Neredeyse bütün dünya, Avrupa ve komşuları sınırları kapatıp, içerde sıkı karantina önlemleri alırken İsveç hükümeti tamamen farklı bir şey yaptı. Danışmanları olan salgın hastalıklar uzmanı Dr. Anders Tegnell’in mücadele planını izleyerek, kafe, bar, lokanta, spor salonları dahil tüm işyerlerini ve ibadethaneleri açık tuttu. Elli kişiden az grupların toplanmasını serbest bıraktı (ilk aylarda bu sayı 500 idi). Yerleşim yerleri karantinaya alınıp, dışarıyla ilişkileri kesilmedi. Lise ve üniversiteler doğrudan eğitime ara verirken 16 yaş altı öğrencilerin gittiği okullar kapatılmadı. Daha da önemlisi, yakın zamana kadar, hastaneler ve huzurevleri gibi riskli yerler dışında COVID-19 test taraması da yapılmıyordu. Dr. Tegnell tanınmış bilim dergisi Nature’ın kendisiyle yaptığı söyleşide yaklaşımını, özgürlüğe saygı ve İsveçlilerin sosyal ve bireysel sorumluluk anlayışına güven olarak ifade ediyor.(1) El ve yüz temizliği, evden çalışma, sosyal mesafenin korunması, yaşlıların kalabalıktan kaçınmaları uyarıları ise hız kesmeden sürdürülüyor. Dr. Tegnell’e göre, koronavirüs yayılımı ve yaşam kaybı sağlık sistemini çökertmeyecek düzeyde kaldığı sürece endişeye gerek yok. Virüs Avrupa’nın her yerine eriştikten sonra artık sınırları, okulları, işyerlerini kapatmak komik bir şey ona göre. Özellikle gençlerin gündelik yaşamın içinde aktif olarak tutulması onların akıl ve beden sağlığı için önemli diyor Dr. Tegnell.
“Sürü bağışıklığı”
İsveç’in uygulamasıyla birlikte “sürü bağışıklığı” olgusu da gündeme geldi. Bu kavram, bireysel olarak kazanılan bağışıklıktan farklı olarak toplumsal ölçekteki bağışıklık için kullanılıyor ve halkın büyük bölümünde infeksiyona karşı bağışıklık gelişmesini ifade ediyor. Sürü bağışıklığı, infeksiyona neden olan etmenin (ör. virüs, bakteri) insanlar arasında büyük oranda yayılmasıyla ya da aşılama yoluyla sağlanır. Bu olguyu belirleyen en önemli sayısal değer “sürü bağışıklık eşiği”dir. Bu değer ise tek bir ölçüte yani “temel çoğalma ya da bulaşma sayısı”na (R0) bağlıdır.
Konu basitçe şöyle açıklanabilir: Sözgelimi, salgının başladığı bir toplumda SARS-CoV-2 virüsü ile infekte olmuş bir kişinin virüsü üç insana daha bulaştırdığı farz edilsin (Şekil 1). Bu durumda temel bulaşma sayısı= R0 = 3 olacaktır ve buradan, basit bir formül kullanılarak, bu topluluktaki sürü bağışıklık eşiğinin 0,67 olduğu hesaplanır. Bunun anlamı şudur: Virüsün bu hızda yayıldığı böyle bir topluluğun en az % 67’si virüs alıp, ona karşı bağışıklık kazandıktan sonra ancak vaka sayısında düşme başlayacaktır.(2) Fakat aşı yokluğunda, şu anda bazı ülkelerin yaptığı gibi, ilk yola yani doğal infeksiyona geçit verildiğinde bunun yaşam kaybı açısından topluma çıkardığı maliyet ağır olacaktır. Dr. Tegnell, SARS-CoV-2 virüsünü alan kişilerde bir bağışıklık yanıtının oluştuğunu ama bunun ne kadar süreyle etkili olacağının bilinmediğini dile getirmekte. Çünkü az da olsa, hastalığa yakalanmış bazı insanların tekrar infekte olduğu yönünde dünyanın farklı yerlerinden haberler gelmeye devam ediyor.
İsveç ve komşularındaki durum
Peki, tüm bunlardan sonra neler oldu? Yaşlı huzurevlerinin salgından korunması hükümet politikasının temel amaçlarındandı ama ülkede yaşamını kaybeden her üç kişiden “en az” biri huzurevi sakini. Dışarda buralara virüs taşınmasının önüne geçilemediği gerçeğini Dr. Tegnell de kabul ediyor ve neyin yanlış gittiğinin araştırıldığını söylüyor.
Komşuları, Finlandiya, Norveç ve Danimarka’da hem vaka sayısı hem de yaşam kaybının İsveç’ten düşük olması uygulamanın onlara göre oldukça başarısız kaldığını gösteriyor (Tablo 1). Sayılarla ifade etmek gerekirse, bu üç komşu ülkenin nüfuslarının toplamı İsveç’inkinden sadece 1,6 kat fazla, fakat onlardaki toplam COVID-19 vaka sayısı (29.630), İsveç’tekinin (78.048 hasta) yarısından da az. Bu arada İsveç’te yapılan test sayısının öteki ülkelere göre daha sınırlı olduğu da akılda tutulmalı. İşyerlerini kapatan bu ülkelerin virüs yayılımını daha iyi önlediği açık.
