanmış olduğunu gözlemledi. Onun burada karşılaştığı bitkiler, balıklar, böcekler, kabuklular, kuşlar, sürüngenler ve memeliler dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmayan, endemik diye tanımladığımız türlerdendi. Darwin, tıp eğitimi için gönderildiği Edinburgh Üniversitesi’nde kuş örnekleri toplamayı öğrenmiş olsa da, Beagle yolculuğuna çıkarken ornitoloji (kuş bilimi) konusunda deneyimsizdi. Oysa bugün bile Galapagos Adaları denilince ilk akla gelen, Darwin’in kaplumbağaları ve ispinozları olur. Dünyada yaklaşık on beş türü bulunan Galapagos ispinozları (Darwin ispinozları olarak da bilinir), ilk kez Darwin tarafından Galapagos Takımadaları’ndan toplanmış ve bunlardan on ikisi, ornitolog John Gould tarafından yeni tür olarak tanımlanmıştır. Bu, onun hem türlerin değişebilir olduğu yönündeki görüşlerinin gelişmesine katkıda bulunan hem de çalışma azmine ışık tutan, dahası Dr. Abbott’a yazdığı 1871 tarihli mektubundaki kanısıyla da uyuşan bir başarıdır: “Hiçbir zaman hızlı bir düşünür ya da yazar olmadım: Bilim adına ne yaptıysam, bunu her zaman uzun süreli düşünmeler, sabır ve emek yoluyla yapmışımdır.”(11)
Darwin, Prof. John S. Henslow’un yönlendirmesiyle türlerin coğrafi dağılımı konusuna da ilgi duyuyordu. Canlılar arasında gözlemlediği farkların, bu hayvanların farklı doğa koşullarının hüküm sürdüğü farklı adalarda yaşamış olmalarından ileri gelebileceğini düşünüyordu. Bulabildiği her organik varlığı dikkatle inceleyen Darwin, 109’u yalnızca Galapagos Adaları’nda yetişen toplam 217 bitki örneği toplamıştı. Ülkesine dönüşünde onları bitki uzmanı Joseph Dalton Hooker ile paylaşacak ve kendisinden, bu bitkilerin Güney Amerika’nın bitki örtüsüyle yakın ilişkili olduğunu, ama tam anlamıyla özdeş de olmadığını öğrenecekti. Darwin, Galapagos Takımadaları ile ilgili izlenimlerini ve sorgulama sürecini, coğrafi dağılıma ayırdığı iki bölümden biri olan 12. bölümde okura şöyle aktarır:
“Büyük Okyanus’ta, kıtanın yüzlerce mil açığında yer alan bu volkanik adaların sakinlerini inceleyen bir doğa bilgini, kendisini Amerika topraklarında sanacaktır. Bunun sebebi ne olabilir? Yalnızca Galapagos Takımadaları’nda yaratılmış olması gereken türler neden Amerika’da yaratılmış olanlar ile böyle sıkı bir yakınlık sergilemektedir?”(12)
Jeolojik değişimlerin çok yavaş ve uzun zaman dilimlerinde gerçekleştiğini bilen ve bölgelerin canlı yapısı kadar paleontolojik ve jeolojik yapısıyla da yakından ilgilenen Darwin, yolculuğu sırasında fosil katmanları arasındaki zaman aralıkları üzerinde durdu. Ağustos 1835’te kuzeni W. D. Fox’a yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: “Yolculuğun en hevesle beklediğim kısmı olan Galapagos seferini iple çekiyorum. Bu takımadalarda, üçüncül katmanlar da içereceğini umduğum etkin volkanlar bulunuyor.”(13) Türlerin Kökeni’nde, “Jeolojik Kayıtların Yetersizliği Üzerine” başlıklı 9. bölümde ve “Organik Varlıkların Jeolojik Ardışıklığı Üzerine” başlıklı 10. bölümde, bu konular üzerine önemli tespitlerde bulundu. Özellikle volkanik kraterleri ve kayaları inceleyen Darwin, onların mineralojik yapılarını anlamaya çalıştı. Bu arada bazı volkanik adalarda deniz canlılarına ait fosiller buldu ve kıta hareketleri üzerinde durarak, bu ilginç olguyu, böyle adaların geçmişte daha batık durumda olmasına yordu. 20 Şubat 1835’teki Büyük Şili Depremine tanık olan Darwin, sonradan The Voyage of the Beagle (Beagle Yolculuğu) adlı kitabının koca bir bölümünü, her anlamda çok etkileyici bulduğu bu doğal felakete ayırdı. Yörenin doğa tarihi ile jeolojisi arasındaki ilişkiye dikkat çeken bu ve buna benzer pek çok olguyu gözlemleme fırsatı bulan Darwin, daha sonra kuramını oluştururken onlardan çokça yararlanacaktı.
