Üçüncü tekir şahıs/ Anıl Ceren Altunkanat
“Dostlar, hepinizi çok sevdim. Tetikte olun!”
Dostlar, bir yılı daha devirdik neredeyse. Öyle böyle, çokça mücadeleyle, haddinden fazla acıyla geçti bu yıl da. Şükür. Başka türlüsü nasıl olur, insan savaşmadan (ve kahrolmadan) nasıl yaşar, bilmiyoruz. Bu topraklarda bunu öğrenmek düşmüyor payımıza. İnsan olmanın yükü yetmezmiş gibi…
Sırtımıza binen yükün en ağır gelen kısmı, dört bir yandan saldırması, hayatın ve kalbin her yerine yayılması. Bu insanı uyuşturuyor, sağırlaştırıyor, körleştiriyor. Ne yana döneceğimizi şaşırdıkça olduğumuz yere mıhlanıyoruz. Donuk bir çaresizliğe, sonra azar azar kısır bir uyuşukluğa kapılıyoruz. Dayak arsızı çocuklara döndük valla.
Tam da bu yüzden hayatı anlamlı ve biricik kılan şeylere yönelmeli: ağaca, denize, hayvana, çocuklara. Kitaplara tabii ve dostlara. Bunlar insanı uyandıran, kalbi ve zihni harekete geçiren, en zor zamanda bize bizi hatırlatan şeyler. Ağacın sessiz gücünde güç bulabiliriz; denizin çalkantılı enginliği kısıldığımız yerden özgürleştirir bizi. Başına buyruk rüzgâr alıp götürebilir en kara kasveti. Bir hayvanın gözlerinde, bir çocuğun gülümsemesinde tazeleyebiliriz kendimiz. Kitaplarla hatırlayabiliriz unuttuğumuzu, en değerli olanı. Dostların gözündeki yansımada, sesindeki sevgide buluruz kaybettiğimiz direnci ve neşeyi. Âmin.
***
Darağacından Notlar Fucik’in 1942 Nisan’ında Naziler tarafından tutuklanmasından itibaren hücrede, işkencede, ölümü beklerken hapishanede yaşadıklarını bize birinci elden bir tanıklıkla sunuyor. Edebi açıdan zengin bir sunum bu. Ama elbette çok daha fazlası. Ölümün soluğunu her an ensesinde duyan bir adamın, bir savaşçının yaşama tutunma yolu bu satırlar. Fucik bu satırları canı (ve başkalarının canı) pahasına hücresinde sigara kâğıtlarına karalarken faşistlerle savaşıyor. Fucik, o öldü sanılacak kadar işkence gören adam savaşıyor. Darağacından Notlar’ı okuyorsak şimdi, demek savaşmakla kalmıyor, onları yeniyor.
“Bugün bu saatlerde milyonlarca insan, insanlığın özgürlüğü uğrundaki son savaşta dövüşüyor ve binlercesi bu uğurda can veriyor. Ben onlardan yalnızca biriyim. Ve onlardan biri olmak, son savaşın neferlerinden biri olmak o kadar güzel ki.”
Tek kişilik bir kahramanlığın destanı değil elbette Darağacından Notlar. Hapishanede, hücrede ufacık dokunuşlarla bile insanı yaşama, savaşa geri döndüren gizli kahramanların öyküsü bu. “Bir sabah, hapishane avlusundaki yarım saatlik havalandırma sırasında canını tehlikeye atarak kopardığı minik bir papatyayla birkaç ot sapı getirmişti bana.” Yoldaşlarına yardım etmek için Nazilerin içine sızan cesur insanların; kendini içinde bulduğu savaşta yüreğinin aydınlığını seçenlerin öyküsü. Bir direnişin tarihi tutulsun diye canları pahasına kâğıt kalem tedarik edip, Fucik’in notlarını saklayanların öyküsü. SS gardiyanı Kolinsky’nin, Çek polisi Hora’nın, koridor sorumlusu Skorepa Baba’nın öyküsü. Sevdiğinin dağılmış suratı karşısında çözülmeyen, ölüm karşısında bile direnişi seçen o güzel kadının; bu notların bir kitap haline gelmesini sağlayan Augustina’nın öyküsü.
“Tarihin bu dönemini yaşamış olan sizlerden tek bir isteğim var: Bu mücadeleye katılmış olanları asla unutmayın” diyor Fucik; yalnızca iyilerin değil, kötülerin de anımsanmasını istiyor. Kötüleri, işkencecileri, faşistleri soğukkanlılıkla anlatıyor Fucik – hayli ayrıntılı gözlemler ve can yakan tespitlerle.
“Onca zaman sonra sende kalan, yalnızca hayatta en önemli olan şeydir. Onca zaman sonra, senin kişiliğinin temelini çelikleştiren, zayıf düşüren ya da güzelleştiren ne varsa, ölümden önceki saldırılarla yerle bir edilmiştir. Yalnızca özne ile yüklem kalmıştır: Sadık kalan direnir, hain ihanet eder; kahraman mücadele eder, iradesi zayıf olan teslim olur.”
Teslim olmayanın, direnenin gücü var Fucik’in satılarında. İnancın gücüdür bu, haklı olduğunu bilmenin gücü. Güneş ışığının, hücreye hemen hiç düşmeyen güneş ışığının gücü: “Güneş ışıyacak, evet, bir gün hepimiz için ışıyacak ve hepimiz onun içimizi ısıtan ışınlarında yaşayacağız. Bunu bilmek müthiş bir şey.”
İşte, bunu bilir, buna inanır Fucik; haklıdır ve elbette kazanacaktır. Şimdi değilse yarın. O ölse de başka yoldaşlarla kazanılacaktır bu savaş. Tek yol direnmektir, inanmaktır. Ve Fucik, işkence altında, hücrede inanmaya, savaşmaya devam eder.
“Seni onlardan koruyan tek şey, işledikleri suçların son tanığına kadar herkesi öldürseler bile önünde sonunda adaletten kaçamayacaklarına olan sağlam inancındı.”
Bu inançla, insanlığın zaferine duyduğu güvenle ölüme yürür Fucik. Ve metnin başında da sonunda da bu sevinci, bu mutluluk umudunu dillendirir: “Sevinç uğruna yaşadım, sevinç uğruna ölüyorum; mezarımın üstüne bir hüzün meleği kondurursanız haksızlık edersiniz.” Sonlara doğru: “Bir kez daha yineliyorum, bizler mutluluk için yaşadık, bunun için mücadeleye girdik ve bunun için ölüyoruz. Hüzün adımızın yanına bile yanaşmasın.”
Tam da bu yüzden Fucik’e kulak vermeli, direnişe ve umuda yol açmalı; inanca soluk aldırmalı. Hücrede Pesek Baba’nın Fucik’e uzattığı papatya yaşamalı, güneş ışımalı…
Her sayfası esin dolu bir ay dilerim.
Darağacından Notlar, Julius Fucik, Çev. Celal Üster, Yordam Kitap, 144 s.