George Floyd’u, bir polisin dizini boğazına 8 dakika 46 saniye süreyle bastırarak öldürmesiyle, Amerika’da siyah halka yönelik artarak devam eden polis şiddeti, belki de ilk kez bu kadar büyük bir toplumsal tepkiye yol açtı. Dünyayı bir renk gözlüğü ayıracından gören Amerika’ya göre George Floyd renginden dolayı tehlikeliydi. Polis beyaz Amerika’nın baskın gücünü temsil ediyordu.
“Nefes alamıyorum bayım” anlamına gelen bir cümleyi bu süre içinde elinden geldiğince yinelemesi George Floyd’u kurtaramadı. O günden sonra Amerika’da “Siyah yaşamlar değerli” (Black lives matter) sloganıyla bir kampanya başlatıldı ve giderek yayıldı. Kısa bir süre sonra bunu “Bütün yaşamlar değerli” (All lives matter) kampanyası izledi. Ne yazık ki, bu hareket, insancıllık kisvesi altında, çoğunluğu sağ eğilimli beyaz Amerika tarafından yönetiliyordu.
Sokaklarda polis şiddetiyle öldürülen siyah Amerikalı sayısı beyazlara yakın olsa ya da hapishanelerde siyah ve beyaz mahkûmların sayısı oransal olarak eşit olsa, dedikleri doğru olabilirdi. Siyahlar gettolarda yaşamasa, beyazlarla eşit barınma, beslenme, eğitim koşullarına ulaşabilse, “siyah yaşamlar önemli” sloganına gerek olmaz, tüm yaşamlar önemli demek lüksüne sahip olunabilirdi. Ama yukarıdakilerden hiçbirinin eşit olmadığını bildiğimiz bir dünyada, doğru olanı siyah yaşamların önemine vurgu yapmaktı.
Eşi veya sevgilisi tarafından öldürülen kadın sayısının giderek arttığı bir ortamda, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararının kadın örgütleri tarafından protesto edildiği şu günlerde, George Floyd olayında çarpışan sloganlar, bana “ben feminist değilim, hümanistim” diyen çok sayıdaki eğitimli erkeği anımsattı. Görüldüğü üzere, İstanbul Sözleşmesi’nin devamlılığı sadece kadın örgütleri tarafından savunuluyor. TV’deki tartışma programlarında çoğunlukla sözü kimseye bırakmayan erkek uzmanlar, bu konu gelince susuveriyorlar. Muhafazakâr gazetelerde erkek ideolojisinin sesi çok net olarak duyuluyor ama nedense Türkiye’nin sözde demokrat, aslında taraflı bir hümanizma arkasına gizlenen erkeklerinden yeterince ses çıkmıyor. Bu Türkiye’deki erkeklik ideolojisi ve ilintili mahalle baskısının ne kadar güçlü olduğunu ve eğitimli sınıfları da nasıl avucu içine aldığını gösteriyor.
Tıpkı George Floyd olayındakine benzer bir analojiyle, kadın ve erkeğin ekonomik gücü eşit olsaydı, mülk sahibi olma oranlarında kadınlar erkeklere yetişebilseydi, her konuda fırsat eşitliği olsaydı, eşleri ve sevgilileri tarafından öldürülenlerin çoğu kadın olmasaydı, hümanizma en ideal yaklaşım olurdu. Ama bunlardan hiçbirinin eşit olmadığını bildiğimiz bir toplumda, kadınların yaşamlarının ve haklarının önemine vurgu yapmak sanılandan çok daha önemlidir. Doğal olarak, kadınların en ön saflarda olacakları bu mücadelede, günlük yaşam alanında ve yasal platformda gereken doğruların geliştirilmesinde cinsiyet gözetilmeksizin herkesin desteği, sesin daha yüksek çıkmasını sağlayacaktır.
Eğitimli ve kendilerini demokrat kabul eden erkeklerin kadınlara destek verirken görünmekten korkması, kadınların ve LGBTQ bireylerinin benzer bir kaderi paylaştıklarını gösteriyor. Eğitimli erkekler dahil olmak üzere toplumun büyük bir kesimi “haklısınız ama siz kendiniz halledin, bizi karıştırmayın” der gibiler. Tıpkı bazı beyaz Amerikalıların siyahlara hak vermekle birlikte onların yanında görünmeye çekinmeleri gibi!
Başkasının ülkesindeki yanlışı rahatlıkla eleştirip kendi arka bahçemizde olanlara sesimizi çıkarmamayı seçiyorsak, demokrasi anlayışımızda ciddi bir sorun var demektir. Toplumun yarısının sahip çıkma cesaretini gösteremediği kazanılmış haklarımızı birer birer kaybetmeye başladığımızı anlayabilmek için nasıl bir gözlük, nasıl bir bilinç gerekiyor?