Değişen yaşam koşullarına uyum sağlayamayan türlerin yeryüzünden silinmesi anlamına gelen tükenme, Darwin’in önemle üzerinde durduğu bir diğer konuydu. Kuramı için çok önemli olan bu olguya değinirken, bir yandan da ince eleştiriler yapıyordu:
“Türlerin ve toplu tür gruplarının tükenmesi, doğal seçilim ilkesinin adeta kaçınılmaz bir sonucu olup, organik dünyanın tarihinde önemli bir yer tutar; çünkü yeni ve iyileştirilmiş formlar, daima eski olanların yerini almaktadır. Ama bilgisizliğimiz öyle derin ve önyargılarımız da öyle fazladır ki, bir organik varlığın tükendiğini öğrendiğimizde hayrete düşer ve buna yol açan etkeni görmediğimiz için, açıklama olarak tüm dünyayı ıssız bırakan felaketlerden medet umar veya yaşam biçimlerinin dayanma sürelerine ilişkin yasalar icat ederiz!”(14)
Bu satırlarda, Darwin’in bir zamanlar kendisinin de benimsediği yaygın görüşü nasıl sorguladığını görebiliriz. O dönemde yaşamış çoğu doğa bilgini gibi Darwin de, canlıların tek bir ilahi müdahaleyle ve hiç değişmeyecek (veya evrimleşmeyecek) biçimde yaratılmış olduğuna inanıyordu. Ama evrim kuramı için gerekli olan veriler doğa bilimlerinin bütünsel çatısı altında yavaş yavaş birikirken, Darwin’in türlerin aslında değişebilir olduğu yönündeki görüşü de şekillenmeye başlıyordu. Darwin, bu konudaki düşüncelerini okura şöyle aktarır:
“Türlerin değişmez olmadığına; aksine her türün onaylı varyeteleri nasıl o türün torunlarıysa, aynı cinslere mensup oldukları söylenen türlerin de çoğu zaman tükenmiş olan başka bir türün doğrudan torunları olduğuna tümüyle ikna oldum. Dahası doğal seçilimin, değişimin tek değilse de en önemli yolu olduğuna hiç kuşkum kalmadı.”(15)
Beagle yolculuğunun meyvelerini toplama zamanı
Galapagos’tan 20 Ekim 1835 tarihinde ayrılan Beagle, Ocak 1836’da Avustralya’ya ve altı ay sonra da Ümit Burnu’na ulaştı. Buradan tekrar Atlas Okyanusu’na açılarak, bazı ölçümleri tamamlamak üzere kısa süreliğine Brezilya’ya döndü ve 2 Ekim 1836’da İngiltere’ye ulaşarak yolculuğunu tamamladı. Darwin, dönüşünde Londra’ya yerleşti ve topladığı örnekleri incelenmek ve sınıflandırılmak üzere ilgili uzmanlara sundu. Karşılaştırmalı anatomi, morfoloji, embriyoloji, taksonomi, coğrafi dağılım ve paleontoloji ile ilgili konuların, türlerin değişmez olduğu inancının bırakılmasıyla aşılabileceğini anlayan Darwin, ortak bir atadan gelen türlerin, doğal seçilim (ve sonraki kitabında daha kapsamlı olarak ele alacağı eşeysel seçilim) yoluyla değişerek farklı türlere dönüştüğünü çok iyi kavramıştı. Bizzat yetiştirmeye başladığı güvercinler başta olmak üzere, çeşitli evcil hayvanlarla yürüttüğü deneylerin ve de hayvan ve bitki yetiştiricilerinden edindiği bilgilerin ışığında, evcil üretimlerde ortaya çıkan yeni soyları incelemeye ve kuramının temeli olan seçilim ilkesini geliştirmeye başladı. Bu konuyu, Türlerin Kökeni’nin “Evcilleştirme Etkisinde Çeşitlenme” başlıklı 1. bölümünde ve “Melezlik” başlıklı 8. bölümünde ayrıntılı olarak ele aldı.
İki yıl sürmesi planlanan, ancak yaklaşık beş yıl süren Beagle yolculuğunun üç yılını karada ve on sekiz ayını denizde geçiren Darwin, gezi sırasındaki tüm gözlemlerini özenle kaydetmişti. Not defterlerindeki bilgiler ve Darwin’in sonradan deneyimlerini de aktardığı günlükler, uzmanların sınıflandırma sonuçlarıyla birlikte, ilk basımı 1839’da yayımlanan Journal and Researches(16) adlı kitabın temelini oluşturdu. Bu kitap Darwin’in ölümünden sonra 1903’te Voyage of the Beagle (Beagle Yolculuğu, 1905) adıyla yeniden yayımlandı. Darwin kitabın ilk basımında jeolojiye ağırlık verdi; ama 1845’te gözden geçirdiği ikinci basımında, değişen görüşleri çerçevesinde yaptığı eklemelerle doğa tarihini ön plana çıkardı. Böylece evrim kuramının ve Türlerin Kökeni’nin ayak sesleri iyiden iyiye duyulmaya başlamıştı.
Darwin 1842-1846 yılları arasında, yolculuğa ilişkin gözlemlerini aktardığı üç kitap ve çok sayıda bilimsel makale yayımladı. 1842’de yayımlanan kitabı Coral Reefs (Mercan Resifleri)(17) Darwin’in ilk monografıydı ve gözlemden çıkarım yapma ustalığını en güzel sergilediği kitaplarından biriydi. Mercan resifleri, 1830’larda bilim dünyasında çok tartışılan canlı bir konuydu ve Darwin’in bu konuda bir kuramı vardı: Kitabında ustalıklı bir dille, mercan resiflerinin ve atol halkalarının nasıl oluştuğunu açıklıyor; bunun ancak uzun bir zaman aralığında ve kademeli olarak gerçekleşebileceğini savunuyor; bu yolla da, canlıların evrimine göz kırpıyordu. Darwin’in bu konudaki görüşlerinden birçoğu, ancak 1950’li yıllarda nükleer testler için yapılan derin kazılardan elde edilen bulgularla doğrulanmıştır. Mercan resiflerinin nasıl oluştuğunu anlayan ilk kişinin Darwin olduğunu belirten Richard Dawkins, konuyu Ataların Hikâyesi adlı kitabında şöyle özetler:
“İlk bilimsel kitabı (gezi kitabı Beagle Yolculuğu), daha otuz üç yaşındayken yayımladığı mercan resifleri üzerine bir metindi. Sorunun ortaya konulması veya çözümüyle ilgili bilginin çoğuna ulaşmamış olmasına karşın, Darwin sorunu bugün gördüğümüz şekliyle ortaya koymuştur. Darwin, mercan resifleriyle ilgili kuramında, daha sonra doğal seçilim ve cinsel seçilim kuramlarında olacağı gibi, gerçekten şaşırtıcı ölçüde ileri görüşlüydü.”(18)
Darwin, bu çalışmasıyla bilim dünyasından büyük övgüler aldı, meslektaşlarının gözünde daha da itibar kazandı ve 1864’te Copley Madalyası’yla(19) ödüllendirildi. Aynı dönemde, “değişerek türeme” kuramı üzerinde çalışmayı sürdürdü. 1842’de yazmaya başladığı 35 sayfalık özeti 1844’te bir taslak biçiminde genişletti ve Türlerin Kökeni’nin ilk paragrafında kendisinin de belirttiği gibi, “O günden bugüne dek hiç ara vermeden aynı konuyu incelemeye” devam etti. “Aynı türün varyeteleri ve aynı cinsin türleri arasında görülen böylesine daimi ve büyük bir fark miktarını, sadece şansla açıklamak mümkün değildir.”(20) diyen Darwin, bu fark miktarını karakter ıraksaması diye adlandırdığı bir ilkeyle varoluş mücadelesi üzerinden açıklıyordu. 19. yüzyılın en önemli bitki uzmanlarından Asa Gray’e yazdığı ve fikirlerinin kapsamlı bir özetini içeren mektuplardan anlaşıldığı gibi, Eylül 1857’de ıraksama ilkesini de kuramına eklemiş durumdaydı.