COVID-19 hastaları arasında yaşam kaybına gelince, İsveç’te bu sayı 5639 kişi iken, üç komşu ülkedeki toplam yaşam kaybı sayısı sadece 1194, yani İsveç’tekinden neredeyse beş kat daha az. Yani ciddi karantina önlemleri ve kısıtlamaların her açıdan daha etkili bir koruma yöntemi olduğu görülüyor. Bu arada başkent Stockholm’ün göçmenlerin yaşadığı varoşlarında SARS-CoV-2’nin yayılma hızının şehrin geri kalanından 3 kat daha yüksek olması da salgının nihayette yoksulları vurduğu gerçeğiyle uyuşuyor.(3)
Farklı düşünenler de var
İsveç 10 milyonluk nüfusuna karşın, dünyanın en fazla sayıda COVID-19 vakasına sahip ilk 20 ülkesi arasında yer alıyor ama kamuoyu yoklamaları Dr. Tegnell’in halk içindeki popüleritesinin hâlâ yüksek olduğunu göstermekte. Fakat buna bakıp her şeyin yolunda olduğu da düşünülmemeli çünkü onunla aynı fikirde olmayan bilimciler var. Örneğin infeksiyon hastalıkları uzmanı Dr. Stefan Hanson’un liderlik yaptığı önde gelen 22 İsveçli tıp araştırmacısı yürütülen uygulamaların mevcut bilimsel bilgilere aykırı olduğunu savunan bir bildiri yayımladı gazetede. Dr. Hanson, göçmen semtlerinde bulunan alışveriş merkezlerinde üniversiteden sağladığı sınırlı sayıda virüs test kitleriyle insanları tarayıp, yol göstermeye çabalıyor. Önümüzdeki aylar hangi yaklaşımın daha doğru olduğunu gösterecek olsa da şu ana kadarki sayılar, İsveç toplumu “sürü bağışıklığı” kazanana kadar, önemli bölümü yaşlı, on binlerce insanın yaşamını kaybedebileceğini işaret ediyor. Buna dayanabilirler mi, zaman onu da gösterecek.
Ekonomiye gelince
Dr. Tegnell’in her yeri açık tutma uygulamasının bir başka gerekçesi bu yolla ekonominin ayakta kalacağı düşüncesiydi. Fakat bu yıl içinde Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’da (GDP) % 7’lik düşüş beklentisi, Britanya ve İtalya’ya göre daha iyi ama komşulardan daha kötü durumda olduğunu gösteriyor.(4) Ürettiklerini satacağın devletlerde halk can derdindeyse senin ekonominin çalışır olması pek anlam ifade etmiyor.
Sürü, bağışıklık kazanmayı beklerken!
Gerçekte bilindik koruma önlemlerini erken alan ve bunları kararlı olarak sürdüren ülkeler (ör., Tablo 1’de, koyu bantla işaretlenenler), “sürü bağışıklığını” beklemeden, yayılmanın ve yaşam kayıplarının azaltılabileceğini açıkça gösterdi.(5,6) Fakat toplumsal ve bireysel faaliyetleri ciddi şekilde kısıtlayan önleyici tedbirlerinin önemli sosyal ve ekonomik sorunlar yarattığı da bir gerçek. Kısıtlamalarla bunların yaratacağı bedelleri dengeleyecek zeki ve bilgili siyasi liderlere gereksinim var. Şu anda dünyada hiçbir ülke, salgının birinci yayılma dalgasıyla, ikinci dalgayı önleyecek “sürü bağışıklığını” kazanmış değil.(5) Bu nedenle tedbirlerin erkenden sulandırılıp, salgın öncesi yaşama dönülme uygulamaları daha ciddi bir yıkıma yol açabilecektir.(2,7)
Yayılmanın kontrol altına alındığı ülkelerin bize gösterdiği iki altın uygulama var: Hastalık şüphesi taşıyan ve riskli gruba giren, ne kadar fazla sayıda insan (Güney Kore’nin yaptığı gibi) virüs tanı testinden geçirilirse ve ne kadar çok insan, ne kadar uzun süre evde kalırsa salgın o kadar çabuk kontrol altına alınıyor. Bilinçli ve kurallara uygun davrananları, en sorumsuzların kurbanı olmaktan korumak gerekiyor.
NOT: Haluk Ertan’ın Covid-19 salgını konusundaki son durumu ve gelecekteki olası gelişmeleri bütün boyutlarıyla ele alan geniş yazısı Bilim ve Gelecek’in Ağustos sayısında yayınlanacak.
KAYNAKLAR:
1) https://www.nature.com/articles/d4158-020-01098-x
2) Randolph, HE ve Barreiro, LB., (2020). Immunity. 52, 737-741.
3) Finch, W.H. ve Finch, E.H., (2020). Frontiers in Sociology. 5, 47.
4) https://www.abc.net.au/news/2020-06-30/anders-tegnell-architect-of-the-swedish-model-coronavirus/12384966. (Erişim 16/07/2020)
5) Okell, L.C. ve ark., (2020). The Lancet. 395, e110-111.
6) Inglesby, T.V., (2020). JAMA. 323(21), 2186-2197.
7) Sanjuán, R. ve ark., (2020). Journal of Virology. 84, 9733-9748.