Ana Sayfa Dergi Sayıları 205. Sayı Kadınlar, Cadılar, Acılar

Kadınlar, Cadılar, Acılar

172
0

Soğuğun vücut bulduğunu, bir cisim gibi somutlaşıp ele gelir olduğunu, bıçak gibi kestiğini, insanın elini yüzünü çatlatıp kanattığını, hayatının bir bölümünü soğuk memleketlerde geçirenler iyi bilir. Hele bir de denizin kıyısında ise bu soğuk, üstüne bir de yaralara tuz basıyor olmalı…
1617’de Norveç’in en kuzeyinde kopan bir fırtına, Vardo adasının denize çıkabilen tüm erkeklerini alıp götürünce adada yepyeni bir dönem başlar. Neredeyse tamamen baş başa kalan kadınlar, otoritenin onları unutması ve kaderine terk etmesine şaşırmaz, kendi başlarının çaresine bakmaya çalışırlar. Ancak çok geçmez ki kendilerini Vardohus Bölge Beyi ve onun eli sayılan Vekil’ine tabi bulurlar. Bir yanda Kralın hükmü ile cadı avına başlayan yönetim, öte yanda kilise ve rahip, diğer tarafta ise ekmek vardır. Fakat aslında “Ekmek en kutsal şeydir.” Maren, annesi ve kardeşi Erik’in eşi Diina, Kirsten, Toril, Maren’in müteveffa nişanlısı Dag’ın annesi Fru Olufsdatter, Rahip Kurtsson, Vekil Abşalom Cornet ve eşi Ursula romanın başlıca karakterleri olarak karşımıza çıkar. Cornet ve Ursula’nın Bergen’de başlayan yolculuğu Ursula’nın evliliğe dair kurduğu hayallerin yok oluşunu getirir. Hayallerin yıkılışı, evinden ayrılıp tanımadığı bir erkekle yeni bir aile kurmak üzere olan Ursula’yı – sık kullanılan şekliyle Ursa’yı – yalnızlığa, gözlemeye ve sabra yönlendirir. Vardo’ye geldiklerinde ise, Maren’e. Maren fırtınada nişanlısı Dag’ı kaybettikten sonra alt üst olan hayatlarının içinde annesi ve ölen kardeşi Erik’in eşi Diina arasında bir denge kurmaya ve nefes almaya, yaşamaya çalışmaktadır. Bir yandan da Kirsten ile erkeklerin yokluğunda balığa çıkmak ve geçinmek için ne gerekiyorsa onu yapmak gerekmektedir. Kış geçene kadar gömülemeyen erkekleri gömme zamanı geldiğinde, ayinleri yerine getirmek için Rahip Kurtsson artık Vardo’dedir. İlk fikir ayrılıkları o zaman oluşur, Samilerden olan Diina Erik’i kendi inancına göre gömmek ister. Maren de destek olur bu fikre. Dahası babasının da böyle gömülmesini ister. Beraberce çalışan, balığa çıkan, yan yana ağ çeken ve beraber ölen erkeklerin kendi cenazeleri için söz hakkı yoktur tabii. İnanç, insanları ölümde bile ayıracaktır. Dahası bu ayrılık yazık ki işaretlenecektir. Çok geçmeden Kilise’nin gölgesinde korunmak isteyenler, onun kurallarına uymayan yaşam mücadelesinin gerçeklerinden uzaklaşmaya başlayacaktır. Öte yandan Ursa’nın ev hayatına alışması, yapılacak işleri öğrenebilmesi için yardım istediği Maren’le günden güne gelişen ilişkileri, erkeklerden yana şanssız bu kadınların hayatında bambaşka bir ufuk açacaktır. Her ikisi de diğerinin arkadaşlığıyla hayatının kendisini yoran yanlarını tedavi ederken adada hayat günden güne zorlaşmaktadır. Maren’in Ursa’ya hisleri büyürken, ilişkileri de derinleşmektedir. Bu ilişkinin seyrini değiştirecek olan şey; daha önce Maren’in de Ursa’nın da hayatını değiştiren şeydir: Acı. Kirsten ve Fru Olufsdatter’in cadılıkla suçlanması önceleri mesnetsiz bir dava olarak görünse de zaman bunun sonucunun nereye varacağını açıkça gösterir. Bu yakıcı çaresizlik birlikte isyan etme hissine sürükler onları. Ancak işin en acı yanı, cadılık suçlamasının şahitlerinin yanı başlarında; neredeyse her gün beraber oldukları adanın diğer kadınları arasında olmasıdır.
Romanın içinde çoğu kadın olan karakterlerde hayatla mücadele, dine inanmak, Tanrı’nın anlamını sorgulamak, aile ve pek tabii aşkın anlamını sorgulamayı görüyoruz. Güçlü kadın karakterlerin yanında zayıf olanlar, zayıf görünüp içindeki gücü keşfedenler, çaresizler, korkaklar, bağnazlar ve umutsuzlar kısa sürede fark edilecek şekilde titizlikle yazılmış. Cadı avcılığı Orta Çağdan kulağımızda kalan hikâyeleri anımsatırken bir yandan da günümüzde gördüğümüz pek çok haksızlığı, mantıksızlığı hatırlatıyor. Elimizden gelmeyenlere hissettiğimiz çaresizliği, mantıksızlık karşısında sükûnetimizi koruma çabamızı Maren ve Ursa’nın hallerinde gösteriyor bize yazar. Kendini korumak için başkasını ateşe atanlar, sırf aynı görüşte olmadığı için yanındakine öfke besleyenler, düzenin çarkına uymak için yalan söylemekten çekinmeyenler… Hepsinin topluma yayılmasını izlerken aklına mukayyet olmaya çalışmak çoğumuza tanıdık. Hargrave de bu aşinalığı metnin her yerinde etraflıca hissettiriyor. İnsanın acıyla nasıl öğütüldüğünü okurken yazarın hayalimizde şekillendirdiği sahneler hem kurgunun başarısından hem de insanlık tarihinin karanlık sayfalarından kaynaklanıyor. Ayrıca çevirinin duruluğu romanın bir başka dilde yazıldığını neredeyse unutturuyor. Romanın yabancı isimler olmasa Türkçe yazılmış denecek kadar akıcı ve kıvrak bir şekilde çevrilmiş olması kitabın sürükleyiciliğini artırıyor. Kadınlara dair gibi görünen ama hayatın tamamını, öfkeyi, acıyı, yalanı, aşkı, kaybetmeyi ve ölümü anlatan “Kadınlar Adası” kuzeyin soğuk rüzgârları gibi okurun içine işlemeye aday görünüyor.
Kadınlar Adası, Kiran Millwood Hargrave, Çev. Anıl Ceren Altunkanat,  İthaki Yayınları, 2021, 316 s.