1858 yılında, o sırada Malezya Takımadaları’nın doğa tarihini inceleyen ve türlerin kökeni üzerine kendisiyle aşağı yukarı aynı genel sonuçlara varmış olan İngiliz doğa bilgini Alfred Russel Wallace, ona kendi görüşlerini aktardığı bir hatırat yolladı. Darwin, Wallace ile yakın görüşlerde olmalarından duyduğu memnuniyeti şu sözleriyle ifade etti: “Bundan daha çarpıcı bir tesadüf olamaz… Wallace, benim 1942 tarihli denememi okumuş olsaydı, bundan daha isabetli bir özet sunamazdı!” Wallace’ın bazı fikirleri Darwin’inkilerden farklı olsa da (örneğin Wallace çevresel değişim üzerinde dururken, Darwin bireysel çeşitliliklerin altını çiziyordu), Wallace’ın görüşleri ona kuramını yayımlaması konusunda büyük bir ilham verdi, hatta Türlerin Kökeni’nde belirttiği gibi, onu “teşvik etti.” Darwin, Wallace’ın yolladığı hatıratı (onun ricasıyla) Lyell’a iletti. Lyell ve Darwin’in 1944’te yazdığı denemeyi de okumuş olan J. D. Hooker, Darwin ile Wallace arasında bir çekişme veya yanlış anlaşılma olmaması için, 1 Temmuz 1858’de Londra’daki Linneaus Cemiyeti’nde ikisinin de henüz yayımlanmamış olan çalışmalarının bir okumasını yaptı.(21) Bu dönemde pek çok dostu, 1838’den beri geliştirdiği görüşlerini içeren özeti yayımlamak konusunda hâlâ çekingen davranan Darwin’i, çalışmalarını bir an önce duyurması konusunda zorluyordu. İşte bu özet, bugüne kadar yazılmış en önemli kitaplardan birisi olacaktı.
Türlerin Kökeni yayımlanıyor…
1859 yılının Mart ayına gelindiğinde, Darwin’in hâlâ özet olarak gördüğü çalışması koca bir kitaba dönüşmüştü. Yayımcı John Murray, Darwin’in kendi deyimiyle “geleneksel görüşlerden hayli uzak olan” kitabını, daha elyazmalarını bile okumadan basmayı memnuniyetle kabul etti. Darwin 5 Nisan’da, kitabının ilk üç bölümünü Murray’e iletti. Mütevazılığı ile bilinen Darwin, yeterince kaynak ve referans veremediği için kitabın isminde “özet” kelimesinin geçmesini istemiş, ancak John Murray’in itirazı üzerine mevcut ismine razı olmuştu.(22)
Böylece Türlerin Kökeni, 24 Kasım 1859 tarihinde, 502 sayfadan ve on dört bölümden oluşan ilk baskısını yaptı. Darwin’in kitaba eklediği tek görsel, canlılara ait farklı soy hatlarının dallara ayrılarak çeşitlenmesini, türleşmesini ve tükenmesini gösteren bir ağaç şemasıydı. Kitabın temelini oluşturan “Doğal Seçilim” başlıklı 4. bölüme eklediği bu şemayı, bölüm sonunda şu metaforla betimliyordu:
“Tomurcukların büyüme yoluyla taze tomurcuklara boy vermesi ve bu tomurcuklardan yeterince dinç olanların, dallanarak daha cılız dalları her yandan baskılaması gibi, ulu Yaşam Ağacının da bunu üreme yoluyla, yerkabuğunu ölü ve kırık dallarıyla doldurarak ve durmaksızın dallanan o güzelim kollarıyla yeryüzünü kaplayarak yaptığına inanıyorum.”(23)
Böylece Darwin, 1838 yılında büyük ölçüde tamamlanmış olan kuramını, ancak yirmi yıl sonra yayımlayabilmişti. Ama sonradan kaleme aldığı otobiyografisinde, bu gecikmeden hiç de şikâyetçi olmadığını belirtti. Bu süre zarfında kuramını daha da geliştirdiğini, yeni gözlemler ve bulgular derlediğini, üzerinde durulması gereken belirli konuları derinlemesine değerlendirme fırsatı bulduğunu ve dolayısıyla kararında “hiç de aceleci davranmadığının anlaşılmasını” umduğunu ifade etti. Bu gecikmenin altında, Darwin’in bilimsel titizliği ve Beagle yolculuğundan sonra yaşadığı sağlık sorunları kadar, birazdan değineceğim gibi, dindar meslektaşlarını ve eşini üzmekten çekinmiş olması da yatar.
Evrim kuramı dönemin yalnızca biliminsanları tarafından değil, önemli düşünürleri tarafından da yoğun bir ilgiyle karşılanmıştı. Darwin’in doğadaki sağkalım ve mücadele konusundaki görüşleri, Karl Marx’ın sınıf mücadelesi konusundaki görüşleriyle paralellik gösteriyordu. Dolayısıyla gerek Marx gerek Engels, evrim kuramının önemini derhal anlamıştı. Doğa bilimlerindeki gelişmeleri yakından takip eden Engels, Türlerin Kökeni’nin birinci basımından birkaç hafta sonra Marx’a yazarak, “Şu anda okumakta olduğum Darwin tek kelimeyle muhteşem. Teleolojinin yıkılması gereken bir yönü daha kalmıştı ve şimdi o da yıkıldı.” demiş; kitabı ancak bir sene sonra okuma fırsatı bulan Marx da, Engels’e 19 Aralık 1860’ta yazdığı bir mektupta, “Bu kitap, bizim görüşümüzün doğa tarihindeki temelini içermektedir” diye yazmıştı.(24)
Murray, 1250 adet basılıp kısa sürede tükenen birinci basımdan tam bir buçuk ay sonra, kitabın 3000 nüshadan oluşan ikinci basımını yayımladı. Darwin ikinci basımda bazı düzeltmeler yaptı, dindar çevrelerden gelen itirazlara yanıt teşkil eden bir alıntı koydu ve kitabın son cümlesine “yaratıcı tarafından”(25) ifadesini ekledi. Onun otobiyografisini veya mektuplarını okumuş ve onu tanımış olan herkes, bir materyalist ve agnostik olan Darwin’in bu eklemeyi neden yaptığı konusunda hemfikirdir: Örneğin 20. yüzyılın en önemli biyologlarından biri olan ve evrim kuramına önemli katkıları bulunan Ernst Mayr, One Long Argument: Charles Darwin and the Genesis of Evolutionary Thought (1991) adlı kitabında, Darwin’in bu eklemeyi “kamuoyunu ve eşini yatıştırmak için” yaptığını söyler. Nitekim kimilerine göre Darwin, evrim kuramıyla tanrıyı öldürmüş ve Eski Ahit’in “Yaratılış” (Genesis) bölümünü tümüyle geçersiz kılmıştı. Beklenen oldu ve Kilise 1860 yılında, yani kitabın yayımlanmasından bir yıl sonra, Charles Darwin ve evrimciler ile mücadele etmeye başladı.
