Ana Sayfa Dergi Sayıları 220. Sayı Yaz Bitmeden

Yaz Bitmeden

219
0

Yıkımın bin bir yüzü, bin bir çeşidi var. Ama geriye kalan hep aynı: enkaz. İflah olmaz, ayağa kalkmaz, artık özünden eser kalmamış bir enkaz. Sürüklenişe kendini bırakmış, dünü ve yarını olmayan bir enkaz.
“Ben doğumu ve ölümü düşünüyorum, onlar hayatta kalmanın yolunu. Benim aklımda olanlar ve olmayanlar, onların aklında olacaklar ve olmamışlar. Ben hep şimdiki zamandayım, onlar hep gelecek zamanda.”
Kimi her şeyi unutarak, kimi yaşamını terk ederek, kimi bacaklarını keserek sürüklenir yıkıma. Kimi bedenini satarak. Yıkımları tek karşı koyuşlarıdır aslında; bir çeşit yıkıma topyekûn yıkımla karşı koymaya çalışırlar. Çaresizlikleriyle başa çıkabilmek için büyütürler çaresizliği; soluk alınmaz bir bataklığa çevirirler.
“Hepimizin geçmişinde yarım yamalak bir gerçeklik ve bolca hayal var. Anlattığımız hikâyelerden birbirimizi yarım yamalak tanıyoruz. Hepimiz birbirimizin hikayelerine, hiç sorgulamadan, olduğu gibi inanıyoruz. Bizi bir arada tutan tek şey bu inanç.”
Geriye bu enkazları bir arada tutan nahif bağdan başka bir şey kalmaz. İster inanç deyin buna ister çaresizliğin sızılı ortaklığı. İster dostluk deyin buna ister dikenli bir aşk bağı. Belki umut. Her şeyin bittiği yerde bir yaprağın uyanışı, küllerin arasında baş gösteren bir filiz. Kimsesizliğin ortasında ağlayan, terk edilmiş bir bebek. Yaşama tutunmak için bir amaç, yıkıma karşı koymak için bir güç. Belki.
“Herkesin bir ilk ismi vardır, kendisinin bile bilmediği. Hepimiz o ilk ismimizi bulmak için geliriz bu dünyaya. Ama dünyada gördüklerimize kendimizi kaptırıp ismimizi aradığımızı unuturuz.”
Musa, Efsun Abla, Adnan Abi, Hülya ve Matruşka’nın hikâyesi bu. Suya yazılan hikâyelerden. Toplumsal açıdan yok sayılan insanların buruşturulan yüzlerde, kaçırılan bakışlarda sönen hikâyeleri. Sokakta yaşayan, sokağı yaşayan, bildiğimiz anlamda hayatın kıyısından dönmüş, düşmüş insanların hikâyeleri. Herkesin bir ilk ismi varsa, gerçekten varsa, onların ilk adı bir: Yıkım.
“Bir an için olsun dönüp de arkama bakmıyorum. Önüme de bakmıyorum. Sadece ayaklarıma bakıyorum. Ayaklarım, şimdiki zamanım.”
Şimdiki zamana sıkışmış dört yetişkin, mücevher gibi sarıp sarmaladıkları hayal misali bir bebek ve sokaklar. Mine Söğüt Başkalarının Tanrısı’nda ezgili kalemiyle bu insanları, bu sokakları, bu şehri büyük bir başarıyla canlandırıyor, karşımıza bildiklerimizden çok farklı ama ta içimizden bir öykü çıkarıyor. Karakterleri öyle ustalıkla inşa ediyor ki her birinde kendinden bir yan buluyor insan.
“İçimizde kavgayı en çok seven, en çok çıkaran Efsun Abla. Öfkesi hayati bir organı sanki. Bir an dinse, ölecekmiş gibi. Öfkelenmediği zamanlar, sarkastik bir havası var. Kendi öfkesini bastırırken bile, başkalarının öfkelerini köpürtmek ister gibi.”
Başkalarının Tanrısı’ndaki yıkım, o uzlaşmaz enkaz örüntüsü insanı kendi içine döndürüyor. Kendi yıkıntılarıyla yüzleşmeye itiyor. İskambilden evlerimizi fırtınaya tutuyor. Bir yanıyla korkutuyor bu tekinsizlik, bu kıyamete meyil bir yanıyla da tuhaf biçimde yatıştırıyor.
“Hülya’nın vahşeti duygusallığında. Birden öfkelenmesi, fısıltılarını bir kenara bırakıp çığlık çığlığa bağırması, yaptığımız her hareketin hatalı olduğuna inanması, her şeyden ama her şeyden kuşku duyması ve imkansızlığa tapması, zapt edilemez bir hayvana dönüştürüyor onu. Onunla konuşurken hep bir ine girmek zorundayım. O in karanlık, tekinsiz. İçindeki hayvanın nereden saldıracağı ve nerenizi parçalayacağı meçhul.”
Başkalarının Tanrısı Musa’nın dilinden dökülen zorlayıcı, kanatıcı bir şiir. Okurken sizi hülyalara değil, şehrin en girilmez sokaklarına, en ürkütücü harabelerine salıyor. Ve dilin ustalığıyla, bir sihirbaz gibi o sokakları, o yıkıntıları ta kalbinizde duyumsatıyor.
“Biz, hepimiz, iyi kötü bir tanrıya inanıyoruz.
O tanrının bizim değil, başkalarının tanrısı olabileceği fikrini her yıkımda, her felakette, her yüzleşmede hızlıca zihnimizden kovuyoruz.”

***

Patricia Highsmith’e her kitabında biraz daha hayran oluyorum, biraz daha büyüleniyorum yeteneği ve zekâsı karşısında. Küçük g, Bir Yaz Masalı – Highsmith’in son romanı – bu hislerimi daha da pekiştirdi. Sözcüklerin seline kapılıp ama olacaklardan, olabileceklerden büyük korku duyarak okudum. Edebiyatın büyüsü olsa gerek: Elinden bırakamıyorsun, içinden çıkamıyorsun ama sevdiğin karakterlere bir şey olacak diye sürekli gözlerini kapamak istiyorsun. Bende bunca yoğun duygular uyandıran, beni öyküye böylesine katan az yazar var.
Küçük g, Bir Yaz Masalı saplantı, kıskançlık, cinsellik ve nefret üzerine çok şey anlatan, soluksuz bir gerilim. Pınar Kür çevirisi elbette incelikli, leziz. Highsmith’in ve Kür’ün ustalığı birleşince ortaya her satırı keyif ve heyecanla okunan eşsiz bir kitap çıkıyor.
Her sayfası esin dolu bir ay dilerim.

-Başkalarının Tanrısı, Mine Söğüt, Can Yayınları, 157 s.
-Küçük g, Bir Yaz Masalı, Patricia Highsmith, Çeviren Pınar Kür, Can Yayınları, 374 s.