Darwin, eseri üzerinde çalışmayı sürdürüyor
Darwin bu süreçte boş durmadı. Edindiği yeni bilgilerle eserinin bilimsel altyapısında birtakım değişiklikler yaptı, kuramına yöneltilen itirazlara yanıtlar verdi ve gerek cümleleri sadeleştirmek gerek de bazı çıkarımları vurgulamak adına, bazı semantik değişikliklere gitti. 1861’de yayımlanan ve 2000 nüshadan oluşan üçüncü basımın (ve onu izleyen tüm basımların) giriş bölümüne, evrim fikrinin kısa bir tarihçesini içeren “An Historical Sketch of the Recent Progress of Opinion on the Origin of Species” (Türlerin Kökeni Konusundaki Görüşlerin Bugüne Kadarki Tarihi) başlıklı kısa bir yazı ekledi. Bu bilgilendirici giriş yazısında, kendi kuramındakilere yakın görüşleri savunmuş olan Lamarck, Geoffroy Saint-Hilaire, Dr. W. C. Wells, William Herbert, Patrick Matthew, C. L. von Buch, C.S.Rafinesque, S. S. Haldeman, J. d’Omalius d’Halloy, Richard Owen, Alfred Russel Wallace, M. Isidore Geoffroy Saint-Hilaire, Herbert Spencer, Henry Freke, Charles Victor Naudin, H. von Keyserling, H. Schaaffhausen, M. Lecoq, Peder Baden Powell, Thomas Henry Huxley (Darwin’in en büyük destekçisi), Von Baer ve J. Dalton Hooker gibi isimleri anarak, onların çalışmaları üzerine kısa değerlendirmeler yaptı. Ayrıca Aristoteles’in bir alıntısına yer vererek; onun doğal seçilim ilkesinin izlerini taşıyan görüşlere sahip olduğunu, ama bu ilkeyi tam anlamıyla kavrayamadığının da açık olduğunu belirtti.
Yayımlandığı gün çok satan kitaplar listesine giren Türlerin Kökeni, yazarı hayattayken 12.750 nüshadan oluşan toplam altı baskı (1859-1250, 1860-3000, 1861-2000, 1866-1500, 1869-2000, 1872-3000 nüsha) yaptı. 1901 yılında kitabın telif haklarının süresi dolduğunda, özgün formatta 56.000 ve popüler basımda 48.000 nüshası yayımlanmış; ama bu süreçte pek çok yanlış anlaşılmaya da maruz kalmıştı. Bunlardan en önemli bulduğum birkaçına değinmek isterim. Öncelikle kitabın ismi, Doğal Seçilim veya Ayrıcalıklı Irkların Korunması Yoluyla Türlerin Kökeni yerine çoğu zaman Türlerin Kökeni (The Origin of Species, hatta bazen sadece Origin) diye kısaltılarak kullanıldığı için (ki 1872’deki altıncı basımı, bu kısaltılmış isimle yayımlanmıştır), evrim kuramı kimi zaman hatalı olarak, ilk canlının nasıl ortaya çıktığını açıklayan bir kuram gibi anlaşıldı. Oysa Darwin’in de pek çok kez vurguladığı gibi, evrim kuramı ilk canlının kökenini değil, tüm canlı türlerinin uzun jeolojik çağlar içinde nasıl ortak bir kökenden değişerek türediğini açıklıyordu. Burada bir oluşum ânı değil, bir süreç söz konusuydu; ama bu ayrım çoğu zaman gözden kaçıyordu. Sıkıntı yaratan bir diğer ifade de, Darwin’in 1869’daki beşinci baskıya, Spencer’a atıfta bulunarak eklediği bir cümleydi: “En uyumlu olanların hayatta kalması”. Bu, Herbert Spencer’ın Principles of Biology (Biyolojinin İlkeleri, 1864) adlı kitabında geçen bir ifadeydi ve Darwin’in ölümünden sonra, biyolojik evrim kuramının yanlış disiplinlere uygulanmasıyla Sosyal Darwinizm gibi akımların doğmasına yol açacaktı. Kitabın isminde geçen “ayrıcalıklı ırkların korunması” deyimi de, ileride ırkçı söylemlerin dayanağı olarak kullanılmaya açıktı. Oysa bir monogenist olan ve evrim kuramı aracılığıyla da monogenizme (tüm insanların ortak bir kökenden geldiğini savunan teori) en büyük desteği sunan Darwin, “ırk” kelimesini “bir türün varyeteleri” anlamında kullandığını pek çok kez belirtmişti.
Darwin’in, evrim kelimesini kullanmaktan kaçınmış olması ilginçtir. Varsayımlarını sağlam temellere dayandırmayı ilke edinmiş biri olarak, altıncı basıma kadar “evolution” (evrim) kelimesini hiç kullanmamış; onun yerine değişim, uyarlanım, çeşitlenme, farklılaşma gibi kelimeleri tercih etmiştir. Onun türevi olan “evolved” (evrimleşmiş) kelimesi ise, ilk baskıdan itibaren kitabın son cümlesinin son kelimesinde yalnızca bir kez geçer. Stephen Jay Gould’a göre Darwin, evrim kelimesinden “hem kendi inançlarına karşıt olan teknik anlamı yüzünden hem de konuşulan dildeki anlamının içerdiği kaçınılmaz ilerleme düşüncesinden rahatsız olduğu için” uzak durmuştur.(26) Ama altıncı baskıya gelindiğinde kuramına olan güveni daha da artan Darwin, G. Jackson Mivart’ın doğal seçilim ilkesinin metafizik öğeler içerdiği yönündeki eleştirilerine de cevaben, hem mevcut argümanlarını geliştirerek kitaba önemli eklemeler yapmış hem de ilk kez evrim (iki kez evrimci, altı kez evrimleşmek, sekiz kez evrim) kelimesini kullanmıştır. Ayrıca birçok okurun kitapta geçen bazı terimleri anlayamadığından yakınması üzerine, beşinci basıma W. S. Dallas tarafından hazırlanmış kapsamlı bir sözlük (Temel Bilimsel Terimler Sözlüğü) de eklemiştir.
Darwin’in kuramı ve argümanı, hayatını kaybettiği 1882 yılında, bütünüyle değilse de büyük ölçüde kabul edilmiş durumdaydı. Ama evrimsel süreçlerin nasıl işlediği, genlerin kimyasal temeli olan kromozomal DNA’nın tanımlanmasına kadar tam olarak anlaşılamayacaktı.
Darwin’in çizdiği yol haritası
Gezegenimizdeki tüm canlıların uzaktan veya yakından birbirleriyle akraba olması fikri, bugün bile çoğu insan kabullenmekte zorlansa da bir doğa gerçeğini yansıtır ve bu özelliğiyle insanlık için çok yönlü bir esin kaynağıdır. Doğal seçilim yoluyla evrim kuramı ve ona eşlik eden değişerek türeme, kademeli değişme, geçiş türü, ortak ata, karakter ıraksaması, eşeysel seçilim, körelmiş organlar vb yeni kavramlar, biyolojiye ve evrene dair yepyeni bir bakış açısı sunmuştur. Bu kavramlar, Darwin’in çağdaşları için alışılmadıktır ve kişisel inançları zedeleyebileceği düşünülen, hatta bugün bile kişisel tepkilere yol açabilen keskin anlamlar içerir. Bu nedenle dönemin yaygın kanılarına meydan okuyarak biyolojiyi yepyeni bir temele oturtan evrim kuramı, ortaya konduğu günden bu yana bilim dünyasının en çok alkışlanan, ama aynı zamanda da en çok saldırıya uğrayan fikirlerinden biri olmuştur. Yaşayan en ünlü filozoflardan biri olan Daniel Dennett, bunu şöyle özetler: “Doğal seçilim yoluyla evrim fikri, tek bir darbeyle yaşamın anlam ve amacını uzay ve zaman, neden ve sonuç, düzenek ve fizik yasası alanları ile birleştirmiştir. Bu yalnızca harikulade bir bilimsel düşünce değil, aynı zamanda da tehlikeli bir düşüncedir.”(27)
Darwin, “Bir varsayım ne kadar hoşuma giderse gitsin (ki her konuyla ilgili bir varsayım üretmekten kendimi alamam), gerçekler bu varsayımın karşısında ne zaman yer alsa, ondan vazgeçebilmek için zihnimi her zaman özgür kılmaya çabalamışımdır.”(28) diyerek, kuramına yöneltilebilecek her türlü eleştiriye açık olduğunu ifade etmiştir. Bu bağlamda kendisinin de yanıtlayamadığı bazı soruları, kitabının “Kurama İlişkin Sıkıntılar” adlı 6. bölümünde ele almış ve tüm bu sıkıntıların nasıl aşılabileceğini anlatarak, geleceğin biliminsanlarına bir yol haritası çizmiştir. Onun öne sürdüğü varsayımlardan birçoğu günümüzde doğrulanmış, bazı hatalı varsayımları güncel bilgilerin ışığında düzeltilmiş ve ortaya koyduğu çoğu argüman, üzerlerine eklenen yeni bilgilerin ışığında bilimin kolektif çatısı altında geliştirilmiştir. Türlerin Kökeni’nin son bölümünde özellikle yeni yetişecek biliminsanlarına seslenerek, “Uzak gelecekte, çok daha ilginç araştırmalara yönelik yeni alanların açılacağına inanıyorum.”(29) diyen Darwin, bu konuda da haklı çıkmıştır. Şimdi, bu sürece kısaca göz atalım.
Genetik bilimi doğuyor
Gregor Mendel’in, bitki melezlenmesi ve genetik kalıtım üzerine yazdığı 1866 tarihli makalesi, ancak 1900’de (yani Darwin’in ölümünden on sekiz yıl sonra) tanınırlık kazandı; dolayısıyla ne Darwin ne de Mendel birbirlerinin çalışmalarından haberdar olabildi. Bu dönemde, karakterlerin kalıtımı ve bir aile, kabile veya tür kapsamındaki dağılımı gözlemlenebilmiş olsa da, bu olgular bilimsel terimlerle açıklanamıyor; canlılar arasındaki embriyolojik benzerliklerin ve kökendeş yapıların neden aynı şablona göre yapılandığı bilinmiyordu. Bu düğümler, ancak genetik yasalarının ortaya konmasıyla çözümlenecekti. “Kavramaya yarayan insan elinin, kazmaya yarayan köstebek elinin, bir musurun küreksi yüzgecinin, bir atın bacağının ve bir yarasanın kanadının aynı şablona göre yapılanmış olmasından ve aynı göreli konumlarda benzer kemikler içermesinden daha hayret verici ne olabilir?”(30) diye sorgulayan ve doğal seçilimin bir kalıtım mekanizmasına ihtiyaç duyduğunu bilen Darwin, DNA’nın keşfini adeta öngörmüştü.
1920’de Ronald Fisher, J. B. S. Haldane ve Sewall Wright gibi popülasyon genetikçileri, Darwin’in doğal seçilime dayanan çalışmasını Mendel’in genetiği ile birleştirerek, Modern Evrimsel Sentezi (Neo-Darwinizm) ortaya koydu. Modern sentez kapsamında, G. G. Simpson gibi paleontologların makroevrimi belgelemesiyle, makroevrimin kısa süreli mikroevrimsel süreçlerle nasıl uyumlu olduğu anlaşıldı.(31) İlk kez 1869’da F. Miescher tarafından ayrıştırılan ve 1953’te de çift sarmal yapısı keşfedilen DNA, evrim kuramı için güçlü bir destek sağladı. Bu bağlamda J. Watson, R. Franklin ve M. Wilkins ile birlikte bu keşfe imza atarak 1962 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülünü kazanan Francis Crick’in sözleri, hiçbir çarpıtmaya veya yanlış anlaşılmaya mahal vermeyecek kadar açıktı: “Bence DNA’nın en önemli özelliği, doğal seçilim yoluyla evrim kuramına kanıt teşkil ediyor olmasıdır.”
Böylece Türlerin Kökeni, genetik bilimine ve ondan beslenen tüm bilim dallarına, Darwin’in öngördüğü ve de umduğu gibi ilham kaynağı oldu.
Şiir gibi bir bilim kitabı
Darwin, Türlerin Kökeni’nin dünyadaki tüm biliminsanları tarafından okunabilecek bir kaynak olmasını istiyordu. Onun yaşadığı dönemde on bir dile (Danca, Felemenkçe, Fransızca, Almanca, Macarca, İtalyanca, Lehçe, Rusça, Sırpça, İspanyolca ve İsveççe) tercüme edilen dev eseri, ölümünden sonra on sekiz dile daha çevrildi ve biraz önce değindiğim gibi, önemli gelişmelere öncülük etti.
Türlerin Kökeni, 19. yüzyıl İngiliz edebiyatının belirgin izlerini taşıyan ve dolayısıyla anlaşılırlığı hayli zorlaştıran uzun, karmaşık cümleler içermektedir. Yazıldığı dönemde bilimin ve bilim dilinin bugünkü kadar gelişmiş olmaması ve bilimsel terimlerin tümel tanımlarının bulunmaması, kitabın çevirisini de okunmasını da zorlaştıran etkenlerdir. O dönemde sınıflandırma uzmanları arasında familya, cins, sınıf, tür, varyete, ırk gibi takson basamakları konusunda fikir ayrılıkları yaşanmış; canlılar yüksek, düşük, üstün ve aşağı gibi, anlamı açık olmayan kelimelerle tanımlanmıştır. Darwin, çok belirsiz bulduğu bu kavramları, eleştirdiği halde kullanmak durumunda kalmıştır. Üstelik bazı sınıflandırmalar ve Latince isimler de zamanla değişmiştir. Örneğin Darwin’in yaşadığı dönemde “cins” basamağına yerleştirilmiş, ama günümüzde “tür” basamağına indirilmiş canlılar vardır. Dolayısıyla çevirmenler, çeviri sırasında benim de sık sık yaptığım gibi, bu değişiklikleri belirten ve bilimsel terimleri açıklayan bol miktarda dipnot yerleştirme gereği duymuştur. Dahası bazı dillerde, özellikle Türkiye gibi bilimin az geliştiği ülkelerin dillerinde, birçok bitki ve hayvan türünün (ve bilimsel terminolojiye ait çoğu terimin) karşılığı da yoktur. Bu anlamda bu önemli eseri, bilginin şimdiki gibi kolay ulaşılır olmadığı ve internetin bulunmadığı bir dönemde Türkçeye kazandırmış olan Sayın Öner Ünalan’ı saygıyla anıyorum. Kendi çeviri sürecimde, hem yabancı kaynaklardan ve Ünalan çevirisinden hem de Türlerin Kökeni’nin birinci basımının James T. Costa tarafından eklenen açıklamalarla düzenlenmiş versiyonu olan “The Annotated Origin: A Facsimile of the First Edition of On the Origin of Species”(32) adlı değerli kaynaktan çokça yararlandım. Bunların dışında mesleğimi ilgilendiren tıp kitaplarından, danıştığım çeşitli uzmanların görüşlerinden ve kuş gözlemciliği hobimden dolayı elimde bulunan kaynaklardan da faydalandım.
Kitabın çeviri ve okuma sürecini zorlaştıran bir diğer etken de, onun ağdalı bir dile ve devrik cümle yapısına sahip olan Victoria dönemi edebiyatıyla yazılmış olmasıdır. Darwin, bir düşünce zinciri halinde ürettiği argümanlarını, bolca noktalı virgül kullanarak ayırmayı uygun bulmuştur. Bunlar, sonuna geldiğinizde başını unutabileceğiniz kadar uzun ve çevirmeni olarak da, okura kolaylık olsun diye bölmek isteyebileceğiniz türden cümlelerdir. Ama Darwin buna izin vermez. Türlerin Kökeni’nde yer alan “Çevirmenin Notu”nda da belirttiğim gibi, Darwin eserini matematik diliyle yazar gibi yazmıştır ve kendinizi vererek okuduğunuzda, kusursuz bir matematik formülü gibi size doğru sonucu verecektir. Özellikle arılar ve popülasyonlar ile ilgili yazılarında matematiğe olan ilgisini açıkça görebildiğimiz, ama kendisini asla iyi bir matematikçi saymayan Darwin, bu yeteneğini yazım diline geçirmeyi başarmıştır. Kullandığı her kelimenin, her virgülün bir anlamı vardır ve o çatıda en ufak bir değişiklik yaparsanız, cümlenin tüm tınısı bozulur. Kendi adıma bu hatayı birkaç kez yaptıktan sonra, Darwin’in sözünden çıkmamayı öğrendiğimi söyleyebilirim. Kitabın bu kendine has düzeni, onun hem çevirisini kolaylaştıran hem de Darwin’in edebi ustalığını ortaya koyan bir yönüdür. Dolayısıyla kitabın dilini ağır bulabilecek okurların, bahsettiğim bu ayrıntıyı da hesaba katacağını umuyorum. Matematiksel bir titizliğin ürünü olan bu altyapının üzerine, Victoria dönemi edebiyatının o şiirsel üslubu eklendiğinde, Darwin her ne kadar eserini bir bilim kitabı olarak görmese de, ortaya şiir gibi bir bilim kitabı çıkar.
Türkiye’de Türlerin Kökeni
Tıpkı dünyada olduğu gibi Türkiye’de de 1850’lerin sonunda tartışılmaya başlanan evrim kuramı, Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’sinde çetrefilli süreçlerden geçti; ama burada tarihsel ayrıntılara girmeden, güncel bir örneği paylaşmakla yetineceğim. Darwin’in doğumundan 199 yıl sonraki 2008 yılında ilginç bir gelişme oldu ve Anglikan Kilisesi, yayımladığı bir yazıyla Darwin’den özür diledi. Kilise, bu yazıda özet olarak insanların ve kurumların hata yapabileceğini, kilisenin de bundan muaf olmadığını, toplumu ve insanlığı değiştirecek önemli fikirlerin geçmişte saldırıya uğradığını; bu bağlamda Katolik Kilisesi’nin 1633’te Galileo’nun astronomisi konusunda yaptığı hatanın bir benzerini (1992’de Papa II. John Paul, Kilisenin hatasını kabul ettiğini belirten bir bildiri yayınlamıştır) 1860’ta da Darwin’e yapmış olduğunu itiraf ediyor ve Darwin’den özür diliyordu. Batı dünyasından gelen bu özürden bir yıl sonra, Türkiye’de tam tersi bir gelişme oldu. UNESCO, 200. doğum yıldönümü nedeniyle tüm dünyada 2009 yılını “Darwin Yılı” ilan etmiş; TÜBİTAK, Bilim ve Teknik dergisinin Mart sayısının on beş sayfasını ve kapağını evrim kuramına ve Darwin’e ayırmıştı. Ama acele bir kararla, o kapak ve on beş sayfalık “Darwin ve Evrim” eki dergiden kaldırıldı ve derginin genel yayın yönetmeni işten alındı. Bu, evrimin eğitim müfredatından tümüyle çıkarılmasını amaçlayan ve Türkiye’de bilim eğitimine yapılan büyük bir darbeydi.
Her şeye rağmen…
Kökeni geçmişe dayanan ve günümüzde de varlığını sürdüren bilim düşmanlığına rağmen Türlerin Kökeni, Öner Ünalan’ın İngilizce aslından Almanca çevirisiyle karşılaştırarak yaptığı değerli çevirisiyle 1970’te Sol Yayınları’ndan, 1976’da da Onur Yayınları’ndan yayımlandı. Ünalan çevirisi, Türlerin Kökeni’nin 1872’deki son baskısı olan altıncı basımından; 2017’de Alfa Yayınları’ndan çıkan benim çevirim ise, Darwin’in ilk basımındaki birkaç küçük dizgi hatasını düzelttikten sonra yayımladığı ikinci basımından gerçekleştirilmiştir. Kitap sonradan yine Ünalan çevirisiyle Evrensel Yayınları’ndan (2009) da yayımlandı. Daha önce de belirttiğim gibi Sayın Ünalan’ı, bilgiye erişimin günümüzdekiyle kıyas kabul etmeyecek kadar zor olduğu bir dönemde bu kitabı Türkçeye kazandırmış olmasından dolayı kutlamak gerekir. Ama 70’li yıllardan bu yana zenginleşen Türkçeyi, bilimsel terminolojideki gelişmeyi ve toplumun her şeye rağmen bilime biraz daha yaklaşmış olmasını hesaba katarak, ben de Alfa Yayınları’nın Türlerin Kökeni için yeni bir çevirinin gerekli olduğu düşüncesine katılıyordum. Bu bağlamda hem mesleğimden hem de kişisel ilgimden dolayı yakın olduğum biyoloji biliminin bu önemli eserini, modern terimlerle ve kullanmaktan kaçınamadığım çok sayıda açıklayıcı dipnotla; Darwin’e olabildiğince sadık kalarak, ama okuru da düşünerek, elimden geldiğince anlaşılır bir dille Türkçeye aktarabilmiş olduğumu umuyorum.
Türlerin Kökeni’nin yayımlanışının 159. yılında kaleme aldığım bu yazıyı, Darwin’in kitabın son bölümünde geçen sözlerinden bir alıntıyla noktalamak isterim:
“Mizaçları gereği, açıklanamayan sıkıntıları belirli bulguların açıklanabiliyor olmasından daha önemli sayan kimseler, benim kuramımı kesinlikle reddedecektir. Bu kitap, kıvrak bir zekâyla donatılmış ve türlerin değişmezliğinden kuşku duymaya başlamış birkaç doğa bilginine ilham verebilir; ama sorunun her iki yüzüne de tarafsızca bakabilen genç ve yeni nesil doğa bilginlerinin yetişeceği bir geleceğe de güvenle bakıyorum.”(33)
Dipnotlar
1) Charles Darwin, On the Origin of Species by Means of Natural Selection, or the Preservation of Favoured Races in the Struggle for Life, John Murray, Londra 1859. (Doğal Seçilim veya Ayrıcalıklı Irkların Korunması Yoluyla Türlerin Kökeni, çev. Bahar Kılıç, Alfa Yayınları, İstanbul 1. bs. Eylül 2017, 4. bs. Mart 2018.) Yazıda verilen alıntılar bu basımdan aktarılmıştır.
2)www.darwin-online.org.uk Yararlandığım bu web sitesinden, Darwin’in bugüne kadar yayımlanmış tüm çalışmalarına, birçok elyazmasına ve ilave dokümana ulaşılabilir.
3) Charles Darwin, The Descent of Man, and Selection in Relation to Sex (İnsanın Türeyişi ve Eşeye Bağlı Seçilim), C. 2, John Murray, Londra 1871, s.103.
4) Darwin “ırk” kelimesini, bir türün içerdiği varyeteleri tanımlayan biyolojik bir terim olarak kullanır.
5) Henrika Kuklick, New History of Anthropology, Blackwell, 2007, s.227. Ayrıca bkz. Darwin Correspondence Project, “206. Mektup,” Cambridge University Press, 27 Mart 2018, http://www.darwinproject.ac.uk/DCP-LETT-206
6) Charles Darwin, The Autobiography of Charles Darwin, Barlow, Nora (ed.), New York: W.W. Norton & Company, 1993 (1958’den tekrar bs.), s.73.
7) Charles Darwin, Journal of Researches Into the Natural History and Geology of the Countries Visited During the Voyage of H.M.S. Beagle Round the World, John Murray, Londra1845, s.499.
8) Charles Darwin, The Descent of Man, and Selection in Relation to Sex (İnsanın Türeyişi ve Eşeye Bağlı Seçilim), John Murray, Londra 1871.
9) Türlerin Kökeni, s.433 ve 436.
10) Charles Darwin, Voyages of the Adventure and Beagle, C. 3, Henry Colburns, Londra 1839, s.454.
11) Charles Darwin, Selected Letters on Evolution and Origin of Species, ed. Francis Darwin, Courier Corporation, 1958, s.60.
12) Türlerin Kökeni, s.361.
13) Darwin Correspondence Project, “282. Mektup,” Cambridge University Press, 27 Mart 2018, http://www.darwinproject.ac.uk/DCP-LETT-282
Darwin Correspondence Project, 1974 yılında Cambridge Üniversitesinde F. Burkhardt ve S. Smith tarafından kurulmuştur. Üniversitenin kendi arşivinde 9000 ve özel koleksiyonlardan derlenmiş 6000 adet mektup bulunmaktadır.
14) Türlerin Kökeni, s.425.
15) Türlerin Kökeni, s.27-28.
16) Charles Darwin, Narrative of the Surveying Voyages of His Majesty’s Ships Adventure and Beagle, Journal and Researches, C.3, Henry Colburn, Londra 1839.
17) Charles Darwin, The Structure and Distribution of Coral Reefs (Mercan Resiflerinin Yapısı ve Dağılımı), Smith, Elder and Co., Cornhill 1842.
18) Richard Dawkins, Ancestor’s Tale, İngiltere, Houghton Mifflin ve Weidenfeld & Nicolson, 2004 (Ataların Hikayesi, çev. Ahmet Fethi, 2. basım, Hil Yayın, İstanbul 2008, s. 474-475).
19) Copley Madalyası tüm disiplinlerden biliminsanları için İngiltere merkezli Royal Society tarafından verilen bilim ödülüdür. Royal Society tarafından halen verilen en eski ödül olan madalya, muhtemelen dünyanın da en eski bilim ödülü unvanına sahiptir. 1731 yılından beri her yıl biliminsanlarına verilmektedir. (bkz. Wikipedia, Copley madalyası.)
20) – Türlerin Kökeni, s.125.
21) Darwin, kitaplarında Wallace’tan hep övgüyle söz etmiştir. Ama sonradan spiritualizme kayan ve “evrenin insan ruhunu desteklemek için var olduğunu” öne süren Wallace, Darwin’i hayal kırıklığına uğratmıştır.
22) Darwin’in önerdiği isim, An abstract of an Essay on the Origin of Species and Varieties Through Natural Selection (Türlerin ve Varyetelerin Doğal Seçilim Yoluyla Kökeni Üzerine Bir Deneme Özeti) olmuştu.
23) Türlerin Kökeni, s.140.
24) Luca Basso, Marx and the Common – From Capital to the Late Writings, İng. çev. David Broder, Brill, Boston 2015, s.65.
25) “Yaratıcı tarafından başlangıçta birkaç veya tek bir forma üflenmiş çeşitli güçlere sahip olduğunu anlayan; ve bu gezegen sabit kütleçekim yasasına göre dönmeyi sürdürürken, böylesine basit bir başlangıçtan, sınırsız sayıda en güzel ve en şaşırtıcı formun evrimleşmiş ve evrimleşmekte olduğunu kavrayan bu görüşte ihtişam vardır.” Türlerin Kökeni, s.438.
26) Stephen Jay Gould, Ever Since Darwin, W. W. Norton & Company, New York 1977 (Darwin ve sonrası, çev. Ceyhan Temürcü, TÜBİTAK Yayınları, 3. bs., Ankara 2002, s.21-22).
Evrim kuramının anlaşılmasını hem ortaya konduğu dönemde hem de günümüzde zorlaştıran etkenlerden biri, evrimin ilerleme ile özdeş tutulmasıdır; oysa doğal seçilim bir ilerleme doktrini değildir. Gould bunu şöyle açıklar: “Doğal seçilim kuramı, değişen çevrelere yerel olarak uyum sağlama kuramıdır. Ne kusursuzlaşma ilkeleri ne de genel bir iyileşme güvencesi içerir… Darwin için ‘gelişmiş’ demek, yalnızca ‘yerel çevreye daha uygun bir tasarıma sahip olmak’ demektir. Yerel çevreler sürekli olarak değişir: Daha sıcak ya da soğuk, daha nemli ya da kuru, çimenlik ya da ormanlık olur. Doğal seçilimin yönlendirdiği evrim, kendi çevreleri için daha iyi tasarıma sahip organizmaların kuşaklar boyu korunmasından başka bir şey değildir.” A. g. e., s.32.
27) Daniel Dennett, Darwin’s Dangerous Idea: Evolution and the Meanings of Life, Simon & Schuster, New York, 1995 (Darwin’in Tehlikeli Fikri: Evrim ve Hayatın Anlamı, çev. Aybey Eper ve Bahar Kılıç, Alfa Bilim, İstanbul 2013, s.23).
28) Charles Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin; ed. F. Darwin, John Murray, Londra 1887, s.42.
29) Türlerin Kökeni, s.436.
30) Türlerin Kökeni, s.390.
31) Peter Gluckman, Mark Hanson, Alan Beedle, Principles of Evolutionary Medicine, Oxford University Press, ABD, 2009. (Evrimsel Tıbbın İlkeleri, çev: Oğuz Kerim Başkurt, Hilmi Uysal, Battal Çıplak, Palme Yayınları, Ankara 2012, s.25-26.)
32) Charles Darwin, James T. Costa, The Annotated Origin: A Facsimile of the First Edition of On the Origin of Species, The Belknap Press of Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts ve Londra 2009.
33) Türlerin Kökeni, s.431.
Kaynaklar
1) AnaBritannica Genel Kültür Ansiklopedisi, Darwin, Charles (Robert), C. 6, İstanbul 1986, s.622-625.
2) Basso, Luca, Marx and the Common – From Capital to the Late Writings, İng. çev. David Broder, Brill, Boston 2015.
3) Darwin, Charles, On the Origin of Species by Means of Natural Selection, or the Preservation of Favoured Races in the Struggle for Life, John Murray, Londra, 1859 (Doğal Seçilim veya Ayrıcalıklı Irkların Korunması Yoluyla Türlerin Kökeni, çev. Bahar Kılıç, Alfa Yayınları, İstanbul, 1. bs. Eylül 2017, 4. bs. Mart 2018).
4) Darwin, Charles, The Descent of Man, and Selection in Relation to Sex, John Murray, Londra 1871.
5) Darwin, Charles, The Autobiography of Charles Darwin, Barlow, Nora (ed.), New York: W.W. Norton & Company, 1993.
6) Darwin, Charles, Journal of Researches Into the Natural History and Geology of the Countries Visited During the Voyage of H.M.S. Beagle Round the World, John Murray, Londra 1845.
7) Darwin, Charles, Voyages of the Adventure and Beagle, C. 3, Henry Colburns, Londra 1839.
8) Darwin, Charles, Selected Letters on Evolution and Origin of Species, ed. Francis Darwin, Courier Corporation, New York 1958.
9) Darwin Correspondence Project, Cambridge University Press, https://www.darwinproject.ac.uk/
10) Dawkins, Richard, Ancestor’s Tale, Houghton Mifflin ve Weidenfeld & Nicolson, İngiltere 2004 (Ataların Hikayesi, çev. Ahmet Fethi, 2. basım, Hil Yayın, İstanbul 2008).
11) Dennett, Daniel, Darwin’s Dangerous Idea: Evolution and the Meanings of Life, Simon & Schuster, New York, 1995 (Darwin’in Tehlikeli Fikri: Evrim ve Hayatın Anlamı, çev. Aybey Eper ve Bahar Kılıç, Alfa Bilim, İstanbul 2013).
12) Gluckman, Hanson, Beedle, Principles of Evolutionary Medicine, Oxford University Press, ABD, 2009 (Evrimsel Tıbbın İlkeleri, çev: Oğuz Kerim Başkurt, Hilmi Uysal, Battal Çıplak, Palme Yayınları, Ankara 2012).
13) Gould, Stephen Jay, Ever Since Darwin, W. W. Norton & Company, New York 1977 (Darwin ve sonrası, çev. Ceyhan Temürcü, TÜBİTAK Yayınları, 3. bs., Ankara 2002).
14) Kuklick, Henrika, New History of Anthropology, Blackwell, 2007.
15) Mayr, Ernst, One Long Argument: Charles Darwin and the Genesis of Evolutionary Thought, Harvard University Press, ABD 1991.
16) Stetoff, Rebecca, Charles Darwin – And the Evolution Revolution (Charles Darwin – Evrim Devrimi, çev. İnci Kalınyazgan, TÜBİTAK Yayınları, Ankara 2004).
17) Thompson, Bert, The Origin Of Species and Darwin’s Reference to “the Creator”, Apologetics Press, 2003, http://apologeticspress.org/apcontent.aspx?category=9&article=1111
18) Wyhe, John van ed., The Complete Work of Charles Darwin Online, 2002, http://darwin-online.org.uk/
19) Wikipedia, https://en.wikipedia.org/